T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Başörtüsü ve Bostancıoğlu

İstanbul Üniversitesi, Marmara Oteli'nde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı Luzius Wildhaber ve mahkemenin yargıcı Rıza Türmen'in de katıldığı bir toplantı düzenledi. Gazete haberine göre (10 Nisan 2002 Hürriyet) bu toplantıya gelen başörtülü genç kızların salonun dışına çıkarılmaları, İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu tarafından isteniyor. Wildhaber ve Türmen, o genç kızların toplantıya iştirak etmesinin kendilerince bir mahzuru bulunmadığını açıklayınca, rektör Alemdaroğlu salonu terk ediyor.

Böylece AİHM Başkanı ve yargıcı, başörtüsü karşısındaki bu ayırımcı ve otoriter tavrı, bizzat kendileri müşahade etmiş oldular. Önlerine, başörtüsü konusunda yüzlerce dava gelecek. Herhalde Marmara Oteli'ndeki kızların rektör tarafından nasıl aşağılandığını hatırlayıp, onur kırıcı olduğu kadar, din ve vicdan hürriyetine darbe vuran bu gidişata dur deme kararlılığını gösterirler.

Gizli oylama

Diğer bir gelişme, Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'na ilişkin. Anayasa değişikliğinden sonra soruşturmalar için benimsenen gizli oylamanın yararı görüldü. Bostancıoğlu hakkında 209'a karşı 230 oyla "soruşturma açılsın" kararı çıktı. İktidar kanadından 41 milletvekili oylamaya katılmadı. 80 kadar iktidar milletvekili de Bostancıoğlu'nun aleyhine oy kullandı.

Milli Eğitim Bakanı hakkındaki soruşturma önergesinin fitilini, bazı İmam Hatip Okulları'nda yaşanan feci olaylar ateşledi.

Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonu, başını açmak istemeyen İmam Hatipli genç kızların tutuklandığını, ebeveynlerinin kötü muameleye maruz bırakıldığını yerinde tesbit etmişti. Ama bir sorumlu bulunamamıştı. Çünkü emrin, İstanbul Valisi Erol Çakır tarafından verildiği belirtiliyor; Anaplı İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'e bağlı olması gereken valinin, İçişleri Bakanı'nın sözünü dinlemediği öne sürülüyordu.

Aslında, Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki milliyetçi kadroları tasfiye ettiği belirtilen Bostancıoğlu'na, sağ partilerin tümünün antipatisi vardı. Mesele sadece başörtüsüyle sınırlı değildi; ama kadrolaşmanın yanı sıra, başörtüsüne karşı militan tavrı da, soruşturma önergesinin kabulünde rol oynadı.

İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na Bostancıoğlu'nun gönderdiği yazı, yalan yanlış bilgilere istinaden başörtüsü yasağını savunuyordu.

Bostancıoğlu başörtüsü yasağını –hiç ilgisi bulunmamasına rağmen– Atatürk döneminde çıkarılmış bir kararname ve iki kanuna dayandırıyordu.

Atatürk'ün kararnamesi

5 Eylül 1341 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan "Bilumum Devlet Memurları Kıyafetleri Hakkında Kararname", adından da anlaşılacağı üzere, devlet memurlarının kıyafetini düzenliyordu:

"Ordu ve donanma mensuplarıyla, ilmiye sınıfına mensup olanlardan ve hükkâm gibi kıyafetleri devletçe sureti mahsusada tayin edilmiş bulunanlardan maada, bilumum devlet memurlarının kıyafetleri, dünya yüzündeki medeni milletlerin müşterek ve umumî kıyafetlerinin aynıdır. Yani gündüz ve gecenin muhtelif vaziyetlerinde ve resmi merasime göre giyilmek üzere muhtelif elbiseler ve şapkadır. Binalar dahilinde baş açık bulunmak kaidedir. Selâm teatisi baş işareti ile olur. Binalar haricinde selâm teatisi şapka ile olur.

Alelumum halk, ordu, donanma ve ilmiye sınıfına mahsus elbiseleri giyemezler. Fakat devlet memurlarının kıyafetleri, bilumum sınıf halk tarafından, aynen veya hali mesailerine mutabık surette kabul olunabilir."

Yukarıdaki kararnamenin İmam Hatiplilerle veyahut üniversitelere giden genç kızlarla bir ilgisi yok. Sadece, ordu ve donanma ile din adamları ve hâkimlerin haricinde kalan devlet memurlarının kıyafetleri bu kararnameyle düzenleniyor. Ayrıca halkın isterse, kılık kıyafetleri özel kanunlarla tayin edilmiş asker, ulema ve hâkimler haricindeki devlet memurlarına benzer bir biçimde giyinebileceğini öngörüyor.

Memura bir mecburiyet getirilmekte, halk ise serbest bırakılmakta.

Şapka Kanunu

Gelelim, Bostancıoğlu'nun başörtüsü yasağına dayanak yaptığı Şapka İktisası Hakkındaki Kanun'a: "Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ve idarei umumiye ve hususiye ve mahalliyeye ve bilumum müessesata mensup memurin ve müstahdemin, Türk milletinin iktisa etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir. Türkiye halkının da umumî serpuşu şapka olup, buna münafî bir itiyadın devamını hükûmet men'eder." (Kabul tarihi: 25.11.1925)

Cumhuriyet döneminde, kıyafeti düzenleyen ilk kanun budur ve şapka ile ilgilidir.

Dikkat ederseniz, fevkalâde itinalı bir dil kullanılmış ve mecbur tutulanların devlet memurları ile TBMM üyeleri olduğu izlenimini verecek şekilde metin kaleme alınmıştır:

"Türk milletinin benimsediği, giydiği şapkayı, memurlar ve milletvekilleri de giymek zorundadır. Türk halkının umumi serpuşu şapkadır" sözleri, mükellefiyetin halka değil, memurlara yüklendiğini gösteriyor..

Atatürk, bir dayatma havası vermemeye itina etmiştir.

Ayrıca kanunun, genç kızların başörtüsüyle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Zaten Atatürk, kadınların kıyafetiyle ilgili hiçbir kanun çıkartmamış, hiçbir kararname yayınlamamıştır.

Bazı kisvelerin yasaklanması

"Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun" da, Bostancıoğlu tarafından başörtüsü yasağının dayanağı yapılıyor.

Oysa bu kanunda başörtüsüyle ilgili bir hüküm yok: "1-Herhangi din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar, ruhanilerin mabet ve ayinler haricinde, ruhanî kisve taşımaları yasaktır. Hükûmet, her din ve mezhepten münasip göreceği yalnız bir ruhaniye, mabed ve ayin haricinde dahi ruhanî kıyafetini taşıyabilmek için muvakkat müsaadeler verebilir.

2- İzcilik ve sporculuk gibi topluluklar ve cemiyet ve kulüp gibi heyetler ve mektepler, mahsus kıyafet, alâmet ve levazım taşımak istedikleri zaman, yalnız nizamname veya talimatname ile muayyen tiplere uygun kıyafet, alâmet ve levazım taşıyabilirler."

Kanunun son kısmında, Türklerin veyahut yabancıların, askerlik ve milis teşkilâtı kıyafetlerinin benzerlerini giymeleri yasaklanıyor. Yabancı devletleri temsilen gelenlerin resmi üniformalarını giyecekleri alan sınırlanıyor.

Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun'un" 1'inci maddesi, tamamen ruhban sınıfını (papazları, rahiplerin, rahibeleri) ilgilendiriyor. Bizim üniversiteli genç kızları kapsamıyor.

İkinci madde ise, özellikle spor ve izcilik gibi faaliyeti olan kulüplerin üniformalarını belirli kurallara bağlıyor.

Hiçbirinde başı açık, kapalı tartışması yapılmıyor. Çünkü söz konusu kanunun başörtüsü ile ilgisi bulunmuyor.

Demek, yasağı savunmak için Bostancıoğlu'nun devrim kanunlarına dayanmasında hiçbir hukukî temel yok.

Tek dayanak: Yönetmelik

Bostancıoğlu, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'na verdiği raporda "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun, öğrenci ve memurların kıyafetini belirlemiş" diyor.

Üniformayı bazı şartlara bağlamaktan başka, başörtüsü yasağı koymuş mu? Ona bakacaksınız.

Öğrenciler devlet memuru değildir. Ruhban sınıfını da temsil etmezler. Dolayısıyla ne "Şapka İktisası Hakkında Kanun'dan" ne de "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun'dan" yola çıkarak bu yasağa Atatürk döneminde bir "meşruiyet" bulamazsınız.

Tek dayanak, Milli Eğitim Bakanlığı ile Diğer Bakanlıklara Bağlı Okullardaki Görevlilerle Öğrencilerin Kılık Kıyafetine İlişkin Yönetmelik (22.7.1981) ve Anayasa Mahkemesi kararları.

Oysa Yüksek Öğretim Kanunu'nda kapı gibi bir madde var: Ek 17'nci madde. Bu madde, kanunlara aykırı olmayan her türlü kılık kıyafet serbesttir demekte.

Anayasa Mahkemesi bu maddenin, başörtüsünün serbest olduğu anlamına gelmediği şeklinde bir yorum yapıyor. Böylece Meclis'in iradesine ters düşerek ve Anayasa'nın 153'üncü maddesini çiğneyerek yeni bir hüküm ihdas etmiş oluyor.

Kanun mu geçerli? Yoksa yorum mu?

Ve bir başka soru: Kanunda mevcut olmayan bir yasak -öğrencilerin kılık kıyafetine ilişkin düzenlemelerde görüldüğü gibi– yönetmelikle konulabilir mi?

Bostancıoğlu'nun hakkında soruşturma açılması, onun zihniyet ve görüşünün Meclis'in bugünkü yapısı içinde bile makul ad'edilmediğini gösterdi. Başörtüsü yasaktır diye bir kanunu bu Meclis'ten çıkarın bakalım. Ancak o zaman haklı olursunuz. Ama tüzük değişikliği ile hanım milletvekillerine, başörtüsü yasağı getireceklerdi. Ona da muvaffak olamadılar. Çünkü milletvekilleri eninde sonunda millete hesap vereceklerini biliyorlar. Bostancıoğlu 12 Eylül cuntasının yönetmeliği ile başörtüsü yasağını savunuyor. Tek dayanağı bu. Çünkü demokrasilerde ne böyle bir kanun çıkar, ne de yönetmelik.


11 Nisan 2002
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED