T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Değişimin de önkoşulları var…

Üzerinden çok geçmedi, ülkede bir yıl öncesinden başlayarak, etkileri hâlâ süren bir fikir birliği oluşmuştu.

Deniyordu ki, "globalleşme süreci her tür yerel egemenliği hukukun evrensel ilkeleri içine alacak, kaybolmuş, kaybedilmiş toplumu ve toplumsalı keşfettirecek bir süreçtir. Bu süreç ve Türkiye'nin bu çerçevede yaşadığı ağır kriz, bir yenilenmeyi, özellikle demokratikleşmeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Çünkü globalleşme süreci açısından baskı büyüktür ve kriz açısından deniz bitmiştir..."

Aslında bu, bugüne kadar her ciddi krizde tekrarlanan olan "deniz bitti" tespiti ile "siyasetsiz bir değişim arayışı"na işaret eden "dış baskı" ütopyasıydı. Tahlil açısından bu tür tespit ve ütopyalar çok anlamlı olmasa da, umutsuzluk denizinde bir umut oluşturlar; nitekim yine öyle oldu.

Sonra tekrar gerçeklere dönmeye başladık…

"Marjinal hale getirilmiş bir toplum, sindirilmiş bir siyaset, sıfır noktasına getirilmiş tartışma üçlüsü"nden oluşan "ağır hastalık tablosu", AB ile ülke arasına mesafe koyma operasyonlarıyla, her yasal değişikle derinleşen bir otoriterleşme haliyle yeniden netleşmeye başladı.

Bu durum şaşırtıcı değildir.

Nitekim "Türkiye, başka bir yere gidemeyeceği için radikal değişime doğru ilerleyecektir ve Batı eliyle değiştirilecektir" denklemi Tanzimat'tan bu yana tarih laboratuvarında hemen hiç sonuç vermemiş, tersine, zihinsel olarak siyasetten arınmayı teşvik etmiş bir denklemdir. Dolayısıyla Türkiye'yi anlamak ve yönlendirmek açısından "yetersiz" bir denklemdir.

Globalleşme sürecinin ülkeyi bir ölçüde değişime ittiğine elbet şüphe yok. Ulusötesi sermaye tüm olanaklarıyla dünyanın "otoriter kalecikleri"ni altüst ediyor. Her gittiği yere evrensel liberalizmi ve hukuku götürüyor.

Bu durumla sadece son ekonomik kriz esnasında karşılaşmadık. Kaç yıldır; AB, Gümrük Birliği, Kürt meselesiyle yaşıyoruz bu süreci. Etkileniyoruz, bir ölçüde değişiyoruz.

Ama bu, madalyonun sadece bir yüzü...

Bu etki aslında, ülkenin "Batı'yla olan ikinci büyük tarihsel randevusu"na, "Batı'yla gerçek anlamda ikinci bir sıcak teması"na işaret ediyor. Ve bu temasın toplumsal, kültürel, siyasi yapıda yarattığı sarsıntı, sanıldığından daha derin ve çok yönlü. En az globalleşme süreci, yani dış dinamikler kadar tayin edici. Madalyonun bu yüzünde tepkiler, iç içe girmiş tavırlar; siyasi, sosyal kimlik yırtılmaları bulunuyor.

Bir kere ortada "otoriter kaleciklerin", yani Türk devleti gibi otoriter devletlerin ulusötesi sermayenin etkinliğine, getirdiği yeni oyun kurallarına gösterdiği tepki ve derin direnç var. Daha doğrusu, bugün Türkiye'de tanık olduğumuz gibi, "içe kapanma refleksiyle dışa açılma zorunluluğu arasında bir denge" oluşturma çabaları var.

Sorun, daha doğrusu ters yöndeki değişim de burada başlıyor.

Çünkü bu denge arayışı bir dizi yırtılma noktası içeriyor. Batı baskısı, tehlikeli batılılaşma gibi "toplumsal genetik kaygılar"dan üreyen, bu çerçevede siyaseti dışarıdan gelen paraya ve dışarıdan gelecek kültürel, ekonomik, politik girdilere indirgeyen "yaygın toplumsal zihniyet", toplumu ve siyasi partileri yerine uluslarası gelişmeleri koyuyor ya da uluslararası eğilimlerle özdeş hale getiriyor. Böylece devlete endeksli siyaset algısı sürekli pompalanıyor. Ekonomik, kentli, faydacı bir milliyetçilik dalgası da da bu noktalardan ürüyor, bu noktalardan fışkırıyor.

Üstelik bu tepki, yırtılma, yırtılmanın yarattığı milliyetçi dalga sadece devlet ile ulusötesi piyasaların gerilimden kaynaklanmıyor. Batı'yı bir özne haline getirmesiyle, kaynak transferleri sonucu ülkeyi "yoksul ve ucuz" kılmasıyla; globalleşme de yerel tutumlara, "devletçi fikre" meşruiyet kazandırıyor.

Evet; tüm bunlara Batı'yla yaşanan 2. büyük sıcak karşılaşmanın bir tür bedeli de denebilir belki...

Ama asıl doğru teşhis, bugün Türkiye'nin devlet eliyle değişime kalkmasının, atarekil bir toplumsal ve zihniyetle içeride mücadele etmemiş olmasının bedelinin ödendiğidir…

Unutmamak gerekli demokrasiyi dış dinamik zorlar, ama iç dinamik kurar.

Toplumu ve toplumsal uzlaşmayı yeniden keşfedecek, toplumsal mutabakatları tazeleyecek, devletçiliği geriletecek siyaset ve siyasi tavır, bu yüzden, bugün her zamankinden daha önemli...



4 Şubat 2002
Pazartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED