|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
15-18 Mayıs 2002 günlerinde İstanbul'da yapılan "Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı"na katılanlardan biri de bendim. Program kitapçığının amaç bölümünde şunlar kaydedilmişti: "...sıkça tartışılan dini konular ile dini hayatımızda karşılaşılan problemleri sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturmayı ve toplumu din konusunda aydınlatmada müşterek bir bakış açısı geliştirmeyi amaçlamaktadır." Bu amacı onaylamamak mümkün değil. Gerçekte din konuları uluorta, olmayacak yerlerde ve sağlıklı olmayan şekillerde tartışılmakta ve bu tartışmalar bazı yayın organlarının reytingini arttırmanın ötesinde hiçbir işe yaramamakta; işe yaramak şöyle dursun dini hayata zarar vermekte idi. Halk bize sık sık başvuruyor, bu gidişe dur dememizi veya duruma Diyanet İşleri Başkanlığı'nın müdahale etmesini istiyorlar, bunların yapılmadığını düşünerek darlanıyor, kınıyor, şikayette bulunuyorlardı. Onlara hep şöyle diyorduk: "Biz yanlışlara cevap veriyoruz, ama bunu iyi niyetli yayın organlarında (televizyon ve gazetelerde) yapıyoruz, diğer televizyonlarda yapılan tartışmalara katılmak fayda yerine zarar getiriyor, meramınızı anlatmaya fırsat verilmiyor, ehliyetleri eşit olmayan insanlar eşit konumda konuşturuluyor, altın çakıla karışıyor ve çakıl değerinde alınıp satılıyor", "Diyanet müdahale edemez, ülkemizde basın/düşünce özgürlüğü var (?), Diyanet'in müdahale hakkı yok, o kurumda kendi yayın imkanlarını kullanarak dergisinde, kitaplarında, kendilerine tahsis edilen televizyon yayın saatlerinde doğrularını anlatmaya devam ediyor, onları dinleyenler bunları da dinlesin..." Evet bunları söylüyorduk ama yapılacak başka şeyler de vardı; işte bunlardan biri ve belki en önemlisi gerçekleşti, başta zikri geçen istişare toplantısı yapıldı. Toplantıya çağrılanlar iyi düşünülerek belirlenmişti; dini konular üzerinde yazanlar ve konuşanlar, birbirine zıt görüş ve yorumlara sahip olanlar, Diyanet'ten ve üniversitelerden konuların uzmanları seçilmişti. Tartışılacak konuların -benim ifademle- hem usul (anlama ve hüküm çıkarma yöntemi) hem de fürû (sıkça tartışılan bazı güncel meseleler) olarak belirlenmiş olması da isabetli idi. Çünkü fürû konuları bitmez tükenmez konulardır; bunların çözümü konusunda bir usul birliğine varılmadıkça görüş ayrılıkları artarak devam edecektir. Sakat olan görüş ayrılığı değil, farklı görüşlerin makul ve meşru bir usule dayanmıyor olmasıdır. Birinci komisyonun tartışma konusu "dini metinlerin doğru anlaşılıp yorumlanmasında gelenekçi ve modernist yaklaşımlar ve toplumsal yansımaları" idi; yani usul konusu idi. İkinci komisyon "çağdaş dünyada kadın problemlerini", üçüncü komisyon "hac ibadetini", dördüncü komisyon da "ibadetler ile ilgili güncel tartışmaları" ele aldılar. Bu komisyonlarda varılan sonuçlar genel kurulda tartışılarak bütün katılanlar arasında bir uzlaşmaya, ittifak olmayan yerlerde de çoğunluk kararına ulaşmaya gayret edildi; usulde uzlaşma, fürûda ise çoğu ittifaklı sonuçlara ulaşıldı. Gerek usul konusunda ve gerekse fürû konularında varılan sonuçların değerlendirilmesini gelecek yazıya bırakarak burada bir genel değerlendirme yapmak gerekirse şunları söylemek insafın gereğidir: a) Şimdiye kadar ülkemizde ve belki de İslam dünyasında, hem konusu hem de katılanların nitelikleri bakımından bu mahiyette bir toplantı yapılmamıştır. b) Daha önce aralarında bir uzlaşmaya varmaları imkansız gibi görülen kişiler bu toplantıda pekala birbirleriyle konuşabilmiş, meramlarını anlatabilmişler, her biri diğerini anlama ve farklı görüşünü karşılıklı tartışmalarla test, tadil, tasdik etme ve ettirme imkanını bulmuşlardır. c) Tartışmalar uzmanlar arasında ve basına kapalı olduğu için işin içine his ve nefsaniyet daha az girmiş, giren miktarı da amaca ulaşmaya engel olamamıştır. d) Bundan sonra din konusunda yapılacak açıklamaların makul ve meşru bir zeminde (usul çerçevesinde) yapılabilmesi için şartlar daha uygun hale gelmiştir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |