AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Azerbaycan'dan bakınca: "Dumanlı Türkiyem"

Yeni Musavat gazetesinde "Klivlendden açıklama gözlenilir" başlıklı haberde şöyle deniyor: "Dövlet başçısının sehheti getdikce sirli bir mövzuya çevrilir. Dünen dövlet başçısı Heyder Eliyevin varlığı ile bağlı yayılan melumatlar evvelkilerden ferklenmedi. Rehberin oğlu İlham Eliyev telekanallara verdiyi açıklamada bildirdi ki, atasının müalicesi yahşı gedir."

Bekleyen bekleyedursun, biz aynı gazeteden bir yazarın makalesine göz atalım. Şahveled Çobanoğlu'nun "Dumanlı Türkiyem" başlıklı yazısı. Azerbaycan'dan bakınca, öyle görünüyor demek. Uzun yazıdan bir çeyreği kadar altını çizdiğimiz satırlara beraber baksak derim... Bakın ne diyor Çobanoğlu:

İlham Eliyevin baş nazir postuna getirilmesine Türkiyeden gelen resmi tebriklerin, H. Eliyevin durumu ile bağlı müemmalı oyunların yaratdığı suallar çok sertdir. Bizim ölkeni cehenneme çeviren bir aile hakimiyyetini neden müdafie edirler?

Demokratiya ve insan haklarına teessüb bir yana kalsın, kanı-canı, dili-dini bir olan soydaşlarının ezablarına niye bele göz yumurlar? Azerbaycanda monarşiya kurulmasına neden destek verirler? Belke bize arzuladığımız Azerbaycanda yaşamağın vaktı çatmadığını demek isteyirler?

Onu ne geder sevdiyimize sübut lazım deyil. Evlerimizde her zaman iki bayrak sakladık, biri bizimkidir, o biri de bizimkidir - amma Türkiyenindir. Etiraf edilmelidir ki, Türkiyede bele hallar yok derecesindedir.

Koy bir çoklarının dediyi kimi olsun. Tutak ki, Türkiye indi ölkede sabitliyin pozulmasını istemir ve probleme bizim gözlemediyimizden artık derecede hessas yanaşır. Tutak ki, son hadiselerin arkasında hele anlaya bilmediyimiz hoş meramlar dayanır.

Bes geride kalan on il? Oğul Eliyev kalsın bir yana, ata Eliyev dövründe ne etdi Türkiye? Onun bizim halka elediyi zülmlere göz yummadımı?

Susurluk kazasına kadar bu Eliyevlerin adı gedib çıhmışdı. Türkiyede bunlar hakda neler bilmirdiler? Azerbaycanda bu hakimiyyetin neler etdiyini müşahide edirdiler.

Önceki seçkilerde Türkiyede milletçi kuvvelerin partiyası hakimiyyete gelmişdi, burada Türkiyeseverler, milletçiler yere-göye sığmırdılar ki, bes Dövlet Bahçalı Azerbaycanda milli kuvvelerin ve ümumi halkın başına açılan zülmlere göz yummayacak. O da susdu! Solçusu bele, sağçısı bele, hökumeti bele, mühalifeti bele! Derin dövlet adlandıranlar ne etdi, paşalar neyledi?! Anlamadık!

Neticede Azerbaycan üçün Türkiye hökumetleri ve siyasetçileri bir müemma dumanına bürünmüş olarak kalır.

Canım Türkiye, koca türkün cesur oğlu, doğrudanmı bu sensen? Men Azerbaycanı düşünüb, bedbinliye kapılmamak üçün sene bakırdım! Senin içini bürümüş duman ve düyünlerine bakıb ne etmeliyem? Seni bu gününden kurtarmak üçün de mücadilelere ehtiyac olduğu ağlıma gelmemişdi. Artık seni evvelkinden çok sevdim, halına acıdım, derdine şerik oldum, problemlerini anlamağa çalışdım. Buna senin ehtiyacın var!

Belke kimlerse 'çok umuruk' deye etiraz edecek. Beli, çok umuruk, çünki çok sevirik! İnden bele daha çok umacağık, çünki daha çok seveceyik. Bir de ki, umduğumuz nedir? Ne ordu istedik, ne silah-sursat istedik! Ne para isteyirik, ne başka bir şey!

Umduğumuz tek bir şey var: Türkiyeye sevgimize mane olmasınlar!

SU NASIL UYUR?

Samanın eski dilde 'para' anlamına gelişinden hareketle, "Sakla samanı gelir zamanı" sözünün daha bir anlam kazandığını belirten okurumuz Halil Şirin, -ki evvelce belirtmiştik- bugün de "Su uyur, düşman uyumaz" sözündeki suyun nasıl uyuduğuna da kafayı takmış ve "su"yun eski dilde "asker" anlamında kullanıldığını (Bakınız; subaşı: komutan) bularak, konuya açıklık getirmiş bulunmaktadır; bilginize...

MİS KOKULU DİLEK

Ablamız memleketine gittiğinde, kadınların çamaşırları derede yıkadıklarını görüyor. Çamaşırlar mis gibi kokuyor, tertemiz oluyor. Tatil bitip devamlı yaşadığı şehre dönüyor ama, ne yapsa, ne kullansa çamaşırları memleketteki gibi kokmuyor. Dert mi istersin? Al sana dert!..

Ne yapsın, o da oturup "Ayşe Teyze"ye mektup yazıyor. Durumu anlatıyor. "Böyleyken böyle!.."

İşe bakın ki Ayşe Teyze de oğluyla beraber tatile gitmiş.

Postacı, çanta dolusu mektubu masaya boşaltıyor.

Mektupların arasından, Ayşe Teyze'nin eline -daha önce gördüğümüz- memleketine gidip dönen ablamızın mektubu rastlıyor. Ayşe Teyze hemen vaziyete el koyma kararlılığıyla yerinden fırlayıp, bir ağacın arkasında saniyede kıyafetini değiştirirken, oğlu yine tatilin zehir olacağını anlıyor ve oflayıp pufluyor.

Ayşe Teyze, çat kapı, mis kokulu dilek tutan mektupçu ablamızın yanına damlıyor. Ve ona hangi tür malzemeyi kullanırsa çamaşırlarının istediği gibi temiz ve memlekette derede yıkanan çamaşırlar gibi güzel kokulu olacağını anlatıyor.

Ablamız hayretler içinde kalsa da eline verilen ürünü deniyor ve istediği sonucu alıyor.

Ne mutlu! Ne mutlu ama seyredenler, mektupçu abladan bile daha fazla hayrete gark oluyor. Bakınız; gark, gark!..

A be mektupçu abla!..

Hem çamaşırların ne şekilde temizleneceğini bilmiyor ve mis kokulu dilek tutuyorsun, hem de Ayşe Teyze'yi tanıyorsun. Tanımakla yetinmiyor, adresini dahi biliyorsun. Üstelik tatil adresini bile.

Ayşe Teyze'ye bu kadar yakınsan, onun hangi cins ürünü getireceğini niye bilmiyorsun?

Kadıncağızı boş yere yoruyorsun, tatilini yarıda kesiyorsun!

Çok ayıp!


14 Ağustos 2003
Perşembe
 
MEHMET ŞEKER


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED