|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu köşenin okuyucularından öteden beri ve sıkça duyduğum eleştirilerden biri de, Yeni Şafak gazetesinde görülen dil yanlışlarına yeterince değinmeyişim olmuştur. Kuşkusuz, rastladığım her dil yanlışını, her anlatım kusurunu düzeltmek gibi bir görevim olmadığı gibi, gazetemizde yayımlanan bütün yazıları ve haberleri de okumuyorum. Hele spor sayfalarına bakmıyorum bile. Mustafa Kutlu'nun bu sayfada, Kültür sayfasında çıkan yazılarını okurum da, Spor sayfasındaki yazılarını okumam. O sayfaların ve yazıların başka okuyucuları vardır elbette. Dilimizin son dönemde yaşamakta olduğu asıl sarsıntının "cümle" düzeyinde vuku bulduğuna çeşitli vesilelerle değinmiştim. Çok çarpıcı bir örnek olmayabilir ama gazetemizin yeni yazarı Ali Bayramoğlu'nun ilk yazısından bir cümleye bakalım: "Yeni Şafak benim en çok röportajımın çıktığı gazete..." Ali Bayramoğlu'nun kimliğini, Türk basını içindeki konumunu bilmeyen ama Türkçeyi bilen bir okuyucu, bu cümleden hangi anlamı çıkaracaktır? Onun çıkaracağı, yani cümlenin ifade ettiği anlam ile, yazarımızın kasdettiği anlam arasındaki fark, küçümsenecek bir fark olmasa gerek. "(Benim) röportajım" ifadesinin asıl anlamı, "benim yaptığım röportaj" olmakla birlikte, yazarın iletmek istediği anlam, "benimle yapılan röportaj"dır ve biz bu anlama, onun cümlesinden değil, kendi bilgilerimizden yola çıkarak ulaşıyoruz. Siyasal-toplumsal çözümlemelerini önemli ve izlenmeye değer bulduğum Ali Bayramoğlu'ya "Hoşgeldiniz!" diyorum. Bunu derken, takıldığım bir sözcüğe de değinmek istiyorum: "Yazarın üç muhattabı vardır. İlk muhattap ilkeleridir, yani kendisidir. Sonra okuru gelir; en nihayet gazetesi... Her üçü açısından da doğru zamanda doğru yere geldiğimi sanıyorum, öyle umuyorum." demiş ya, ilk yazısında (Yeni Şafak, 12.01.2002, s. 12) doğrusu ben de öyle sanıyor, öyle umuyorum. Ancak "muhattap" sözcüğünün, belleğine –nasıl olduysa- yanlış yerleşmiş olduğunu düşünüyorum. Çünkü sözcüğün doğru biçimi "muhatap" olup ikinci hecesi uzatılarak söylenir. Arapça "ha-tı-be" kökünden türeyen ve dilimize yerleşmiş olan başlıca sözcükler şunlardır: "hitap, hitabe, hitabet, hutbe, hatip, hatibe, muhatap". Bu sözcüklerin ilk altısında, insanlara yüksek sesle bir şeyler anlatma anlamı bulunmaktadır ve kimileri terim değeri de kazanmıştır. Örneğin, "hutbe", "cuma ve bayram namazlarında cemaate hitaben minberde yapılan konuşma" anlamını taşımaktadır. "Muhatap" sözcüğü ise, "kendisine hitap edilen kişi" demek olup dilbilgisinde "ikinci kişi"ye (sen-siz) de, eskiden "muhatap" denmekte idi. Kuşkusuz, birini muhatap olarak kabul etmek, onu konuşmaya değer bulmayı da içermektedir. Çevremizde zaman zaman "Sen benim muhatabım değilsin!" ya da "Ben onu muhatap kabul etmem!" diyenlere rastlamışızdır. Ali Bayramoğlu'nun üç muhatabından ikincisi –okur- olarak bunları yazdım ama, meselâ Cengiz Çandar'a, "Cengiz Bey, hemen herkesin "Vahhabi", Hayreddin Karaman Hoca'nın "Vehhâbî" yazdığı kelimeyi, siz niçin "Vahabi" şeklinde yazıyorsunuz?" diye sual etmenin işe yarayıp yaramayacağından emin değilim. Not 1: H-t-b'nin kimi türevleri Arapçada "nişanlanma, kur yapma, çöpçatanlık" anlamlarını taşımaktadır. Not 2: Aşağıdaki cümleleri de bu yazıya çalışırken kurmuştum ve atmaya kıyamadım: Kuşkusuz, her hitap hitabe olmadığı gibi her konuşan da hatip değildir. Hatibin ve hitabenin nitelikleri ile muhatapların nitelikleri arasında bir uygunluğun bulunacağı, böyle bir uygunluk yoksa, zamanla oluşacağı açıktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |