T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ortadoğu'da 'tarihi rol' oynayamayan Türkiye

"Türkiye, Ortadoğu'da 'tarihi rol' oynayabilir" derken, Türkiye'nin potansiyeline, tarihine, coğrafyasına ve insan hamuruna güvenerek söylüyoruz. Aksi halde, Türkiye'nin bugünkü 'yönetici sınıfı'nın –asker-sivil– böyle bir role hazırlıklı bulunmadığını, böyle bir role ilişkin herhangi bir kavrayışa sahip olmadığını bilmiyor değiliz.

Türkiye'nin 'yönetici sınıfı' –asker-sivil– böyle bir rolün idrakinde olsa, böyle bir kavrayışa sahip bulunsa; Türkiye, iki haftadır böylesine hazin biçimde yalpalamazdı.

İsrail tanklarının, Türkiye'nin de tanıdığı Filistin Devlet Başkanı Yasir Arafat'ın Ramallah'taki ikametgahının duvarlarını yıkıp, namlularını şakağına çevirdikleri gün, tam o gün, İsrail'le 'tank modernizasyonu anlaşması' imzalamak, Türkiye'nin zengin diplomatik geleneğinde görülmemiş bir kepazeliktir. Türkiye'nin 'güvenlik politikası'na ilişkin hiçbir gerekçe, bunun bir 'tarihi diplomatik kepazelik' olduğu gerçeğini örtemez ve örtmüyor da zaten. Bunun ardında olanlar, 'kamu vicdanı'nda mahkum olmuşlardır bile.

Bu anlaşma ile İsrail'e saldırganlığında gayet 'somut' bir destek sağlanmış olurken, Başbakan Bülent Ecevit ile Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Türk diplomasi geleneğinde yine az raslanır sertlikte sözcüklerle İsrail'i kınamıştır. Ecevit, İsrail eylemlerini 'soykırım' diye karakterize edecek ölçüde ileri gitmiştir. Bunun üzerine, İsrail'de ve Amerikan Yahudi lobisine dahil kuruluşlarda ortalık ayağa kalkmış ve Türkiye, dünyaya 'Ecevit'in sözlerini geri aldığı' mesajlarını vermek için kan-ter içinde kalmıştır.

Türkiye'nin Ortadoğu'da tırmanan tehlikeli duruma ilişkin olarak 'birşeyler yapmakta olduğunu' gösterecek son bilgi, İsmail Cem'in, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu ile birlikte bölgeye gideceklerinin açıklanmasıdır. Ama dikkat edilirse, bu 'girişim', Papandreu'nun Cem'e önerisi sonucu gerçekleşmektedir. 'İnisyatif alan' Türkiye'nin kendisi değildir. Kaldı ki, dün Madrid'de Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, AB Dış Politika ve Güvenlik Yetkilisi Javier Solana, Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov ve AB Dönem Başkanı İspanya'nın Dışişleri Bakanı Pique'nin ortak basın toplantısından sonra yani 'ortak dörtlü girişim' görüntüsünün ortaya çıkmasından ve İsrail'in 'derhal' işgale son vermesi çağrısının yapılmasının ardından, Cem-Papandreu inisyatifinin, Türkiye açısından 'dostlar alışverişte görsün'den öteye değeri olamaz.

Türkiye'nin Ortadoğu sorununa ilişkin 'sorunu', giderek 'tarih şuuru'ndan yoksun bir 'yönetici sınıf'ın eline düşmüş olmasından kaynaklanıyor. Türkiye'nin 'Filistin' konusunda 'özel sorumlulukları' bulunduğu algılanmıyor.

Filistin, bundan 85 yıl öncesine kadar 'vatan toprağı' idi. Türkiye, o toprakları 'gönüllü' olarak terketmedi. 'Kan dökerek', 'şehit vererek' ve Birinci Dünya Savaşı'nın 'mağluplar' tarafında yer aldığı için, terketmeye mecbur kaldı. Türkiye, Filistin topraklarının, bugünkü durumdan bir önceki –geçicilik ifade eden İngiliz Manda yönetiminden gayrı– 'siyasi otoritesi' ve 'devleti'dir ve bu kimliğini tam 400 yıl sürdürmüştür.

Denebilir ki, Irak, Suriye, Ürdün, Mısır vs. öyle değil mi? Aynı şey değil. Türkiye'nin terkettiği Ortadoğu topraklarında çözümlenmemiş bir 'sorun' olarak ortaya çıkan ve 'sorun' olarak Türkiye'nin de güvenliğini olumsuz biçimde etkileyecek biçimde devam eden sadece Filistin'dir ve Filistin'in '400 yıllık sahibinin devamı olan devlet'in, Araplar da dahil, herhangi bir başka ülkeden daha fazla bu konuyla ilgilenmesi 'sorumluluğu' vardır.

Üstelik, Türkiye'nin Filistin topraklarının bir bölümünde 'Yahudi ulus-devleti' olarak 'varolan' İsrail'e ilişkin, yine herhangi bir başka ülkeden farklı, 'hiçbir kompleksi' yoktur. Zira, Türkiye'nin tarihinde Yahudilere karşı girişilen engizisyonlar, pogromlar ve 'Holocaust' olmadığı gibi; tam tersine, 1492 yılında Yahudilerin başına tarih boyunca düşen en büyük felaketlerden biri olan İspanya'daki engizisyondan sürülen Yahudilere, 1492'de sınırlarını ve kucağını açan Türkiye olmuştur.

Yani, Türkiye'nin İsrail ile ilişkilere, üstelik 'iyi ilişkiler'e sahip olması, doğaldır. Ne var ki, Türkiye gibi 70 milyonluk koca bir devlet ve 'jeopolitik havza'nın, son yıllarda kendisini İsrail'e ve Amerikan Yahudi lobisine 'rehin kılması' kabul edilebilecek birşey değildir.

'The Israeli-Turkish Entente' (İsrail-Türk Antantı) başlıklı çalışmasına dün gönderme yaptığımız Efraim Inbar, aynı çalışmasında, İsrail'in kendi dış politika felsefesinde Türkiye'ye nasıl baktığını şu satırlarla gayet güzel özetliyor:

"Kendi hesabına Kudüs (İsrail), çevresindeki Batı yanlısı bir güç olarak Ankara ile her vakit iyi ilişkileri arzulamıştır. Dahası, Türkiye gibi Arap olmayan Müslüman bir ülke ile sıcak ilişkilere sahip odlmak Arap-İsrail ihtilafının İslami dini boyutunun sulanmasına katkıda bulunacak –ki, bu, açık bir İsrail dış politika hedefidir. Ta 1950'lerde İsrail'in ilk Başbakanı David Ben-Gurion, Arap Ortadoğu'yu çevreleyen Türkiye, İran ve Etiyopya gibi ülkelerle, İsrail'i doğrudan çeviren Arap husumet halkasından kurtulmak için, iyi ilişkiler geliştirmek için ciddi çaba sarfetmişti."

İsrail'in Türkiye'ye ilişkin 'temel stratejik bakış açısı' buydu ve hala budur. Buradan nasıl bir 'çıkarsama' yapılabilir? Şu:

Türkiye ile İsrail'in ilişkileri 'normal' ve 'verimli' biçimde ancak Ortadoğu'da İsrail ile Araplar arasında 'barışçıl ortam' hüküm sürdüğü takdirde seyredebilir. Aksi halde, bir 'çatışma' hatta bugünkü gibi İsrail'in Filistin halkına bir 'asimetrik savaş' yürüttüğü ve bu savaşın 'soykırım boyutları'na ulaşma ihtimali ve tüm bölgeyi destabilize etme potansiyeli taşıdığı durumlarda; Türkiye'nin İsrail ile 'yakın ve iyi ilişkileri'nin Türkiye'yi İsrail'in 'yedek gücü' haline getirmesi kaçınılmazdır.

Zaten, Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini 'Madrid (tüm Arapları kapsıyordu) ve Oslo (Filistinlilerle barışa yönelikti ve Filistin topraklarındaki işgalin nihai aşamada kalkmasını hedefliyordu) Barış Süreci sayesinde' düzeltmesi ve yakınlaşması mümkün olabilmişti.

Şu aşamada, Madrid ve Oslo berhava edilmiştir. Ariel Sharon, Oslo'ya karşı olduğunu defalarca deklare etmişti.

Bu durumun Türkiye için anlamı nedir?

Türkiye-İsrail yakınlaşmasına imkan veren 'parametreler' değişmiştir. Bu durumda, Türkiye-İsrail ilişkileri, 'değişmiş parametreler' e rağmen, değişmemiş gibi ve değişmeden devam edemez. Dolayısıyla, Türkiye, İsrail ile ilişkilerini 'yeni kalıp'a oturtmak için, Yahudi devletini 'işgale son vermeye ve barış rotasına yeniden girmeye mecbur edecek' ve 'dramatik nitelikte' adımlar atmak zorundadır.

Amerika'daki Yahudi lobisini karşımıza almaz mıyız?

Peki, 'karşı sorular':

1. Türkiye, Amerikan Yahudi silah lobisine yaslanarak kendisine iktidar yolu açmaya heveslenen Çevik Bir'in, birkaç yıl önce, Türkiye'yi İsrail'in yedeğine sürükleyen adımlarına kadar, 'aciz' ve 'dış politikasız' bir ülke miydi? Bu, koskoca Cumhuriyet tarihinin inkarı demek değil midir?

2. Türkiye'nin dış politikası, Amerikan Yahudi lobisine mi 'endeksli', ona mı 'rehin'dir? Mesele, Kongre'de Ermeni lobisine karşı destek bulmak ya da silah elde etmek idiyse, Türkiye-İsrail ilişkileri yakınlaşmadan önce hangi Ermeni tasarısı Amerikan Kongresi'nden çıktı? Türkiye, bu dönemden önce 'silahsız' mı kaldı? Bu soruların cevabını çıksın da birisi versin...

Şu anda gelinen noktada, Türkiye'nin her yanını kaplayan protesto dalgası ve Ecevit'in 'aslında geri almaktan kaçındığı' sözleri, Amerikan Yahudi lobisi ve İsrail tarafından 'not edilmiş' durumdadır. Bu noktada, 'geri basmak' türü 'kaypaklıklar'ın ne İsrail'in, ne Amerikan Yahudi lobisinin, Türkiye'ye ilişkin 'hissiyatı'nı değiştirmesi söz konusu olamaz. O nedenle, 'kaypaklık'ı bir yana bırakıp, İsrail'i gerçekten 'caydırıcı' politikalara yönelmek ve bu arada batık İsrail devlet şirketi IMI'yi (İsrail Askeri Endüstrileri) kurtarmaktan vazgeçmek şart.

"Ne İsa'ya ne Musa'ya yaranamama' durumu, dün iki Lübnan gazetesi Daily Star ve Al-Mustaqbal'da Muhammed Nureddin imzasıyla yayınlanan 'Türkiye, Arafat'ı ve Filistinlileri Arkadan Bıçakladı' başlıklı yazısında yansıyor. Muhammed Nureddin, Arap Dünyası'nın en önde gelen Türkiye uzmanlarının başında geliyor ve en önemlisi 'hararetli bir Türkiye yanlısı' olarak üne sahip. Türkiye'nin onda nasıl yansıdığı ve onun Arap Dünyası'na Türkiye'yi nasıl yansıttığı, bu bakımdan özellikle önemli:

"Genel kanıya göre, işgal altındaki Filistin topraklarında İsraillilerin eliyle yürütülmekte olan Filistinlilerin soykırımıyla ilgili dışarıda iki taraf bulunuyor: Kurban olarak Araplar, ve bunu gerçekleştiren İsraillileri arkalayan destekçileri Amerikalılar.

... Bununla birlikte, Filistin'de olan-bitenlerle ilgili olan bir üçüncü taraf daha var: Türkiye.

Bazı Arap ülkelerinin kendileri yapmadıkça, Arapların Türkiye'ye İsrail'le ilişkilerini kesmesini ciddi olarak isteyemeyecekleri doğru olmakla birlikte, Ankara'nın Ortadoğu'daki konumu ve Tel Aviv'le ilişkilerinin tabiatı nedeniyle, İsrail'in Filistin halkına karşı giriştiği saldırı ve işlediği suçların 'tam ortağı' olduğu da bir gerçektir.

Geçen Ağustos'ta, Sharon'un dünya sahnesinde tümüyle tecrit olduğu ve Belçika'da savaş suçlarından ötürü yargılanmakla yüzyüze bulunduğu bir sırada, Washington'dan gayrı onu konuk etmeye hazır olan tek başkent Ankara idi –İslam Konferansı Örgütü'nün üyesi ve iki Arap devleti, Suriye ve Irak'a komşu bir ülkenin başkenti.

Sharon'un Türkiye ziyaretinden kısa bir süre sonra, Suriye kıyıları açıklarında ortak Türk-Amerikan-İsrail deniz tatbikatı yapıldı. Türkiye ile İsrail arasındaki askeri paktın Ankara'yı Filistin halkına işlenen İsrail suçlarına ortak ettiğine kuşku yoktur. TV ekranlarımızda gördüğümüz Filistin evlerini ve gecekondu yerleşimlerini yıkan İsrail tankları, bir süre önce Türk birlikleriyle Anadolu'da ortak manevralarda yer alan aynı İsrail tankları. Şimdi Filistinlileri bombalamakta, roket yağdırmakta ve taramakta olan İsrail savaş uçakları ve helikopterleri Türk göklerinde eğitim gördüler. Gazze'ye akıllarına estikçe denizden mermi yağdıran İsrail savaş gemileri, Türk Donanması ile rutin deniz tatbikatlarında yer alan aynı savaş gemileri.

Şimdi dahi, Sharon, İsrail'in tarihinde Araplara karşı yürüttüğü en kanlı soykırım kampanyasını yürütürken ve Arafat küçük bir odaya gıda, su ve elektrikten mahrum edilerek beyhude bir çabayla kendisini aşağılamak amacıyla kıstırılmışken, bazı Türk çevreleri, bir İsrail şirketiyle 170 Türk M-60 tankının modernize edilmesine dair imzalanan anlaşmayla İsrail'le 'beraberliği' vurgulayarak, ülkelerinin Arap Dünyası ile gelişen ilişkilerini riske etmekte hala ısrar ediyorlar. Anlaşmaya, birkaç gün önce, İsrail'in Ramallah'ta Arafat'ı kuşatmasından sonra varıldı.

Ankara'nın tanklarının modernizasyonu için İsrail'e ödeme yapma hakkına, hiçkimse karşı çıkamaz. Ama Türklerle sorun, birşey yapmaya kalkıştıklarında, her seferinde, mümkün olabilecek en kötü zamanlamayı seçmelerinde. Sanki Ankara tüm dünyaya İsrail'in yalnız olmadığını, Ortadoğu'da hala dostları bulunduğunu ilan ediyor."

Kim ne derse desin, Ortadoğu'ya ve tüm dünyaya yansıyan 'Türkiye fotoğrafı' böyle.

Bu 'Türkiye fotoğrafı'ndan memnun musunuz?


11 Nisan 2002
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED