T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Irak ve ötesi...

Irak meselesinin 11 Eylül'ün ilk günlerinde beliren "saflaşmalar"ı daha derinleştireceğine kuşku yok...

Geliştirilen pozisyonlar sadece 11 Eylül sonrasında yaşananların muhtemel sonuçlarının yarar veya zarar sağlamasına göre "ayarlanınca", ortaya bu durumun çıkması kaçınılmaz oluyor. Dünyanın gidişine dönük daha öncesinden geliştirilmiş felsefi bir bakış açısının olmaması ve gündelik hayata dair söylenen sözlerin belli bir tarih hesaplaşmasının içinden "süzülüp" gelmemesi, sığlaştırıcı bir etki yaratıyor. Halbuki çok temel bakış açılarının yeni gelişmelerle beraber tekrar değerlendirilmesi gibi "köklü" bir durumla karşı karşıyayız.

Irak ve benzeri ülkelerin çeşitli terörist faaliyetlere odak olması konusunda sabıkası, Batılılar'ın propagandasından mı ibarettir, yoksa bu sabıka çok somut gerçeklere mi dayanmaktadır? Hatta daha da ötesi sorulacak olursa, ciddi terör faaliyetlerine "şemsiye" görevi gördükleri iddiasının bu ülkelerin diktatörleri tarafından özellikle yaygınlaştırılıp yaygınlaştırılmadığı, böyle bir "ima"da bulunmaktan bu ülkelerdeki diktatörlüklerin bir tür sahte meşruiyet üretip üretmedikleri de sorulmalıdır.

Diktatörlüklerin tabiatına dair bir tefekkür bu noktada yol göstericidir. Bütün diktatörler, terörü, bir kurtuluş mücadelesi gibi sunmaya çalışırlar. Kendi halklarına yaptıkları baskıları da, düşmana karşı verilen mücadele için gereken bütünlüğü sağlama ihtiyacı ile izah ederler. Bu diktatörlüklerin önemli bir kısmı İslam dünyasında olduğu için, diktatoryanın siyasal meşruiyetini sağlamada İslam da kullanılıyor. İslam dünyası ve Batı dünyası arasında kurgulanmış "konvansiyonel siyasal ayrışma" yoğun olarak istihdam edilerek, Müslüman halkların hassasiyeti, diktatörlüklerin hizmetine sunuluyor. Filistin meselesinin diktatörler tarafından nasıl istismar edildiği bunun en açık örneğidir...

Bu diktatörlere "söylemsel" düzeyde karşı olanlar ise, her şey normal görünürken bu diktatörlere karşı "çekimser" bir dil kullanıyorlar, ama Batı ile diktatörlükler arasında bir sürtüşme meydana geldiğinde, Batı karşıtlığı üzerinden diktatör siyasetlerin safına kolayca yuvarlanıyorlar. Böylece diktatörlerin istihdam ettiği konvansiyonel siyasete "denk" düşüyorlar. Dolayısıyla, siyaset tarihinin apaçık gösterdiği gibi, bir şeye "söylemsel" olarak karşı olmak, "ideolojik" olarak karşı olmak anlamına gelmiyor. Bir siyasete dönüşmediği sürece ise, diktatörlere karşı olma söylemi, diktatörlerin daha çok beslenmesine bile yarayabiliyor...

Batı ile bu diktatörlükler arasında bir sıcak sürtüşme olmadığı zamanlarda, bu diktatörlerin eziyeti altında yaşayan halkların hukukunu korumak yerine, Batı'yı suçlamayı tercih edenler, Batı'dan diktatörlere dönük bir saldırı olduğu zamanlarda ise bu diktatörlerin yönetimi altında yaşayan masum halkların uğradığı zararları öne sürerek Batı'yı eleştiriyorlar.

Kuşkusuz ABD başta olmak üzere bazı Batı ülkelerinin, çocuklara gönderilen süt tozuna ambargo koymayı bile bir savaş yöntemi olarak benimsemeleri insanlık-dışıdır. Öte yandan bunun "araçsallaştırılması" yoluyla diktatörlerin örtülü bir biçimde himaye edilmesi daha da insanlık-dışıdır. Mesele açıktır; diktatörleri, Batı karşısında İslam dünyasına ait bir olgu olarak mazur görenlerin, Batı'nın saldırıları karşısında masum halkların gördüğü zarardan bahsetmeleri siyasi oportünizmden öte bir şey değildir.

Çok yakında Irak'ta ve benzeri yerlerde sıcak günler yaşanacak ve yukarıda söylediklerimiz üzerinden yine saflaşmalar meydana gelecek. Bunları şimdiden söylemekte fayda var...


26 Ocak 2002
Cumartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED