|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye 'post-modernizm' denilen akımın etkilerini gecikmeli olarak yaşıyor. Felsefi, sosyolojik, sanatsal bakımlardan değişik tanımları yapılsa bile, 'post-modernizm', kaba hatlarıyla, kuralsızlığın hüküm sürdüğü bir anlayışı temsil ediyor. Yakın zamana kadar ciddiye alınan, üzerinde tartışılan, gündem belirleyen konular bugün bir anlam taşımıyorsa yaşadığımız bu süreç yüzünden. Post-modernizm elinin değdiğini sulandırıyor, gerçekliğinden uzaklaştırıyor, ona yeni bir tanım vererek ortalığa bırakıveriyor... Hürriyet gazetesi, şu yakın zamanda, dünyada başka bir benzeri bulunmayacak ilginçlikte bir 'post-modern' değişim projesinin yayın organı kimliğine büründü. Dönüşüm bir günde olmadı, epeydir devam eden bir süreç söz konusu; ancak gazetenin son bir ayı yoğunlaştırılmış 'uygulamalı bir post-modernizm kursu' âdeta... Gazetenin manşetleri de, haberi sunuş tarzı da değişti. Ancak en büyük değişiklik yazarlarda yaşanıyor. 11 Eylül travmasına yazarlarının yaklaşımlarına bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Arjantin'deki iflâs olayı etekler zil çalarak karşılandı Hürriyet'te. Bitirim kahvehanesi muhabbeti basitliğinde ele alınmayacak hiçbir konu yok Hürriyet için. Tabii, 'değişim' ve 'dönüşüm' denilen zahmetli süreci kolaylaştırmak için önce Hürriyet kadrosundan fedakârlık bekleniyor. Geçen bayramda, grubun üç önemli gazetecisi (Ertuğrul Özkök, Oktay Ekşi ve Hakkı Devrim), kendilerini sıradanlaştıran birer röportajla okur karşısına çıktılar. Yılbaşı ise, Hürriyet'in bütün yazarlarını benzer bir sıradanlaştırmadan geçirmenin vesilesi oldu. Aynı çatıyı paylaştığı halde tanışmamış tipler, en sulu cümlelerle birbirlerini tanıttılar okurlara; herbiri 'post-modern' birer poz vermekten de geri durmadı 'Hürriyet Albümü' sayfalarında... Ülkemizin içine sokulduğu 'post-modern zamanları' Hürriyet örneği üzerinden değerlendirirken, bunu, çok örgütlü, anlaşılması güç bir tezgâh olarak gördüğüm sanılmasın. Tersine, o bildik 'başarısızlık örtme taktiği' olarak 'post-modern' saçmalıklara sürükleniliyor; tıpkı post-modernizmin Türkiye'nin genelinde de başarısızlığın kılıfı olarak kullanılması gibi... Birkaç yıl öncesine kadar ülkenin çok satan ve en fazla kazanan gazetesiydi Hürriyet; bu konumunu her yıl biraz kaybederek bugünlere geldi. Sadece ekonomik krizin medyaya ve Hürriyet'e yansımasından söz etmiyorum; Hürriyet başkalarından çok daha sert ve şiddetli yaşıyor krizi. Reklâm girdileri son 30 yılın en aşağı noktasında, satış son 10 yılın en düşüğü... Fiyatı sâbit tutup sayfa sayısını azaltarak düşüşe karşı direnmeye çalışıyor Hürriyet ve sayfalarını, post-modern saçmalıklarla panayır yerine döndürüyor. Deri paltolu kara gözlüklü yayın yönetmeni, elinde elektrikli testere ile, sadece içindeki 'vahşi adamı' dışa vurmuyor, kendisinin işlevini de dünya âleme ilân ediyor. Panayırları, sirkleri, orada çocukları eğlendiren sevimli palyaçoları küçümsediğim sanılmasın; tersine, en ciddi mesajlar en sulu tavırlarla bile verilebilir. Şarlo'nun filmleri güldürürken düşündürmez mi hepimizi? Ancak, en ciddi tavrını alarak en sulu davranışı sergileyenlerin dudaklarımızda sebep olduğu kıvrımlar, gülücüğü değil, hüznü temsil ediyor... Hürriyet gülmemizi beklediğinde, biz sergilenen hafiflikler karşısında donup kalıyoruz. Ertuğrul Özkök, kısa süre içerisinde, önce kendisi dahil üç değerini, sonra Hürriyet'in bütün yazarlarını 'asrın en çılgın post-modernist kampanyası'na malzeme yaptı; bundan sonraki kampanyada kullanabileceği tek bir unsur kaldı: Patronu... Bakalım, bir dahaki bayrama, patronunu, biz okurların karşısına hangi kılıkta çıkaracak Hürriyet?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |