T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ticari sır ve hortum

Bankalar Kanunu Cumhurbaşkanı Necdet Sezer'in önünde. Tabiî imzalaması için, üzerinde yığınla baskı var. Oysa, yeni Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı'na, kanunları kısmen veto etme hakkını tanıdı. Bu durumda, hiç değilse, kamuoyunda en fazla tartışılan, özellikle denetimle ilgili hükümler Çankaya'dan dönebilir.

Sayıştay devre dışı

Hatırlatmakta fayda var: 4739 sayılı, Malî Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Kanunu, Plan Bütçe Komisyonu'nda görüşülürken, "Kamu tüzel kişiliğini haiz olarak kurulmuş olan kurul ve üst kurulların yıllık hesaplarının denetimi Sayıştay tarafından gerçekleştirilir" hükmü kabul görmüştü. (Madde 7) Hem de ittifakla.

Sonradan Genel Kurul'daki müzakereler sırasında, Satıytaş'ın denetimi kaldırıldı. Bu denetimin, Başbakanlık tarafından belirlenen Başbakanlık müfettişi, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu denetçisi ve Maliye müfettişinden oluşan bir heyet tarafından yapılması kararlaştırıldı.

Bütçe Plan Komisyonu'nda kanun görüşülürken, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Başkanı Engin Akçakoca, Sayıştay denetimine şiddetle karşı çıkmıştı. Sonunda istediğini kabul ettirdi.

Niçin karşı çıktı? Hükûmet neden Bakan Derviş'ten kaynaklandığı anlaşılan bu talebi kabul etti?

Cumhurbaşkanı, denetimi, siyasi baskıdan kurtarmak için, kanunun o kısmını pekâla veto edebilir.

Hortum endişesi doğuran bu tip uygulamalarda, "şeffaflık" çok önemlidir. Sayıştay, iktidardan etkilenmeyen özerk bir organdır. Devre dışı bırakılmamalıdır.

Sorumsuzluk

Ayrıca, Plan Bütçe Komisyonu'nda, Ziraat, Halk ve Emlâk Bankası yöneticilerinin her türlü cezai sorumluluktan kurtarılması kabul görmemiş, Kamu Bankaları Ortak Yönetimi'ne böyle bir ayrıcalık tanınması teklifi red'edilmişti.

Halbuki Genel Kurul'da Ziraat Bankası, Halk Bankası, Emlâk Bankası, Yönetim, Denetim ve Tasfiye Kurulu üyelerinin, 4739 ve 4603(1) sayılı kanun hükümleri çerçevesinde yaptıkları işlemlerden dolayı, özel hukuk hükümlerine ve mevzuata tâbi olacağı kararlaştırıldı. Bu kurulların üyelerinin, ceza ve idare hukuku bakımından, memur sayılamayacağı esası benimsendi.

Madem şeffaflık önemli ve madem yapanın yanında kâr kalmasın isteniyor, neden kamu bankalarının yöneticileri, yeniden yapılandırma ve borçların tasfiyesi işlemlerinde sorumsuz kılınıyor.

Burada, kamunun parası harcanıyor. Üstelik Türkiye muazzam bir soygun döneminden geçiyor. Bir çok banka sahibi, halkın mevduatını ceplerine aktardı ve battı. Kamu bankalarının kredileri de, bu batık banka sahiplerine ve ayrıcalıklı işadamlarına peşkeş çekildi.

Kamunun parası harcanırken, bir kamu görevi ifa edilirken, sorumsuzluk olur mu?

Kanadoğlu'ndan dava

"Ticari sır" perdesi altında her türlü şeffaflık teşebbüsü geçiştiriliyor, yapanın yanında kâr kalması kolaylaştırılıyor.

Meselâ tam da Şubat devalüasyonundan önce, 5 milyar dolar Merkez Bankası'ndan çıktı, bazı bankaların kasasına girdi. Milletvekillerinin, "Kim bu imkânlardan yararlandı?" sorusu, her defasında, Derviş tarafından "Ticari sır kapsamındadır" diye cevaplandırıldı.

Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, eski Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel'e, rezervlerin bir kaç gün içinde 27 milyar dolardan 22 milyar dolara düşmesi yüzünden "devleti zarara uğrattığı" iddiası ile dava açtı. Herhalde mahkeme safahatında, 5 milyar dolardan büyük pay alanların, adı da ortaya çıkacaktır. Dengeli bir dağılım mevcutsa sorun yok ama, etrafta dolaşan söylentiler haklılık kazanır ve tam da devalüasyon arafesinde bir kaç bankaya yüz milyonlarca dolar satıldığı anlaşılırsa, herhalde Gazi Erçel de, bu sorumluluğu bazı siyasilerle paylaşmak isteyecektir.

Akbank örneği

Son çıkan Bankalar Kanunu'nda da ticari sır mazereti devam edecek.

Oysa, biz, kesemizden yapılacak yardımın, hangi bankalara aktarılacağını öğrenmek istiyoruz. "Parayı Dünya Bankası veriyor" diye bir gerekçe kullanıyorlar. Sonunda bu para, vatandaşın bir nebze daha fakirleşmesi pahasına, geri ödenmeyecek mi?

Devletin öncelikle açıklaması gereken husus, desteklenecek bankaların sermaye yeterlilik rasyolarıdır. Bu açıklandığı takdirde, kamuoyu, bankasını iyi yönetenle yönetmeyeni birbirinden ayırmış olacaktır. Tercihini de buna göre yapacaktır.

Banka sahibi olanların aynı zamanda Holding sahibi olmaları, her zaman hortumun gerekçesi sayılmaz.

İşte Akbank örneği. Açtık ve yetkililere sorduk: "IMF, bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının, yani kullandıkları krediye mukabil, yatırdıkları sermayenin oranının en az % 8 olmasını istiyor. Akbank'ın kaç?"

Aldığımız cevap % 18 oldu.

Demek, halkın parasını hortumlamadan hem şirketlerini geliştirmek, hem de bankasını büyütmek mümkün.

Hazine, bu yardımı yapmadan, bütün bankaların sermaye yeterlilik rasyolarını kamuoyuna duyurmalı. Ancak o takdirde, dürüst çalışanla, bankasını iyi yönetenle, diğeri arasındaki fark ortaya çıkacaktır. Şeffaflık liberal ekonominin bir gereğidir.

Değirmenin suyu

19 bankaya Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu el koydu. Kasım 2001'e kadar, bu bankalara 20 milyar dolar kaynak aktarıldığı belirtiliyor. Borçlar tasfiye edildi, mevduatlar ödendi, sonra da el konulan bankaların çoğu kapatıldı.

Acaba, el konulan ve bilahare müşteri bulunmadığı için kapatılan bankaların sahiplerinin diğer şirketleri satılıp, harcamaların hiç değilse bir bölümü karşılandı mı? Veyahut, o bankaların alacakları iyi takip edildi mi? Ediliyor mu?

Sözgelimi, Sabah gazetesi belki 10 muhabirle Başbakanın gezisini izliyor. Herhalde, oradan gelecek haberler, Ecevit'in ABD'yi fethettiği istikametinde olacaktır. Biz, işin maddi yönüyle ilgiliyiz. Değirmenin suyu nereden geliyor? Bu seyahatin masrafı nasıl karşılanıyor?

Kamuoyu neden bilgilendirilmiyor? Bu da mı ticari sır?

Bağımsız denetleyiciler

Bağımsız denetleyici kuruluşlar (Arthur Anderson, Price Waterhouse gibi) –ki çoğu dışardakilerin Türkiye'ye uzanan kollarıdır– Fon'a devredilen bankaların kârlı olduklarını, raporlarında gösteriyorlardı. Bankaların hepsi, sözde yüksek kâr marjlarıyla çalışıyordu; bünyeleri sağlamdı. Ama birdenbire battılar!!!

Batı'da olsa, bu bağımsız denetleyici kuruluşlar da teşhir edilir. Zarara uğrayan vatandaşlar, aleyhlerinde dava açabilir. (Bence Türkiye'de bu yolun denenmesi ve mağdurların denetleyici kuruluşları, Türk mahkemeleri önünde dava etmesi doğru olacaktır. Malûm ağlamayan çocuğa meme vermezler.)

* * *

4739 sayılı kanun Cumhurbaşkanı'nın önünde. Sezer'in, hiç değilse, şeffaflık ve denetimi sağlamak istikametinde, veto hakkını kullanması doğru olacaktır.

Ayrıca sermaye yeterlilik rasyosu 5 ilâ 9 arasında seyreden bankalara, banka sahibi hiç para yatırmadan, hisse senedine çevrilebilir, düşük faizli 7 yıl vadeli tahvil verilmesi kararlaştırıldı. Bu uygulama, haksız rekabete yol açacaktır. Bankaların, ailelerin kontrolünde olduğu düşünüldüğünde, haksız bir servet transferi ortaya çıkacaktır. Tahviller, düşük faizli değil, üç aylık bono ihalelerini esas alan değişken faizli olmalıdır.

Neden sermaye yeterlilik rasyosu 0 ilâ 5 arasında olan bankanın sahibinin paraca katkısı isteniyor da, bu oranın üstünde kalanlardan sermaye talep edilmiyor? Ve onlara düşük faizli uzun vadeli kredi verileceği belirtiliyor? Bunun yanı sıra, hangi sebebten dolayı, bankanın hisse senedinin haricinde, aynı patronun diğer şirketlerinin hisse senetleri de teminat olarak Hazine'nin elinde rehin tutulmuyor?

Teminatsız ve düşük faizli kredi, hem haksız rekabettir, hem haksız sermaye transferidir.

Servet transferi

İlâve 4 milyar dolarlık kaynakla, Şubat krizinden bu yana, 24 milyar dolarlık bir meblağ, banka sahibi 20-25 aileye transfer edilmiştir. Siz bu 24 milyar doları halkın en fakir kesimlerinin cebine koymuş olsaydınız, en az 1 milyon aileye 24 bin dolar verebilirdiniz. 35 milyar liralarla, kimbilir kaç hayat kurtulurdu; talep canlanır, sonra da reel ekonominin çarkları dönmeye başlardı.

Madem vatandaş böyle bir fedakârlığa zorlanıyor; hiç değilse paranın kime gittiğini bilsin.

Hortumcular, bankalarını iyi yönetemeyenler teşhir edilsin.

Ve banka kaynaklarını, Bankalar Kanunu'nun zimmet maddesine uygun olarak kendi şirketlerine kullandıranlar da, cezai sorumluluktan yakasını kurtaramasın. Onlara hiçbir yardım yapılmasın.

Dip not (1): 4603 sayılı kanun: "Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Halk Bankası Anonim Şirketi ve Emlâk Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanun."


15 Ocak 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED