T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

R Ö P O R T A J
İslam dünyası demokrasiyi ciddiye almak zorunda

Türkiye İslam dünyasına model olabilecek potansiyele sahiptir. İyi-kötü bir demokrasi tecrübemiz var. İslam dünyası da demokrasiyi ciddiye almak, buna adapte olmak ya da en azından demokrasi benzeri bir İslami anlayışı benimsemek zorundadır.

n 11 Eylül bütün ülkeleri ve uluslar arası blokları derinden etkiledi ve değişim sürecini başlattı. Bu gelişmeden İslam dünyasına düşen özeleştiri payı nedir?

Kesinlikle bütün dünya açısından dersler çıkartılacak bir olay. Bundan iyi bir ders çıkarılırsa bundan bütün dünya olduğu gibi Müslümanlar da fayda sağlar. Bir kere İslam dünyası ayaklarının üzerine basmayı öğrenmeli. İnsanlar, birtakım hamasi düşünce ve eylemlerle bir sonuç alamayacaklarını öğrenmeli. Hem kendi insanımız hem de dünya insanlığı için, hayat ve toplum için ve devlet için daha sağlıklı projeler üretmeliyiz. Bunun için de çok zengin olan geçmişimizi çok iyi değerlendirmeli ama bu geçmişe takılıp kalmamalıyız. Bu bir övünç meselesi olmaktan kalkmalı. Biz tarihimizle, İslam dünyası da İslam'ın geçmişiyle övünme hastalığına tutuldu. Sanki, ne olursa olsun başına "İslam" getirdiğinde iş bitti zannedildi. İslam'ın derinliğine inemedik sadece söylemde kalarak kolay çözümleri tercih ettik.

n Buradan, Elbette dinimiz terörle asla bağdaştırılamaz ama bu İslam dünyasında teröre yatkın grupların olmadığını da göstermez sonucu çıkıyor mu?

Doğru. Gerçeği olduğu gibi ortaya koymamız lazım. Tabi bunları besleyen nedenleri de sorgulamamız lazım. Bana göre insanları anlamsız tepkilere sevkeden şeyler imkansızlıklardır, zorluklardır, çözümsüzlüklerdir. Çözüm sizin elinizde olmadığı zaman çıldırıp yanlış şeyler yaparsınız, başka bir yolunuz kalmaz. Eğitimi yok, parası yok, imkanı yok geleceği yok... Bu adam ne yapabilir? Terörü besleyen ana yuvaları bulmak, oradaki şartları makul ve mantıklı bir düzeye getirmek lazım. Bunun getirecek olan büyük devletlerdir çünkü bu bölgelerdeki politikaların sorumluları onlardır. Terörün gerekçelerini sıcak çatışma alanlarında aramak lazım.

İfade ettiğiniz şeyler İslam dünyasına kendi içindeki terör unsurları karşısında bir tavır takınma mecburiyeti de getiriyor. Bu nasıl bir tavır olmalı?

İslam terörü kesinlikle yasaklar. Sivil insanları hedef alan eylemleri asla onaylamaz. Sokağa çıktığım zaman kimin beni öldüreceğini bilmiyorsam, buna karşı bir tedbir alma imkanım yoksa bu terördür. İki devlet birbiriyle savaşırsa burada savaş kuralları geçerlidir, bu anlaşılabilir. "Bir canı öldüren bütün insanlığı öldürmüştür" cümlesi bizim için temel prensip olmalıdır. Terörle ölüm için hiçbir haklı gerekçe de olmamalıdır.

Bunu karşı taraf yapıyor olsa bile!

Evet, karşı taraf yapıyor olsa bile. Biz tarihte İslam medeniyeti olarak gücümüzü hep global anlayışımızdan almışızdır. İspanya'daki Müslümanlara yapılan zulüm karşısında İslam ülkeleri benzer bir ödeşme tavrıyla hareket etmemiştir. Savaşta bile, savunmasız insanı, din adamını, kadını, çocuğu öldürmemişlerdir. İslami anlayışta savaş olan bir yerde insanların etrafını ateşe verip onları bulundukları yerde yaşayamaz hale getirmek de yoktur. Ağaç bile kesemezsiniz. Bunlar İslami değerlerdir ve bu değerlere hiç sahip çıkılmazken biz bunları yaşamışız. Bu bakımdan ben İslamı savunmak adına yapıldığı söylenenler de dahil bütün terör eylemlerine karşı çıkıyorum. Sadece, İslam'ın ilkelerini hatırlamamız bizi terörden men etmeye yeter.

Son gelişmelerden sonra, "İslam dünyası"nı hala bir siyasal güç ve kudret mefhumu olarak tanımlamak mümkün görünüyor mu?

Ben devlet planında, politik planda bir İslam dünyası olduğuna inanmıyorum. İslam dünyası nerede ve bunların hangi ortak politik görüşü vardır? Bir yerlere bakıp oradan alacakları mesaja göre birkaç kelam etmekle siyasal güç olunamaz. Bir milyarı aşkın Müslüman insan olarak var ama bu nüfusun dünya platformunda bir ağırlığı yok. Ne siyasi ne de dini manada bir otoriter güç bulunmuyor. İslam dünyasının önde gelen devletlerinde bile bu tartışmaları yapan mahfiller yok. Hiristiyan dünyasındaki Vatikan ya da Patrikhane gibi bir ortak karar merkezi yok.

Bunu ikame etmek için hilafet önermiyorsunuz herhalde....

Değil, çünkü bu konjonktürde bunun üzerine bir proje üretmek geçmişi tekrarlamaktan başka bir işe yaramaz. Başka değerler üzerine bina edilecek birliktelikler olmalıdır, bu da İslam'dır. Mesela, İslam Konferansı Örgütü aktif olsa hilafetin bütün fonksiyonlarını ekonomik ve siyasi alanda gösterebilir. Zaten, Müslümanların icması, oybirliği yoksa halifeliği ilan etmenin anlamı yok. Bugün hem dini hem de dünyevi bir ortaklığımız olmadığı için siyasi planda bir İslam dünyası yok sadece Müslümanlardan oluşan bir dünya var. Böyle olduğu için bu dünyanın önderlerinden bir şey beklemiyorum.

Peki Türkiye'nin İslam dünyasına bir model olabileceği iddiası bunun neresine oturuyor?

Türkiye'nin İslam dünyasına model olabilecek potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Huntington'un da tasnif ettiği gibi İslam dünyasındaki Türkiye, Endonezya, Malezya, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi 6 büyük devlete önderlik kapasitesi açısından baktığımızda Türkiye öne çıkıyor. Yetişmiş insan gücü ve devlet tecrübesi bakımından Türkiye genel olarak iyi göstergeler sahip. İyi-kötü bir demokrasi tecrübemiz var. İslam dünyası da demokrasiyi ciddiye almak ve buna adapte olmak zorundadır. Ya da en azından demokrasi benzeri bir İslami anlayışı benimsemek zorundadır. Tabi, Batı da bir yandan bu ülkelerdeki baskıcı rejimleri görmezden geliyor. Bir Fransız bilim adamı bana "Suriye'de demokrasi demokrasi uygulanırsa bu ülke kan gölüne döner" dedi. Batı'nın bu ülkelerdeki rejim tercihleri kendi çıkarları doğrultusunda gelişiyor. Petrol zengini ülkelerde demokrasi olsa ABD bu ülkeleri şimdiki kadar rahat denetleyemez.

Dürüst olalım. İnsanımız için bir refah ve nitelikli hayat şartları oluşturamadık. Üretim sağlayamadık, sosyal barışımızın da tesis edildiği hatta etnik sorunları aşabildiğimiz bile söylenemez. Bu şartlarda İslam dünyasına bir model olabileceğimizi söylemek abartı değil mi?

Türkiye'nin saydığınız bütün sorunları var, doğru. Ama İslam dünyasını baz aldığınızda bu ülkeler içinde herşeye rağmen görüş belirtilebiliyorsa, ekonomik gelişme sağlanabiliyorsa bu Türkiye'de olabiliyor. Bunu demokrasi sağlıyor. Biz demokrasimizi dünya standartlarına yükseltebilirsek o zaman İslam dünyasına tam olarak model oluruz. Şunu de unutmayalım. Bu demokratik yönelimimiz İslam dünyasındaki otoriter yönetimleri rahatsız ediyor. Batı'da olan insan hak ve hürriyetleri ile özgürlükleri de tam olarak uyguladığımız zaman İslam dünyası bunu da model olarak alacaktır.

Batı'daki değerleri almaktan söz ediyorsunuz. Bu, İslam'ın evrensel değerler önerme özelliği ile çelişmiyor mu? İslam'ın insana verdiği değerden üstün değer mi var?

Demokrasi için söyledim. Sadece Batı değerleri değil buna ilaveten içinde İslam'ında bulunduğu insanlığın müşterek tecrübesinden yararlanmalıyız. Alsa bir kopyalamadan söz edilemez. Batılılaşma ile modernleşme aynı şey değildir. Batı'nın değerlerinin sadece bizim değerlerimizle uzlaşan taraflarını alabiliriz, tamamını değil. Biz yapamadık ama bunu Japonya başardı. Modernleşti ama Batılılaşmadı. Batılılaşmaya "hayır" diyebiliriz ama Modernleşmeyi reddedersek kendi köyümüze hapsoluruz.

İslam'ın ve İslam dünyasının bu küresel köye bir katkısı olabilir mi ve bu nasıl formüle edilebilir?

Küreselleşmeyi reddetmek mümkün değil ve bence bu İslam'ın özünü de zedelemez. Çünkü, İslam'ın değerleri dünyanın geleceği için büyük fırsatlar içeriyor. İslam'ın evrensellik mesajı var. Alemlerin Rabbi olan Allah, Alemlere rahmet olan peygamber ve alemlere hidayet sunan Kur'an-ı Kerim'dir. Batı'nın İslam'a en çok ihtiyaç duyduğu dönemdeyiz. Başta İslam ahlakı, adalet, eşitlik, dayanışma, paylaşma gibi değerlere insanlığın ihtiyacı var. Dostluk ve sevgi gibi değerler anlamını İslam'da bulur. Bunu bütün dünya ile paylaşmalıyız.


 
PROF. DR.
BEKİR KARLIĞA

İHL'ler 13. yüzyıldan beri beklenen bir projeydi
1947 yılında Adıyaman'da doğdu. Urfa ve Diyarbakır medreselerinde 5 yıl eğitim gördü. Kahramanmaraş İHL ve İstanbul İslam Enstitüsü'nü bitirdi. Ardından İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nü bitirdi ve aynı fakültede felsefe doktorası yaptı. Daha sonra İslam Enstitüsü'ne asistan olarak girdi ve öğretim üyesi oldu. Profesörlüğe kadar akademik kariyerini sonradan Marmara İlahiyat adını alan bu okulda tamamladı. Bir yıl Fransa'da bilimsel çalışmalar yaptı. Prof. Karlığa'nın yayınlanmış telif ve tercüme 40 civarında eseri ve çok sayıda makalesi bulunuyor. Karlığa'ya göre, Köy Enstitüleri ve İmam-Hatipler Cumhuriyet'in en özgün eğitim kurumları: "Köy Enstitüleri ve İmam-Hatip okulları iki iyi projeydi. Ama Köy Enstitüleri ideolojik kalıba bürünerek halkın gözünde ateist, pozitivist kurumlar haline dönüştü. İHL'lerde ise İslam dünyasının 13. yüzyıldan beri beklediği proje vardı. Yani akli ilimler dini ilimlerdin birleştirilmesi. Maalesef bu iki kurum da çeşitli sebeplerle ayakta tutulamadı. Şimdi, İslam dünyasında benzeri olmayan İlahiyat Fakülteleri var ve bu okullar da ihtiyaç duyduğumuz sentezin programına uygun eğitim yapıyor."

BATI DİLLERİ, İSLAM'A KARŞI DESTANLARDAN DOĞDU
Batı'nın zihninde her zaman hazır bir İslam düşmanlığı imajı vardır. Bunun tarihi kökleri vardır ve 11 Eylül'den sonra olduğu gibi her olayda bu tarihsel şuuraltı ortaya çıkmaktadır. Bu şuuraltının temeli 9. yüzyılda İspanya'da Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki mücadeledir. O dönemde Batı büyük bir cehalet içerisindeydi. Yeni tanıdıkları İslam'ın medeniyet anlayışına hayran kaldılar ve bu onlar için adeta bir şok etkisi yaptı. Bu da İslam dünyasına doğru bir ilgi ve yönelmeyi getirdi. İslam'ın yayılmasından endişe eden dönemin Hıristiyan otoriteleri tedbir aldılar. Nitekim daha 11.yüzyılda Amorisyenler hareketi vardır ve bunlar İslam'daki tevhid inancına benzer bir görüşe sahipti. Bunlar İspanya'da Müslümanlara yakın bir bölgede bulunuyorlardı. Ardından Adriquazlar ve Hıristiyanlar tarafından "herezi" olarak adlandırılan hareketlere karşı tedbirler aldılar. İlk olarak da Müslümanları zalim göstermek için propagandaya giriştiler. Ellerine şöyle de bir fırsat geçti. Müslümanların hakimiyetinde olan Kurtuba'da bir papaz İslam aleyhine vaazlar veriyordu. Bu papaz yargılandı ve idam edildi. Hıristiyanlar bu papazın kanlı elbisesini alıp Paris'e kadar bütün Avrupa şehirlerini dolaştırdılar. Bir papaz olayı anlatan bir de kitap yazdı. Böylelikle Avrupa'da ciddi bir İslam karşıtlığı başladı. Haçlı seferlerinin temelini de bu olay atmıştır. Bu savaşlar esnasında 'Sanshon de jest' denilen savaş destanları yazılmaya başladı. O zamana kadar Avrupa'da sadece Latince yaygın ve yerel diller de yok. Yazılan bu 200'ü aşkın İslam'a karşı kahramanlık destanları yerel dilleri de doğurdu. Bunlar İspanyolca, İtalyanca gibi bugünün Avrupa dillerinin ilk yazılı metinleridir. Fransız Roland'ın destanı Fransızca'nın ilk yazılı metnidir ve bugün de bütün Avrupa okullarında bu destanlar temel metin olarak okutulur. Bu destanların hepsinde Müslümanlar hain, gaddar, kan dökücü, kötü insanlar olarak tasvir edilir. Onlara karşı kahramanlık gösteren Hıristiyanlar ise "iyi"yi ve "doğru"yu temsil ederler. 11 Eylül'den sonra Bush'un söylemine de yansıyan ayırım buradan geliyor.
11 Şubat 2002
Pazartesi
 
 
Künye
Temsilcilikler
Reklam Tarifesi
Abone Formu
Mesaj Formu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED