AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Sevinmemiz gerekiyor...

Başbakanlık müsteşarı Prof. Ömer Dinçer'in dokuz yıl önce bir sempozyumda yaptığı konuşma bugün tartışma konusu. "Dünya ve Türkiye'nin gündemindeki İslâm" başlıklı sempozyumda konuşması ve sunduğu tebliğ, Prof. Dinçer'in, bazılarınca 'siyasal İslâmcı' olarak tanıtılmasına yetiyor. 'Siyasal İslâmcı' ise, 'vatan hâini' ile 'terörist' arası bir hakaret anlamı taşıyor günümüzde. CHP ve medyadaki uzantıları, ne dediğini anlama zahmetine katlanmadan, Prof. Dinçer'in müsteşarlıktan istifasını istediler bile.

Dokuz yıl cezâî sorumluluğu düşürecek kadar uzun bir süre. O süreye, dünyada ve Türkiye'de muazzam değişiklikler ve dönüşümler sığdı. Devletin istihbarat örgütünün vaktiyle 'müşteri' diye peşine takıldığı isimler, aynı sürede, saygın birer gazete temsilcisi oldular, sözgelimi. Komünistler liberalliğe terfi etti; "Kimse kızmasın, kendimi yazdım" itirafnâmeleri kaleme alındı. O dönemin 'milli görüşçü' belediye başkanı, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı.

Prof. Dinçer'in üzerine gelenleri en fazla kızdıran, onun "Değiştim" söylemiyle kendini savunmaması ve dokuz yıl önce ağzından çıkanlara bugün de sahip çıkması. Konuyu işleyen yazıların görüş sahibinin değiştiğini belirtmediğine mutlaka değindikleri görülüyor; o yazıda yer alan fikirlerin sahibinin, eğer değişmediyse makbul bir adam sayılmayacağı izlenimi okurlarda bırakılarak...

Oysa, notlara bakılarak serbestçe yapılmış bir konuşmada varolması kabul edilebilecek dil savruklukları dışında, sempozyumda ifade edilmiş düşüncelerde sakıncalı bir yön yok. O günlerde modaydı Cumhuriyet'in içini doldurma konusu, demokrasinin İslâm ile bağdaşıp bağdaşmadığı da dünya çapında tartışılıyordu. Prof. Dinçer, o günlerin tartışma konularına nasıl yaklaştığını anlatmış sempozyumda.

En önemli tespit şu: Kültürel öncelikli İslâmî hareketler ile siyasî öncelikli İslâmî hareketler ayrımını yapıp herbirindeki boşluklara işaret ettikten sonra, Prof. Dinçer, bu iki tarz arasındaki ilişki ve etkileşimlerin yeniden tanzim edilmesi gereğini vurguluyor. Buradan benim çıkardığım, İslâm adına salt siyasal bir harekete karşı çıktığı ve kültürden yoksun bir çalışmanın yozlaştıracağına inandığı Prof. Dinçer'in... Haklı bir tespit bu. Dünyanın başka yerlerinde de Türkiye'de de, İslâmî hareketler, kültürden kendilerini boşlamışlarsa, çok yanlış istikametlere doğru evrilmişlerdir. Bugün dünyanın karşısına çıkan en ciddi sorunun temelinde de bu boşlamışlık yatıyor. Prof. Dinçer bu tespiti yapan ilk düşünür veya bilimadamı sayılmaz, ancak kendisine yöneltilen eleştiri de öznellik yönünden değil zaten...

Cumhuriyet, lâiklik ve milliyetçilik gibi kavramların, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde kendilerine yüklenmiş anlamlarının günün gerçeklerine uygun bir değişim geçirmesi gerektiği tespiti de Prof. Dinçer'in üzerinde mülkiyet hakkı iddia edebileceği bir düşünce değil. İçeride ve dışarıda pek çok düşünür ve bilimadamı, kalıplaşmış düşüncelerin tehlikesine işaret edip duruyorlar. Daha katılımcı, daha adem-i merkeziyetçi ve daha dinle barışık bir yapısal değişim ihtiyacı Prof. Dinçer'den çok önce de dile getirilmişti... Bu fikirleri bu biçimde ifade etmek bir kişiyi 'siyasal İslâmcı' yapmaz; tersine, modern kavramları veri alıp onların içlerinin doldurularak geliştirilebileceğini kabul etmek, bir insanı, tanımı gereği tekçi bir düşünce yapısı olan 'siyasal İslâm' nitelemesinden uzaklaştırır...

Fikirler zaman içerisinde olgunlaşır, dokuz yıl bunun için uzun bir süre. Bilimadamının bir görevi de, yaşadığı ortamın tartışma konularına katkıda bulunmak, gelişmeleri etkilemeye çalışmaktır. Prof. Dinçer'in o günün en hararetli gündem maddesi olan bir konuda söyledikleri dünyada ve Türkiye'de bugün yaşananları daha iyi anlamamıza yarayan tespitler. O konular üzerinde bir an bile durmamış, kendi düşünce alanları dışındaki gelişmeleri merak etmediği için hep sürprizlerle karşılaşmış şaşkınları rahatsız eden de bu nokta olmalı. İnsanlar onlar gibi düşünmek (daha doğrusu düşünmemek) zorunda mı?

Cumhuriyet, lâiklik, demokrasi ve milliyetçilik gibi kavramlar da din konusu da tabu değildir; kafası çalışan insanların görevi, bu kavramları, insan mutluluğunu sağlamaya yarayacak biçimde irdelemektir. Başbakanlık müsteşarlığı koltuğunda düşünen ve düşüncelerini herkesle paylaşan namuslu bir bilimadamının oturuyor olması bu ülke için gerçek bir zenginlik...

Tedirginlik duymak mı? Ne münasebet, sevinmemiz gerekiyor.


29 Aralık 2003
Pazartesi
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED