T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyasette risk, yazarlıkta onur...

FP'nin kapatılma gerekçesinin içeriğinde "eski" İstanbul mebusu Nazlı Ilıcak'ın gereği şekilde "savunulmaması"nın üzüntüsünü duyan "Nazlı Hanım", partinin genel başkanı Recaî Kutan ve özellikle de Anayasa Mahkemesi'ne savunmayı sunan Ankara mebusu Cemil Çiçek ile İstanbul mebusu M. Ali Şahin'e serzenişte bulunup:

"Bindirilmiş kıtalarda yer almaktan" veya

"Sindirilmiş kıtaların sönük bir ferdi olarak kalmaktan" kaçınıp;

"Vicdanı hür bir eski milletvekili konumunda bulunmayı bin kerre tercih ederim" derken, siyasetin ne tür bir cilveli hayat tarzı olduğunu göstermiş oldu!

Fakat, 80'li yıllarda "sağcı görüş" deyip, bizleri bu politik görüşün üzerine saldırtanlar, gün geldi, kendilerini "siyah zenci" gibi görüp, Nazlı Ilıcak gibi sağcı yazarları, "savunan beyaz adam" gibi "milli görüş"ün "bindirilmiş kıtaları"nın başına getirdiler!

Refah Partisi'nin kapatılma aşamasında, Boğaz'daki yalısında on gazeteci ile yaptığı Erbakanlı yemekli toplantıda, o zamanki RP'li mebus ve il başkanları, "Artık bu on sağcı-solcu yazar ve gazeteci, millî görüşü savunacak, şimdiye kadar biz hata ettik" diyerek, RP'nin kapatılmasına engel olmanın plan ve toplantılarını "havuzlu yalılar"da sürdürdüler.

Amma olmadı, RP kapatıldı. O zaman yeni bir takım "faziletli yazar ve gazeteciler arandı" ki, Nazlı Hanım, bunların başında yer aldı.

FP'nin kurucusu oldu ve ilk seçimde FP'nin İstanbul mebusu olacak yere kondu.

Teşkilat, Nazlı Hanım'ın arkasında, propaganda faaliyetlerinde "mesture kızları" takıp, "yeni bir açılım" mesajı vermeye çalıştı.

Öyle oldu ki, FP'nin genel idare kurulunda, "doğu kökenli mebuslar"la ideolojik tartışmalara girdiğinde de, Nazlı Hanım korundu, aşırı fikirlerine sabır gösterildi...

Yıllarca savunucusu olduğu Adalet Partisi, Süleyman Bey ile sağcı politikacıların vermediği değeri ve payeyi "millî görüş" önderleri verdi.

Hem de "kırk yıllık millî görüşçü yazar ve düşünürler"i stepne olarak kullanmak pahasına!..

Çünkü, Nazlı Hanım'ı "partide baş tacı" edenlerin tabana zerk ettikleri ruha göre, cennetlik olanlar, hiç bir beklentisi olmayıp, Allah rızası için "RP ve FP bayrağı"nı elektrik direklerine asanlar oldukları "miskinlik felsefesi"nden besleniyordu.

Öyle oldu ki, zamanla FP'nin kurmayları ile dış seyahatlere de giden Nazlı Hanım; Cengiz Çandar ve Emin Şirin'in ön hazırlıklarını yaptıkları ABD ve özellikle de Washington gezisinde, yapılan "lobi görüşmesi"nin fiyaskosunun, ayrıca FP genel başkanı Sayın Recai Kutan'ı karşılamada, birkaç araba ile gelen "mastır öğrencisi" gençleri yaya bırakıp, Aslı ile M. Ali'yi yanına alıp, "aile yemeğine" giderken de, FP'nin kurmayları Nazlı Hanım'ı bağırlarına basmışlardı.

Bu da yetmezse, bir başka örnek verelim ki, Nazlı Hanım'ın alındığı "savunulmama kompleksi"nin üzerine bir "lâyt kola" içelim:

18 Nisan seçimleri arefesinde idi:

İstanbul teşkilatında huzursuzluk had safhada...

"Milli Görüş"ün doğal lideri muhterem Erbakan, Kurban Bayramı'nın 3. günü, Boğaz'daki köşklerin birinde bir kahvaltılı basın toplantısı düzenliyor. On-onbeş kadar gazeteci var masada. Hoca, sağına İBŞB başkanlığına aday gösterilen Ali Müfit Gürtuna, soluna FP il başkanı Numan Kurtulmuş'u alarak, kahvaltılı sohbet toplantısı başlıyor. İki üç saat sürüyor; sigaracılar, arada bir salon dışına çıkıyor, amma Nazlı Hanım ise, sürekli "Hello ciklet" daveti yaparcasına sakız çiğneyip duruyor. O zaman diyorum içimden, demek ki liderlerin de böyle "sabırlı" tavırları da olacak(mış.)

Bunları niçin anlatıyorum:

Nazlı Ilıcak'a yıllarca "bir bilen" savunması yaptıranlar, partilerinin kapısından içeri sokmazken; "Adil Düzen" yolunda siyaset üretenler, bir dönemde sahip çıkıp, parti kurucusu, genel idare kurulu üyesi ve "genel merkez kontenjanı" ile "seçilecek yerde" aday gösterip, "hür bir eski milletvekili" olmasını sağlıyorlar.

Şimdi onları suçlamak, ilgilenilmez, istenilmez ve savunmasız bırakılır gibi bir atmosferi üretmek, kalemin gücünden ileri gelse gerektir.

Yoksa, siyasetin inişli çıkışlı yollarında, bu tür cilvelerle karşılaşmayı olağan kabul etmelidir.

Asl olan, gazeteci ve yazar olarak, ülkenin demokratikleşip hür düşüncenin çağdaş boyutlarda seyr eden gelişmesine giden kulvarlarda, hızla ilerlerken, arkada hoş bir seda bırakmak, en onurlu yoldur.

Bu bakımdan Nazlı Ilıcak üzülmesin, DP'den itibaren başlayan siyasal mücadelesinde, sağcıların vermediği TBMM'ndeki kimliğini, "Millî Görüş" kurmayları "adil düzen" çizgisinde, "kimlikli bir mebus" olarak, kendi savunmasını yapacak gücü verdiğinden, cesaretini kaybetmemelidir:

Üç beş yıl için yasaklanmak bir şey değil, çünkü ortada kalem ve kelâmı üzere, mahpesi boylayıp, siyasî arenada "stepne" olarak kullanılan pek çok gazeteci-yazar vardır. Onları görüp "teselli" bulmalıdır!


26 Ocak 2002
Cumartesi
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED