T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeşil hat inşaatı

-"Yeniçeri kışlasını topa tutan II. Mahmud, ulemayı tarihî müttefikinden mahrum bırakarak, düşünceyi felce uğratır. Ülke mukadderatına intelicansiya hükmedecektir artık: Avrupa'nın zâde-i melâneti olan ufuksuz ve köksüz intelicansiya. İslâmî tefekkür ciyadet ve hayatiyetini kaybeder; Batı'nın ve Batıcıların taarruzu karşısında kalıplaşır, katılaşır. Yığınların vicdanında bir hatıra ve bir ümiddir artık. Vâkâ-yı Hayriye'den bu yana, ülkemizde tek büyük İslâm mütefekkiri yetişmemiştir. Bu acı hükmü tekrarlarken, ne Cevdet Paşa'yı unutuyoruz, ne Tunuslu Hayrettin'i. Ama birkaç şimşek pırıltısı cehaletin kesif bulutlarını dağıtamaz. Zamanla küfür daha da koyulaşır, mâbedin bekçileri susarlar. Küfrün amansız hücumları karşısında, İslâm'ın ezelî hakikatlerini haykıracak insanlar korkak ve kararsız, fildişi kulelerine çekilirler. "Asrın idrakine söyletmeliyiz Kur'an'ı" diyen Akif, en zehirli oklarını, milletlerarası küfrün boy hedefi II. Abdülhamid'e fırlattıktan sonra, Hidiv'in davetine koşar. Yakın tarihimiz tek mücahid tanımıştır: Said Nursî. (...) Genç nesilleri İslâm mefkûresi etrafında toplayan Necip Fazıl da tefekkür semamızın bir başka yıldızı. (...) Said'in kitapları tahkikî imanın birer kalesi: kendi gönlümüzden, kendi toprağımızdan fışkıran saf bir kaynak. Necip, çeşitli kollarla kabaran, gürleşen bir sel; zaman zaman coşkun, zaman zaman bulanık."

Cemil Meriç'in Kırkambar'ından muktebes bu gelişigüzel (!) ifadeler, bir metindeki asıl maksadın, o metindeki karşıtlıklar çözülmedikçe, çözümlenmedikçe muhataba hep örtülü kalacağının en dikkate değer misâllerinden birini sunuyor bizlere...

- "Vâkâ-yı Hayriye'den bu yana, ülkemizde tek büyük İslâm mütefekkiri yetişmemiştir."

Bu cümlenin temellendirilmesi güç ve bir o kadar da boş bir genelleme olduğunu göstermek için burada isim saymak doğru olur mu? Olmaz elbette. Cevdet Paşa'nın istisna edilmesinin hiç kuşkusuz bir mânâsı olmalı ama ya Tunuslu Hayreddin'in? (Acaba, sanki bir mânâsı varmış gibi mi yapmalı?)

Ya aşağıdaki satırların?

- "Küfrün amansız hücumları karşısında, İslâm'ın ezelî hakikatlerini haykıracak insanlar korkak ve kararsız, fildişi kulelerine çekilirler. "Asrın idrakine söyletmeliyiz Kur'an'ı" diyen Akif, en zehirli oklarını, milletlerarası küfrün boy hedefi II. Abdülhamid'e fırlattıktan sonra, Hidiv'in davetine koşar."

Fildişi Kulelere çekilen korkak ve kararsız insanlar ve ardından da ilginç bir misâl: "Hidiv'in davetine koşan Akif" masalı...

Hidiv'in daveti? "Hidiv" sözcüğünü şimdilik bir kenara bırakalım. Peki ama ya davete koşmak? 'Davet'... 'koşmak'.... ve Akif.... (Rahmetli Meriç'in bilgisinden kuşkulanmak için nedenlerimiz var ve aslında burası pek önemli değil. Önemli olan yorumuna şiddet kazandıran âmili takdir edebilmek!)

Bütün bu ifadeler, hatta gerek Said-i Nursî'nin, gerekse Necip Fazıl'ın adlarının zikredilmesi, İranlı bir aydının, Ali Şeriatî'nin tanıtılması için hep girizgâh kabilinden...

İsterseniz, tekrar Cemil Meriç'e kulak verelim:

- "Bu dâsıtanî şaşkınlık sürüp giderken, İran'dan yükselen dost bir ses gönlüme su serpti, ümidlerim çiçek açtı. İsrafil'in sûruna benzeyen bu gür seste bir basübadelmevt müjdesi buldum. Konuşan bir şahit, daha doğrusu bir şehit. (...) Avrupa'nın öteden beri Aryanlara karşı bir zaafı vardır. Yalnız itiraf edelim ki Ali Şeriatî'de bulduğumuz engin tecessüse, çağdaş İslâm mütefekkirlerinden hiçbirinde rastlamadık. Engin bir tecessüs, geniş bir irfan, Doğu'yu ve Batı'yı kucaklayan bir terkip kabiliyeti ve hepsinin üstünde eşsiz bir mücadele azmi."

"Yerli" olarak nitelendirilen bir sesin, Cemil Meriç'in bu değerlendirmelerini burada tartışacak değilim. Bu genellemelere başvurmasının "nedenleri" (!), bilhassa siyasî anlamı üzerinde de durmaya lüzûm görmüyorum. Fakat bu bakış tarzının "Bu Ülke"nin gençleri üzerinde fevkalâde önemli addedebileceğimiz "neticeler" (!) tevlid ettiğine bilhassa işaret etmek isterim.

80'li yıllarda Ali Şeriati'nin hemen hemen bütün eserleri Türkçe'ye çevrildi ve okundu. Şimdi ise ne kadar okunuyor, bundan pek emin değilim. Fikir hayatımıze etkisinden sözedilebilirse de bu etki kalıcı oldu mu, işte bu da bir bahs-i diğer...

Her neyse, bir zamanların "Yeşil Hattı"nın nasıl inşâ edildiği sorusu, acaba durup dururken nereden aklıma düştü dersiniz?


26 Ocak 2002
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED