|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 Eylül'ün doğru okunmasında gözden kaçırılmaması gereken husus ABD operasyonunun asıl amacının askeri olmaktan çok toplumsal ve kültürel dönüşümü hedeflediğidir. İslam dünyasının mümkünse diplomatik yollardan değilse askeri yöntemlerle dönüştürülmesi, İslami kimliğin toplumsal belirtilerinin kazınması amaçlanıyor. 11 Eylül'ün bu boyutu anlaşılmadan terör denilen eylemlerin ne amacı ne de failini doğru tahmin etmek mümkün değildir. Bu tespit, ABD'nin giriştiği topyekün saldırıya dönüşen savaşın stratejik, ekonomik boyutlarının olmadığı anlamına gelmiyor. Müslüman ülkelerin jeo-ekonomik ve jeo-stratejik olarak yerkürede yayıldığı alanlara harita üzerinden kabaca bir bakış bile bunun gerekçelerini çözebilir. Sadece, petrolden doğalgaza dünya enerji kaynaklarının büyük kısmı, dünyadaki askeri ve ticari geçiş yollarının önemli bir kısmının İslam coğrafyasına ait olması gerçeği bile dünya üzerinde hakimiyetini sürdürmek isteyen Amerika gibi bir gücün Müslümanlar'ı hadım etme stratejisi için yeterlidir. Müslümanlar'ın sahip olduğu medeniyet birikimi ile ellerinde tuttukları jeo-stratejik ve jeo- ekonomik imkanları birleştirmesinden korkulmaktadır. İslam dünyasının sadece geçmişten tevarüs eden bir miras ve statik bir stratejik konum avantajından ibaret olmadığı ortada. İslam dünyasını diğer kültür ve medeniyetlerden farklı kılan, Batı'nın tekelci-modernleşmeci seküler değerlerine karşı farklı bir medeniyet tasavvuru ve dinamizmini üretecek değer sistemine sahip olmasıdır. İslam dünyasını, ABD sermayesine ve çıkarlarına dirençsiz kılmanın başka adı olan globallik karşısında hadım edilmesinin yolu Müslümanlar'ın değer sistemlerini hadım etmekten geçiyor. Bunun bir başka adı global McCartizmdir. 11 Eylülden bu tarafa özellikle dikkati çekmek istediğimiz husus; olayın askeri boyutundan çok kültürel ve toplumsal boyutunun, Müslüman toplumların dinamiklerinin hedef alındığıdır. Pratiğe geçirilmeye çalışılan modernleşme ve sekülerleşme projesinin bu denli sert ve dayatmacı olması Batı açısından yadırganır bir yanı görünmüyor. Zira, Foucault'un deyimiyle modernleşme tarihi biraz da iktidarın bireyi ve toplumu biçimlendirme, sindirme tarihidir. Bu açıdan, kendisi de bir modernlik taraftarı olan A, Touraine'nın altını çizdiği gibi, Nietzche'den bu yana, örneğin Fransa'da "modernliğe alkış tutmuş tek bir önemli entellektüel gösterilemez."
Neo-toplum mühedisliği
Bu gelişmeleri en iyi analiz edebileceğimiz gelişmeler Pakistan'da yaşanmaya başladı bile. 11 Eylül sonrası düğmeye basılan yeni stratejiyi doğru okumadan ne Pakistan'da olup bitenleri ne de İslam ülkelerinde yaşanması muhtemel gelişmeleri anlamlandırmak mümkün değil. Pakistan'da, 12 Ocak tarihinde Devlet Başkanı Müşerref'in yaptığı konuşma ile yeni bir döneme girildi. Hindistan'la savaşın eşiğine gelen Pakistan'ın askeri tedbir yerine toplum mühendisliğine soyunmasının anlamı ne? Medreselerin, din adamlarının kontrol altına alınması, dînî faaliyetlere sınırlama getirilmesi ve geniş bir tutuklama kampanyası başlatılmasının gerekçesi olarak gösterilen Delhi'deki provakatif meclis baskını arasında nasıl bir ilişki var? Bir yanda Hindistan'ın devasa askeri tehdidi ile karşı karşıya gelen Pakistan diğer tarafta müttefiki olduğu ABD'nin Hindistan'dan yana tavır takınması sonucu iki ateş arasında kaldı.. Hatta geleneksel olarak Hindistan karşısında Pakistan'ının müttefiki olan Çin'in Pakistan'ı yalnız bırakması olayın boyutlarını değiştiriyor. Tüm bunlar, dünya siyaseti ve stratejik çıkar hesapları ile ilgili olsa da geniş bir perspektiften bakıldığında İslam toplumlarının temel dinamiklerine yönelik ortak tavrın işareti olduğu apaçık ortada. ABD nin klasik kolonyalizm dönemini hatırlatan globalleşme projesi ile bunun hedefi olan "öteki"lerin ezilmesi söz konusu. Delhi'deki kimin yaptığı ispatlanmamış saldırıdan Pakistan'ın suçlanmasıyla başlayan gerilim ülkeyi hem Hindistan'ın hem de ABD'nin baskısı ile karşı karşıya bıraktı. Hindistan'ın Pakistan'a karşı yığınak yaptığı günlerde Hindistan'a en büyük desteğin İsrail'den gelmesi dikkat çekici. Afgan operasyonu ile siyasi ve askeri konumu iyice zayıflayan Pakistan'ın barış çabaları Hindistan'ın öfkesini dindirmeye yetmediği gibi içişlerine karışacak boyutlara geldi. Bu süreçte terörist kaynakların kurutulmasını dikte eden ABD, ve askeri tehditlere devam eden Hindistan karşısında yalnız kalan Pakistan'ı tam bir kuşatma altına aldı. İki ülkenin savaş durumuna gelmesi askeri bir konu olmaktan çok Pakistan'ın iç siyasetini dizayn etmeye yönelik bir operasyona dönüştü. Hem de Hindistan tehdidi ile! Bir darbe ile işbaşına gelen ve toplumsal destekten yoksun Müşerref'in bu süreç sonunda dayatmalara uygun toplumsal, kültürel ve siyasi dönüşümü gerçekleştirmeye razı olduğu anlaşılıyor. Pakistan'ın milli meselesi sayılan Keşmir konusu dahil temel konularda geri adım atılması, bir yönetim için meşruiyet sorununun ne anlama geldiğine iyi bir örnek. Kolonyalizm sonrası doğmuş bir ulus-devlet olsa da, Pakistan'ın varlığını meşru ve gerekli kılan tek ortak payda dindir. Değişik etnik gruplardan oluşan bu ülkeyi bir arada tutan tek güç olarak İslam'ı ilgilendiren dönüşüm projesinin uygulanması sadece bir rejim ve yönetim sorunu değildir. Bu ülkenin varlığını doğrudan ilgilendiren bir uygulamanın Hindistan ve ABD tehdidi ile gerçekleştiriliyor olmasının sonuçları sanıldığından fazla olacaktır. Afganistan'dan başlayarak Pakistan hattına inen bu globalleşme yaptırımlarının nerede duracağını kestirebilmek için 11 Eylül'ün mantığında yatan İslam dünyasını hapsetmeye, hadım etmeye yönelik amacı görmek gerekir. Her tür medya aygıtları ve meşruiyeti sorunlu iktidar öbeklerince desteklenen bu projenin, dînî tarihini Yahudi-Hristiyan geçmişin şekillendirdiği Avrupa'dakine benzer sonuçlar vereceğini bekleyenlerin kıyasıya yanılacakları ortada. Özellikle yerli seküler seçkincilerin, bu projenin getireceği yıkımı göremeyecek kadar toplumlarıyla her tür ilişkileri kopuk durumdayken.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |