AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Ömer Dinçer olayı

Aslında meseleyi "Türkiye ve İslam" başlığı altında değerlendirmek de mümkün. Prof. Dr. Ömer Dinçer Başbakanlık Müsteşarı ve onun 1995'te "21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye'nin Gündemindeki İslam" başlıklı bir sempozyumda sunduğu bilimsel bildiri, bugünlerde "iktidarın siyasal islamcı hesaplar içinde olduğunun belgesi" olarak polemiklere konu oluyor.

Önce buraya, CHP'nin İstanbul Büyükşehir Başkan adaylığı için düşündüğü Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Celal Doğan'ın, Sosyal Demokrasi Vakfı'nda yaptığı konuşmadan bir küçük cümle almak istiyorum; diyor ki sayın Doğan: "İnsanlar bizleri iktidara geldiğimizde dinlerini yok edecek siyasetçiler gibi algıladı."

Bu cümleyi sadece, Türkiye'de halk ile siyasetçi ve devlet arasında "dinin nereye konacağı" konusunda bir ortak yaklaşım bulunmadığını anlatmak için aldım. Bunu, solda siyaset yapan, daha açıkçası, hakim zihniyetin dinle ilişki çerçevesini sahiplenen CHP'li bir kişi söylüyor. Sözünün CHP'ye mesajı da belli: "Duruşunuzu değiştirin, politikanızı gözden geçirin, halkın din konusundaki beklentisi ile uyum sağlayın." Bunun, CHP'ye - hakim zihniyete- yönelik bir restorasyon talebi olduğu açık. Nerede restorasyon? Elbet CHP'nin laiklik tanımında...

Şimdi bazı sorular soralım:

-Türkiye'nin İslam'la ilişkisi bu ülkenin iç - dış politikalarını etkileyen bir konu mudur? Eğer böyle ise o zaman dış ilişkilerimizde en olumlu etki, Türkiye'nin İslam'la hangi çerçevede buluşması ile sağlanabilir?

-Türkiye İslam'dan soyutlanabilir mi?

-Türkiye'nin İslam'la ilişkisi dış politikasında bir artı mıdır, eksi midir?

-Türkiye'nin içerde İslam konusunda -yani laiklik yorumunda- belirlediği parametreler toplum - devlet ilişkisi açısından en sağlıklı - en olumlu seviyede midir?

-"Türkiye'nin İslam'la ilişkisini daha çok geliştirmesi ya da daha da azaltması toplum - devlet, ve Türkiye - dünya ilişkilerini nasıl etkiler?" gibi bir konu tartışmaya değer bir konu mudur?

-İslam'ı aynı zamanda bir "toplum sistemi" olarak gören insanların, dünyada olan biten gelişmelerin, hem dinleri, hem toplumları hem de devletleri açısından ne tür sonuçlar doğuracağına dair öngörülerde bulunmaları, onların ülkeleri açısından mutlaka tehlikeli bir iş yaptıkları anlamına mı gelir? Dünyayı sağlıklı okumak ve ülke için sağlıklı tavırlar geliştirmek gibi bir amaç gütmek mümkün değil mi?

-Yukardaki soru, İslam coğrafyasındaki muhtemel gelişmeleri okumak adına Amerika'da da, Avrupa'da da bir grup bilim adamı, strateji uzmanları ve politikacılar tarafından değerlendirilemez mi? Türkiye Dışişleri Bakanlığı veya bir stratejik araştırma kuruluşu veya herhangi bir üniversite, "Hangi islami algılayış Türkiye'nin dünyadaki konumunu nasıl etkiler?" diye bir sempozyum düzenlese ve burada herhangi düşünceden bir bilim adamı "Türkiye dünyadaki yeni açılımlar gereği, İslam'la daha sıkı ilişkiler kuran bir ülke haline gelmeli" gibi bir sonuç çıkarsa, bunu laiklikle çelişir bulup mahkum etmek mi gerekecektir?

-Türkiye hemen bütün Cumhuriyet tarihi boyunca "İslam, laiklik, demokrasi" konularını tartıştı. Çünkü bunlar din gibi, halk iradesi gibi, verili devlet düzeni gibi ülkenin temel eksenlerini ifade ediyorlardı. Şimdi Demirel, halkla ve devletle bunca içiçelikten sonra çıksa "Laikliğin yorumunda halkla hakim zihniyet arasında sorun var. Türk siyasetinin sık sık kesintiye uğramasının önemli sebeplerinden birisi de bu. Bunun düzeltilmesi ve laikliğin halkın inanç özgürlüğü beklentilerine daha uygun hale getirilmesi gerekir" gibi bir söz söylese, çok büyük suç işlemiş mi olur?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ama şunu biliyoruz ki, Türkiye'nin İslam'la ilişkisinin dozu, Türkiye'nin İslam coğrafyası içindeki jeo - politiğini, jeo - statejisini, jeo - kültürünü önemseyen bütün dünya güçleri için önem arzediyor. Hatta diyelim AB, diyelim ABD Türkiye'ye "İslam'ı şöyle algılayın, böyle algılayın, bu bizim sizinle ilişkilerinizi daha olumlu hale getirir" diye önerilerde bulunuyorlar. Kabul edilir veya edilmez ama, Türkiye'nin İslam'la ilişkisinin öyle tabu niteliğinde olmadığının göstergesidir.

Şimdi gelelim Ömer Dinçer'in yaptığına....

Ömer Dinçer tebliğinde "Müslümanlar" veya "İslamcılar" açısından bir eleştirel ortam geliştiriyor. Bunu Şerif Mardin de yapabilirdi, Nilüfer Göle de, Bernard Lewis de... Burada Ömer Dinçer'e, "Sen de onların içindesin" denilerek vurulmak isteniyor. Oysa biraz CHP'nin son zamanlarda üslup haline getirdiği "Ali Topuzluk"tan kurtularak bakılsa, sayın Dinçer'in Müslüman bir topluluğa, Müslüman bir kimlikle hitap ettiğinin bilincinde, ama her şeyi Türkiye'nin dünyadaki varlığını güçlendirme amacına yönelik olarak değerlendirdiği görülecektir.

Mesela ne diyor Dinçer: "Türkiye'de İslam adına halkın eski gücünü ve onurunu kazanabilmesi adına büyük bir enerji birikiminin soz konusu olduğu açıktır..... Türkiye'nin değişimi ve dünyada yeni bir güç olarak ortaya çıkabilmesi, bu biriken enerjiyi kullanabilmesine bağlıdır."

Bu değerlendirmede odaklaşılan noktanın "Türkiye'nin güçlenmesi" olduğu açıktır. Hakim zihniyet için bu değerlendirmenin problemli yanının "İslam" olduğunu görmek de zor değildir. Ama ne yaparsınız ki, nereden bakarsanız bakın - yani içerden, dışardan- Türkiye olgusu İslamsız düşünülemez, değerlendirilemez. Şayet öyle değerlendirirseniz içerde devlet - toplum ilişkilerinde sorun yaşarsınız, dışarda da İslam ilişkisini pozitif bir değere dönüştürmek gibi açılımlarınız olmaz. İslam'ı ne yapacağınızı bilmezsiniz, asla kopamayacağınız kimlik değeriniz sizin için yük haline gelmeye başlar vs... Oysa şablonlarınızdan kurtulsanız, İslam'ın Türkiye için pozitif değer niteliğini düşünseniz önünüzde büyük açılımlar olacak... Ama, ama...

Diyor ki Ömer Dinçer: "Tüm dünya Müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, Müslüman'ın kavgası münkere, harama ve kötüye karşı devam eder." Bundan ne çıkarılabilir? Bundan birazcık islami bilgi alt yapısı olan, Müslümanın kendi kişiliğini münkere (dinin çirkin saydığı şeylere) harama, kötüye karşı koruma kavgası bitmez" anlamını okur. Yani "asıl mesele dünya iktidarı değil, müslümanın şahsiyet olarak iyi olmasıdır"ı okur. Tabii Ali Topuz'un halet-i ruhiyesini taşımaya başlamışsanız ve şayet başka şey okuma niyetinde iseniz her şeyi okursunuz...

Ömer Dinçer, kendini iyi yetiştirmiş değerli bir bilim adamımızdır. Dün söylediklerinden korkacak değildir. Çünkü süzülmüş, özümsenmiş, her ortamda dile getirilecek, Türkiye'nin hassasiyetleri içinde billurlaşmış düşünceleri vardır. "Vur fakat dinle" özdeyişi gereği, vurduktan sonra bile dinleme sabrı göstereceklere, Türkiye için çok olumlu şeyler söyleyeceğine inanıyorum. Ama "bize düşüncenin gereği yok, şablonlar yeter" diyenlere ne denebilir ki...


29 Aralık 2003
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED