|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İstanbul'la yaşlanmış bir şairin ağıtıdır
Ülkemizin önde gelen akademisyenlerinden biri olan Hüsrev Hatemi, Dergah Yayınları'ndan çıkan 'Anıcak Ol Meclisi' adlı kitabında 1940'lı yıllardan 70'li yıllara kadar geçen süreç içerisinde belleğinde iz bırakan anılarını kaleme alıyor. Bir hekim ve öğretim görevlisi sıfatıyla tanınan Hatemi'nin ortalıklarda pek fazla görünmesini istemediği şair ve yazar yönünün ortaya çıktığı eserde, laylay lom kişiliklere tavrı, biricik torunu Piraye'ye olan düşkünlüğü ve müşterek geçmişe sahip olduğu biraderi Hüseyin Hatemi, kitabın vazgeçilmezlerini oluşturuyor. Hatemi, edebiyatla nasıl ilgilenmeye başladığını, ünlü edebiyatçılarla tanışmasını, tasavvufla karşılaşmasını, Avrupa'da geçirdiği günleri ve asistanlık yıllarını anlatıyor.
Ah, o eski İstanbul!
"İstanbul halkı çok sık meslek değiştirmezdi. Saka (sucu) saka olarak yaşar ve ölür, muslukçu Kirkör veya Lefter ustaları aynı şekilde yaşar ve ölürdü. Yoğurtçuların ve simitçilerin bağırışı hüzünlü idi. Denizler kirlenmemişti. Deniz rengi grimsi yeşil veya kırmızımsı yeşil değil, çivit mavisi idi. Kadıköy'e geçenler bazan, Yalova'ya deniz yolu ile gidenler ise muhakkak, yunus balığı ile karşılarlardı. Yunus balığı bazan da yavru yunuslar, Yalova deniz araçları ile yarış ederlerdi" diyerek okuyucuyu eski İstanbul'a götüren Hatemi, kendi ifadesiyle bu kitabıyla aslında 'bu şehirde ihtiyarlamış bir yazarın İstanbul ağıtı'nı yazıyor.
Danışıklı kültür lobisi
Hüsrev Hatemi 1950'li yılların kültür ortamını ise şöyle anlatıyor kitapta: "Henüz yaşayan eski kültür anıtları (Yahya Kemal, İbnülemin Mahmut Kemal) suskundu. Türkçüler az konuşurdu. 'Turancı' ve 'sakıncalı' görünüyorlardı. Müslüman yazarların hemen hepsi 'Nurcu' veya 'Ticani' sayılıyorlardı. Ortalık, bu sakıncalı akımlardan sayılmayan eksistansiyalistlere bir de imam-muhtar-öğretmen üçlüsüne dayanan eserler döktüren köy edebiyatçılarına kalmıştı. Ankara'da bir Nurullah Ataç çıkmıştı. Kendisini Türk kültürü takımının tek seçicisi sayan ve alaycılığı iyi icra etmekten başka bir meziyeti olmayan Ataç, kültürümüzdeki bölünmenin başlıca sebebidir. Kendisi divan şiirini sever, fakat gençlere 'okumayın' der, bir deneme, üstelik faydalı bir deneme olan 'devrik tümce'yi abartarak dilimizi hasta ederdi. 'Ben seni öveyim, sen de beni öv' üslubunda bir kültür lobisi kurmayı ilk başaranlardandır."
Çarpıştı ve evlendi
Osmanbey, Şişli, Kurtuluş, Taksim, Aksaray hattında geçen çocukluğu '1938 Aralık'ında dünyaya gelen Hatemi'nin hayatında derin izler bırakır. Türkiye'nin en derinlikli akademisyenlerinden birisi olan Hatemi'nin yaşamında eşi Sezer Göze Hatemi'yle tanışması önemli bir yer tutuyor. Hüsrev Hoca'nın Sezer Hanım'la tanışması da tıpkı filmlerde rastlanan türden. 1959 yılının bir sonbahar gününde, Morfoloji binasının girişinde Sezer Hanım'la çarpışan Hatemi'nin hayatında o andan itibaren yeni bir sayfa açılır. Hatemi, bir buçuk yıl süren bir arkadaşlıktan sonra Sezer Hanım'a evlenme teklifi etmeye niyetlenir; ancak ekonomik yetersizlikler nedeniyle evlenmeye de cesareti yoktur. Onun imdadına bir kış sabahı pikaba Boccherini'nin Mönüe'sini koyan ağabeyi yetişir. Parçanın odaya ve kanına yaydığı sıcaklıkla kendine güveni gelen Hatemi, "Kendisine söylersin evet derse üzüntüden kurtulursun hayır derse üzüntünü unutmak için mücadele verirsin" diyerek kendi kendine telkinde bulunur, doğru fakültenin yolunu tutar ve Sezer Hanım'a Fransızca dolambaçlı sözlerle evlenme teklifinde bulunur.
Fransızca şiir okumayı seven Sezer Göze ve Hüsrev Hatemi'nin o gün verdikleri evlenme kararı, 40 yıl süren mutlu bir evlilik, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu İbrahim Hatemi ve Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Aybike Hatemi ile küçük Piraye'nin dünyaya gelmesiyle noktalanır. Doktorlardan oluşan aile saltanatını böylece inşa eden Hüsrev Hatemi'nin kitapta sık sık atıfta bulunduğu biraderi Hüseyin Hatemi, eseri yönlendiren ikinci bir şahıs olarak karşımıza çıkıyor.
Edebiyata ısındıranlar
Hatemi'nin ufkunu genişleten yazarlar arasında en önemli yere sahip olan isimler Ahmet Hamdi Tanpınar ve Yahya Kemal'dir. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Nazım Hikmet, Behçet Kemal Çağlar, Behçet Necatigil, Atilla İlhan, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Ahmet Kabaklı onu edebiyata ısındıran diğer isimler arasında bulunuyor. 1952 yılından beri Rıza Tevfik'in şiirlerine özel bir ilgi duyan Hatemi, 1951 yazında çok sevdiği Yahya Kemal ile tanışma fırsatı yakalar. Ancak kendisinden yardım istediği biraderinin yan çizmesi üzerine ünlü şairle tanışma fırsatını kaçırır. Komşularının "Yahya Kemal Park Otel'de kalıyor, bir kaside yaz, ben seni ona götüreyim, kasideyi vererek tanışırsın" demesi üzerine 'Seyr-i deryayla tamâm oldu bu hengâm-ı nehar' mısraıyla başlayan bir kaside kaleme
alan ancak 16 beyit yazmanın ötesine gidemeyen Hatemi, o yaz aruzda başını alıp yürüyen biraderinin kasideyi birlikte yazma teklifini kabul etmemesini, Yahya Kemal'le görüşememesinin nedeni olarak görüyor.
|
|
|
|
|
|
|
|