|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tarihten bir yaprak... Başlayalım: "Zigetvar 7 Eylül'de Türkler'in eline geçmişti. Padişah ise eylülün 5'ini 6'sına bağlayan gece, kendi seferini sona erdirdi. Ölümü ya ihtiyarlıktan oldu, ya dizanteriden ya da belki guttan. Padişahın son günlerine ilişkin en çok belgeyi inceleyen ve tahlil eden modern tarihçi Joseph von Hammer'in varsayımı bu. Yakın tarihli bu bilgileri birer tanı olarak yeniden incelediğimizde ölümüne öncelik eden yıllarda Sultan Süleyman'ın bir sklerozun kurbanı olduğu, bunun yalnız aklında bozukluklara yol açmakla kalmayıp tüm organizmasının kokuşmasına neden olduğu anlaşılıyor. Kanını tüketen ve kriz sıralarında onu iki büklüm eden dizanteriyle ilgili belirtiler ise, ölmeden önce adeta göz göre göre eriyen ihtiyarlarda sıkça görülen bir bağırsak kanserinin belirtileri olabilir." Kanuni'nin sadrazamı Sokollu Mehmet Paşa, Zigetvar önlerinde çarpışmakta olan ordudan Padişah'ın ölümünü gizlemişti. İktidar mücadelesinden ve bu mücadelenin kendi kellesini almasından endişeliydi. Devam edelim: "Sokoloviç (yani Sokollu) savaşın sonunu izlerken, sırrını en azından Divan'da kendisine en yakın vezirlere açıklamak zorunda kalacağının –bir daha unutmamak üzere- bilincine vardı. Zigetvar'ın kesin düşüşüyle birlikte durum tamamen değişmişti. Korkulacak bir şey daha kaldıysa, bu her şeyden önce orduydu, süsü olan yeniçerileriye birlikte ordu. Bunca kan döktükten sonra kendini yakılıp yıkılmış bir kentte bulan, daha kolay bir zaferi bile karışıklık çıkarmak için fırsat bilen bir ordu... Daha kaygı verici olan ise, bu ordunun, tahttaki bir değişikliği hiçbir zaman şantajla karışık bir ayaklanmasız kabul etmemiş olmasıydı. Ama bu, hepsini, vezirler divanı kadar imparatorluğun üst düzeydeki kişilerini de tehdit eden bir tehlikeydi. Bu tehlikeyle ise, kişisel ilişkileri ne olursa olsun, ancak kuvvetlerini birleştirerek başa çıkabilirlerdi..." Paralellik çizmeye, günümüze 'projeksiyon' yapıp, benzetmelere kalkışmayın. Tarih bu. Ta 1566 yılı. Şimdi 2002 yılındayız. Aradan tam 436 yıl geçmiş. Bir benzerlik olması mümkün değil. Devam edelim: "... Yeter ki bugün ve gece olaysız geçsindi (çünkü neler getireceği bilinmezdi). Sadrazam o zaman bir başka akşamın daha sükunet içinde başlamasını sağlardı. 9 Eylül'e raslayan ertesi günü bir pazartesiydi. Efendisinin yanında sakin olarak duran sadrazama (unutmayın; efendisi yani Padişah o sırada ruhunu teslim etmiş durumda) ordunun içinde bazı söylentilerin yayıldığını, aynı soruların giderek daha fazla sorulduğunu haber verdiler. Padişah neredeydi? Niçin ortalıkta gözükmüyordu? Mehmet Paşa, o zaman, Padişah'ın sık sık penceresinin önünde oturduğunun ve bulunduğu yerden, ordunun ne yaptığını gözlediğinin bütün ordugahta duyurulmasını emretti. Bütün yiğit askerler otağın önünden geçerlerken padişahlarını görüp selamlayabilirlerdi. Sadrazam daha sonra ordudaki çalkantıyı gözleriyle görmeye gittiğinde, "Padişahın bacakları şiş, çok acı çekiyor. Onun için dışarı çıkamaz." diye bildirecekti. Cami eğer Cuma gününe kadar tamamlanırsa padişah o zaman namaza gelecek diyordu sadrazam. Bu şekilde dört gün kazanılacağı kanısındaydı, işlerin yolunda gitmesi koşuluyla bu yeterliydi. Otağın önüne gelen çalgıcılar hükümdarı müzikleriyle eğlendirirlerken, yastıklarının üstünde rahat rahat oturan Süleyman ordunun emirlerine uyup uymadığını penceresinden gözlüyordu. (Yine unutmayın; Padişah o sırada mevta...) ... Sultan Süleyman 5 Eylül'ü 6'sına bağlayan gece ölmüştü. Aynı ayın 24'ünde kızıl kalenin topları Osmanlılar'ın başkentine bir imparatorun öldüğünü ve bir yenisinin geldiğini haber veriyordu..." Bu satırlar, Radovan Samarçiç adındaki bir Sırp tarih araştırmacısının 'Sokollu Mehmet Paşa' adlı kitabından. Kökeni Bosnalı bir Sırp olan Sokollu Mehmet Paşa, yaygın bir görüşe göre 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük devlet adamıdır. Ama özellikle, başta Sırplar, Balkan tarihçileri Sokollu Mehmet Paşa ile çok ilgilenmişlerdir. Samarçiç'in kitabı, bu konudaki kitapların herhalde en iyilerinden biri. Yukarıdaki alıntı satırlardan anlaşılacağı gibi, Samarçiç'in Sultan Süleyman'a ilişkin olarak Zigetvar Seferi sırasında anlattıklarının günümüz Türkiye'sinin manzarası ile 'devlet kültürü' ya da 'devlet refleksleri' veya 'devlet bilinçaltı' dışında herhangi bir benzerliği yok. Yani, Zigetvar zaferini, 'AB yolundaki engellerin kaldırılması' sözcükleriyle değiştirmek; ya da Divan ve vezirler sözcüklerinin yerine 'koalisyon ortakları' sözcüklerini yerleştirmek gibi anlamsız gayretlerin gereği yok. Günümüz Türkiye'sinde ne Muhteşem Süleyman var; ne de Sokollu Mehmet Paşa...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |