AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Vakıflardaki yağma ve işgal artık bitmeli

Son 20 yıl Vakıflar İdaresi için olumsuzluklarla dolu geçmiştir. Vakıflarla işgalcilik yönünden ilişiği olanlarla esaslı hiçbir çalışma yapılmadığı gibi ihtilaflar daha da büyütülmüştür. Kira uygulamaları çözüme kavuşturulamamıştır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünce; 15, 16 ve 17 Aralık günlerinde Ankara'da "Cumhuriyetin 80. Yılında Vakıf Sempozyumu" düzenlenmiş, elimizdeki programa göre 6 oturum halinde gerçekleştirilmiş kapsamlı toplantılarla; Türk Medeni Kanunu Öncesi Vakıf Sistemi, Türk Medeni Kanunu Sonrası Vakıf Sistemi, Uluslararası Alanda Vakıflar, Vakıf Kültür Değerleri, Vakıfların Yeniden Yapılandırılması, konularında tebliğler sunulmuş, konuşmalar yapılmış, vakıf konuları müzakere edilmiştir. Gazetelerden ve görüntülü basından edindiğimiz çok özet bilgilere göre ilgili bakanların dışında Sayın Meclis Başkanımız da konunun önemini ifade eden anlamlı bir konuşma yapmışlardır. Katılamadığımız ve faydalı olmasını dilediğimiz bu sempozyum sebebiyle bazı önemli konuları kamuoyunun ve ilgililerin, ilgisine ve bilgisine sunuyorum.

Konuşmacıların veya tebliğ sunanlarla müzakerecilerin büyük çoğunluğu ülkemizin çeşitli üniversitelerinden seçilmiş büyük çoğunluğu hukukçu olmak üzere değerli ilim erbabının dışında; Batı Trakya'dan, Portekiz'den, İspanya'dan, Yunanistan'dan, İngiltere'den, Almanya'dan, bilim adamları ve vakıf başkanları da konuşmacı olarak programda yerlerini almışlardır. Sempozyumda bürokratların dışında 903 Sayılı Kanuna göre kurulmuş yani 1967 yılından sonra kurulmuş, bazı Yeni Vakıf başkanları davet edildiği halde; Vakıflar İdaresinin çok ağır meseleleri ile yıllarca meşgul olmuş, hizmet etmiş ve her zaman bilgi ve tecrübesinden istifade edilecek Hademe-i Evkafa itibar edilmemiştir. Kısa bir süre taşra teşkilatı, arkasından Daire Başkanı ve Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yapan ve panelde "Cumhuriyet Öncesi Vakıflar" konulu tebliğ sahibinin dışında; uygulamadan gelen hiç kimsenin bulunmaması, takdirle anılacak ve mazur görülecek bir husus değildir. Bu tarizin ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlatabilmek için Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün iştigal konularını özetle sıralamaya çalışalım:

KURUMSAL EKSİKLİK

Vakıflar Genel Müdürlüğü; emlak alımı, satımı, takası, kiralaması, Tapulama, Kadastro ve Orman Takdit Komisyonu çalışmaları, kamulaştırma, istimlaksiz el koyma, tezyid-i bedel, tescil, intikal, tasfiye, şufa hakkı, izale-i şuyu', kiraların ve ecr-i misillerin tahsili, icra takipleri, kamu alacaklarının tahsili, imar hareketlerine karşı vakıfların hak, hukuk ve menfaatlerinin zaman aşımına uğratılmadan korunması, men'i müdahale uygulamaları ve vakıf emlakin işgalden arındırılması, Tabiat ve Kültür Varlıklar Bölge Kurullarında; Kurumun temsili, Sit Alanları, eski eserlerin restorasyon projelerinin hazırlanması, ihaleleri, sanat eserlerinin korunması, onarımlarının gerçekleştirilmesi, vakıf eski eserlerin tahsis işlemleri, yeni yapılar (ataşmanlar, puantajlar, poz numaraları, özel fiat uygulamaları, hak edişler, geçici ve kesin kabüller vs.), imaret işletmeciliği, vakıf tarımsal ve sanayi işletmeleri, öğrenci yurtları, Lozan Anlaşmaları ile bağlantılı Azınlık Vakıflarının bir dizi işlemleri, icare, icareteyn, taviz, mukataa, mahluliyet, metrukiyet konuları, evladiyet, tevliyet, intifa hakları, galleye istihkak, tevzin cetvelleri, Nükûd-ı Mevkûfe, Avarız Sandıkları, emaneten veya niyabeten yönetim, Yeni Vakıflara rehberlik ve teftiş hizmetleri, kayyumluk mevzuatı, hayır şartlarının yerine getirilmesi, müzecilik, kütüphanecilik, arşivcilik, bankacılık, Devlet Muhasebesi ile Vakıf Muhasebesi ve dünyada tek emsali kalmamış en büyük sahih vakıflardan Bezm-i Alem Vakıf Guraba Hastahanesinin her türlü işlemleri gibi çok önemli konuları -her devirde karşılaştığı zorluklara rağmen- yürütmeğe çalışmıştır.

Bu hizmetlerin her biri ağır sorumluğu ve bilgi birikimini gerektiren uzmanlık isteyen konulardır. Bu bilgilerin topluca verildiği bir eğitim kurumu ülkemizde yoktur. Bu kurum, uzmanlarını kendi içinden yetiştirmiştir. Özellikle İstanbul Başmüdürlüğü bugün Bölge Müdürlüğü seviyesine indirilmiştir, bir Akademi idi. Mimar Sinan'ın günümüzdeki kalfaları bu kurumdan yetişmişti. Üst seviyedeki müdürleri değil "mümeyyiz" denilen kalem şefleri yabancı dil bilen seçkin kişilerdi.

Ahiret azığı, Allah rızası ve insanların hayır duasından başka beklentisi olmayan müstesna kişilerin günümüze kadar yaşatılmış vakıflarının tevliyetinde; politik tercihlerin ağır basması ile üst seviyeye getirilenlerin hizmetleri yorumsuz, ortadadır. Kurum, her geçen gün kar topu gibi erimektedir. Akarları işgal altındadır. Vakıf tarihi ve mimari eserler göz göre göre harabiyata terkedilmiştir. Dünyadaki nefis mimarlık eserlerinden biri olan Mimar Hayrettin imzasını taşıyan İstanbul'daki 4. Vakıf Hanı ile Yeni Cami müştemilatından Hünkar Kasrının ve Eminönü'ndeki Fetihten sonra cami olarak ilk temeli atılan ve ünlü seyyah Evliya Çelebi'nin sürc-i lisan ile "Seyahat Ya Rasûlallah" niyazı ile yol başlangıcı olan Ahi Çelebi Camiinin acıklı hali kimseyi rahatsız etmemektedir. Vakıf emlakin sahipsizliği ve mevcut kadrolarının yetersizliği konusu bu satırlarla ifade edilemez.

Sempozyum programında çok önemli bölüm "Vakıfların Yeniden Yapılandırılması" konularının işleneceği oturumlarda; birkaç yeni vakıfçının dışında yukarıda sıraladığımız her biri için müstakil kurumlar tarafından yürütülen görevleri yıllarca ifa etmiş, Evkaf-ı Hümayun Nezaretinden bu yana kurumun geçirdiği merhaleleri, Kuyûd-ı Kadime kayıtlarını, İntikalat Kanunlarını, Medeni Kanundan önceki mülkiyet ve tasarruf şekillerine vakıf, bürokratik işlemleri, Yeni Vakıflar konusundaki uygulamalarda görülen ve yaşanan aksaklıkları, kurumun dar boğazlarını, çözüm bekleyen acil problemlerini bilen, kurumun kapalı konumdan çıkarılarak, hizmet üretecek şekilde yeniden yapılandırılmasında bilgi, beceri ve tecrübesi olan kimselerin yer almamasını, yadırgadığımızı altını çizerek vurgulamalıyız.

17. yüzyılda İstanbul'da görev yapan elçilerin; ülkelerine Osmanlı Toplumunu tanıtan mektuplarında "Bu ülke, vakıfları sayesinde mutlu ve gülen insanlarla dolu. Bu ülkede dilenci ve sahipsiz insan yok," şeklinde hayranlık ifade eden onlarca belge arşivlerde ve hatırat türü kitaplarda mevcuttur.

Son 20 yıl Vakıflar İdaresi için olumsuzluklarla dolu geçmiştir. İmar Kanunlarına konu edilerek adeta tasfiyeye tabi tutulmuştur. İmarsız ve kaçak yapılaşma bir anlamda teşvik edilmiştir. Diğer yandan vakıflarla işgalcilik yönünden ilişiği olanlarla, kesin çözüm olmak üzere esaslı hiçbir çalışma yapılmadığı gibi ihtilaflar daha da büyütülmüştür. Kira uygulamaları aradan geçen 5-6 seneye rağmen çözüme kavuşturulamamıştır. İdarenin yılların birikimi olan yığınla problemi, yeni yönetimin uhdesine terk edilmiştir.

YOK OLAN ZENAATLER

Ülkemizin tamamına yayılmış, hatta İmparatorluğumuzun sınırları içindeki kurşun kaplı cami, mescit, minare, kütüphane, müze, kervansaray, sebil, şadırvan, çeşme gibi nice çil çil kubbeli tarihi ve mimari değeri olan vakıf eserlerin kurşunlarının tamir ve bakımını yapan kurşun ekibi dağıtılmıştır. Dökümhane kapatılmıştır. Bir Türk icadı olan mahyacılıkyok olmak üzeredir. Oymacı, kalkmacı ve benzeri tezyinat sanatçılarından kimse kalmamıştır. Kurşun kaplama ustalarının işleri asla ilgisi olmadığı halde; tenekecilere havale edilmektedir. Vakfiyelerdeki Tamir ve Termim Ekibi, o günki ifade ile Meremmetçi takımı lüzumuna binaen ihya edilmelidir. Bunun faydasını anlatabilmek için 1990'lı yıllardı. Kasım ayında idik. Beyazıt Camiinin minaresinden bir tabaka kurşun rüzgarın etkisi ile uçmuştu. Acele müdahale edilmesi gerekiyordu. İhale ili yapılsa; keşif hazırlığı, ihaleye çıkarma onayı, ödenek temini, gazete ilanı, ihale işlemi, ihale tasdiki, Sayıştay Vizesi, yer teslimi, iskele kurulması gibi uyulması zorunlu işlemler sebebiyle; bu basit onarımın en az 6 ayda bitirilebileceği anlaşıldı. O gün İdare elemanı olarak çalışan ve günlük sigorta ve maaşı toplam 50.000.-TL. olan bir kurşun ustası, ihale maliyet bedeli 75.000.000.-TL. olarak tahmin edilen minaredeki kurşun onarımını beline bağladığı kemendiyle 3,5 saatte tamir etmiş, amirlerinden sözlü teşekkür bile almamıştı. Sebebi bu iş sıradan bir işti. Bugün müteahhitlere kazanç kapısı açılması uğruna; bu güzelim sanat dalları köreltilmiş, Onarım Şube Müdürlüğü kapatılmış, sanatının erbabı olan elemanlar dağıtılmıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse; Vakıflar İdaresi, arşivinde bulunan 30.000'in üzerinde vakfiyedeki hükümleri dikkate alıp ihya edecek, kadir-kıymet bilir, himmet ehlini beklemektedir. Nitekim Fatih Sultan Mehmet Han'ın duası da bu doğrultudadır.

Bugün Vakıf hizmetler; Adalet Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Belediye Başkanlıkları, Diyanet İşleri Başkanlığı, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü gibi birçok kurumun destek veya müşterek çalışmaları ile yürütülmektedir. Hayırlı kararlar ve neticeler alınmasını, dilediğimiz bu sempozyumdan sonra da Vakıf Kurumu her yönü ile irdelenmelidir. Tek partili bir hükümetin iş başında bulunmasını ve geçmişte İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görev yapan ve birçok harap vakıf eserin onarılmasında, hizmete konulmasında gayret ve himmetlerini esirgemeyen Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakanlığını, Vakıf Kurumları ve bu kurumların "Mütevellisi" olan Vakıflar Genel Müdürlüğünün geleceği ve derlenip toparlanması yönündeki kanaatimizi güçlendirmektedir.

  • DR. AHMET İNAN - ARAŞTIRMACI


  • ŞEHİRLERİMİZİN KİMLİĞİ

    Batı ile ilişkilerin yoğunluk kazanması ve her alanda kimlik bunalımının kendini hissettirmesi, paralel bir süreç izlemiştir. Şehirler, kimlik bunalımının yoğun biçimde hissedildiği başlıca alanlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kimliğin oluşumunu sağlayan düşünce ve inanç sistemi, aynı zamanda şehirlerin kuruluş ve gelişmesi ile belli bir kimliğe sahip olmalarına da kaynaklık etmiştir. Böylece, bir yandan, İslam kültür ve medeniyetinin etkin olduğu dönemlerde özgün yapısıyla ortaya çıkan yeni şehirler oluşmuş,diğer yandan, eski şehirlerin sakinlerinin Müslüman olması ile de şehir giderek yeni inancın özellikleriyle bütünleşen ve dönüşen bir yapılanma sürecine girmiştir. İslam coğrafyasında Batı egemenliğinin pekiştiği döneme kadar şehirler, yerel ve tarihi özellikleriyle birlikte İslam Şehri kimliği içinde gelişmişlerdir. Şehrin planlanması, mimari yapılanması ve kurumların ortaya çıkması, dinin toplumsal hayatı yönlendiren ilkelerinin mekanda somutlaşmasının sonucudur.

    İslam Şehri, kimliğinin doğal uzantısı olan kurumlarla şehre damgasını vurmuş ve toplumsal hayatın şekillenmesini sağlamıştır. Örneğin; günde beş vakit namazın cemaatle, Cuma ve Bayram günleri şehir sakinlerinin tümünün toplu namaz kılması, bir arada yaşama bilincinin yaşatılması ve geliştirilmesi için şehrin merkezine cami (ulu cami) yerleşmiştir.

    Komşuluk hukukuna üst düzeyde önem verilmesi, zekatın zorunlu, çatışmayı engelleyen- sosyal barışı teşvik eden paylaşmanın (infak) özendirilmesi; kimsenin yalnızlık, kimsesizlik, yoksulluk ve çaresizlik içinde kalmasını engellemiştir. Bunun için merkezi caminin yanında büyüyen şehirlerde mahalle ve vazgeçilmez merkezi mescitlerde, topluluğun bir araya gelmesi, kimsenin kendi haline terk edilmesine imkan bırakmamıştır. Mahallede sivil toplum; dinamik, canlı ve fonksiyoneldir, olup biten her şey, kontrol altındadır. Sevinçler herkes tarafından paylaşılır. Bu yüzden sokaklar dar, evler bağımsız, özgür, ama, iç içedir. Herkes, birbirinden haberdar ve sorumlu olma anlayışıyla hareket eder. Yapıların içi ve dışı gösteriş için değil, ihtiyaç ve sükunet için dizayn edilir.

    Batı düşünce sisteminin oluşturduğu şehirler; insanı gücün merkezi olarak gören ve yücelten, her şeye tahakküm etmeye çalışan, böylece mutluluğu elde edeceğini düşünen anlayışın egemen olduğu mekanlardır. Bu şehirlerde; yeryüzünü yegane cennet sayan, bunun için refahı hayatın gayesi kabul eden, tüketimi de bu gayenin en etkin aracı olarak algılayan, rahat kavramının belirleyici olduğu bir hayat telakkisinin dayanılmaz çekiciliğini yansıtan yapı, kurum ve sosyal mekanlar vardır. Zevk, konfor, gösteriş, büyüklenme, bencillik, sömürü, duyarsızlık, evsizlik bu şehirlerin ruhunu ve görüntüsünü şekillendirir. Bunun sonucunda giderek kaybolmaya yüz tutan birey ve toplum yapısının ihtiyaç duyduğu mekanlarla kuşatılmış bir şehir çıkar ortaya.

    Bu ayrım çerçevesinde, yaşayan şehirlerimiz; İslam Şehri veya Batı Şehri kategorisinden hangisine uygun düşer? Bu sorunun en kestirme cevabı yine şu soruda saklıdır: Biz hangi kültür ve medeniyetin üyesiyiz? Tam anlamıyla,bugün için, Batı veya İslam kültür ve medeniyetinden birine mensup olduğumuzu ifade etmemiz bir anlam ifade etmediğine göre, şehirlerimizin kimliği ve hangi kategori içinde değerlendirileceği konusunu da net bir ayrım içinde ifade edemeyiz.

    Batı'nın yeryüzüne egemen olma süreci boyunca, İslam Dünyası ve özellikle ülkemizin yönetici elitinin, Batı kültür ve medeniyeti içinde yer alma arzusu ve bu uğurda içine girdiği despot tutum, kitlelerin taleplerini karşılamak bir yana, aksine boğmaya çalışmıştır. Ortaya çıkan, kültürel çatışma, ne bir tarafı büsbütün hakim, ne de diğerini tamamen yok edebilmiştir. Sonuçta, hangi yöne ait olduğu belli olmayan gel-gitler içinde melez, arabesk bir toplumsal yapı oluşmuştur. Şehirlerimizin de bu yapının aksine bir gelişme seyri izlemesinin mümkün olmadığı, yaşayan örnekleriyle göz önündedir... Kalıcı, sürekli, yerleşik bir kültür yerine; geçici, bedevi, kararsız, kapkaç, korsan, aceleci, yoksul, çaresiz, perişan, kelimenin tam anlamıyla gündüzün aydınlığına görünmeyen bir gecekondu kültürü yansıtmaktadır.

    Sonraları, bu arabesk yığıntıların yanına, tüketim kültürünü yücelten bir şehir mimarisi gelişmeye yüz tuttu. Renkli reklam görüntüleri, gökdelenler, yıldızlı oteller, eğlence merkezleri, alışveriş merkezleri, lüks konutlar-işyerleri ve benzeri yapılar, şehrin kimliğine yeni ve farklı bir çehre kattı.

    Her alanda içinde bulunduğumuz kimlik bunalımından kurtulmanın şartlarını oluşturmak zorunda olduğumuza şüphe yoktur. İçinde bulunduğu kimlik bunalımından çıkarak, yeniden şekillenmesini sağlamak üzere şehirlerimizin ruh dünyasına nüfuz edecek; bilgi sistemi, uygulama duyarlılığı ve iradesine sahip ehliyet sahibi insanlara teslim edilmesi, içinde bulunduğumuz günlerin öncelikli konusu olarak ele alınmak durumundadır. Sorumluluğun gereğini yerine getirme gücüne sahip olanların, buna uygun davranmaması halinde, işlenecek kötülüklere ortak olacaklarına kuşku yoktur.

  • MEHMET ALKIŞ - ARAŞTIRMACI-YAZAR


  • Hariçten arya çığırmak

    Galatasaray'ın UEFA şampiyonu olması, sonra Türkiye'nin Dünya Kupası üçüncüsü olması ve 1 mart 2003 tarihinde Amerikan hegemonyasına verilen 'sürprizli' hayır cevabı (ve buna bir ödül gibi gelen) Eurovision Şarkı bilmemnesinde alınan birincilik gibi başarılar Avrupalılar nezdinde Türkiye imajını son yıllarda epey parlatan hadiselerdi.

    Bu etkiyi konuştuğumuz-görüştüğümüz Avusturyalı arkadaşlarda ve buranın medyasında görmek mümkün. Avusturya (siz bunu Avrupa olarak okuyun) toplumunda Türkiye lehinde oluşan bu olumlu havanın zedelenmemesi için Erdoğan Hükümeti'nin Irak'a asker gönderilmesi gibi konularda dikkatli davranması gerekiyor. (Böylece hariçten gazel okumuş oluyoruz belki ama ne yapalım damarlarımızdaki kan bizi buna zorluyor.)

    Yine hariçten arya çığırmak babından da olsa söylemek iktiza ediyor ki, eğer bir gün Türkiye'nin muhtemel AB üyeliği resmi düzlemde kesinleşme doğrultusunda gelişecek olursa, AB ülkelerinin bir çoğu kesin çare olarak referandum kartını çıkartacaklar. Böyle bir durumda ise, misal Türk Milli Takımı Avrupa Şampiyonu olsa ve daha benzeri başarılarla olağanüstü bir imaj parlatma durumları olsa bile, Türkiye'nin Avrupa halkları nezdinde imajını oya tahvil etmesi imkansız sayılır. Bildiğimiz tarihsel sebeplerden dolayı.

    Lakin Türkiye sosyo-ekonomik ve siyasal bağlamlarda yüksek bir performans tutturup dünya liginde sınıf atlayacak olursa, o zaman şartlar değişebilir.

    Mesela işsiz Almanlara Türkiye'de iş açılıyormuş! Alman çiftçilerini tarım ve temizlik işçisi olarak ve Fransızları turizm sektöründe istihdam edebilen bir Türkiye, AB üyesi olup olmama meselesini daha değişik perspektiflerden tekrar değerlendiriyormuş! Hayal gibi gözüküyor değil mi? Ama niye hayal olsun ki!?

  • GÜRSEL DÖNMEZ / ARAŞTIRMACI-YAZAR




  • 29 Aralık 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED