|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kolayca tahmin edileceği gibi, TÜBİTAK Bilim Kurulu'na yapılan yeni atamaları değerlendirirken Türk Ocakları Genel Başkanı ve ATO Meclis Başkanı Nuri Gürgür'ün ne münasebetle seçildiğini sorgulamama bazı okurlarım hemen tepki gösterdi. Olumlu-olumsuz birçok tepki... "Olumlu" olanları kendime saklayıp, "olumsuz"lardan kısaca söz edecek olursam: Asıl itiraz, yine kolayca tahmin ettiğiniz gibi, Gürgür'ün şahsında "milliyetçi" düşünce ve siyasetin hakkının yendiği, bu düşünce ve siyasetin haketmediği bir biçimde sunulduğu yolundaydı... Dolayısıyla, isterseniz önce bu itirazlar hakkında bir iki cümle edeyim: Biraz daha dikkatle okunduğunda görülecektir ki, TÜBİTAK'a ilişkin iki yazıda "milliyetçi" düşünce ve siyaset hakkında doğrudan bir eleştiri mevcut değil. Her konu gibi tabii ki bu "milliyetçilik" de ayrıca-tek başına ele alınıp eleştirilebilir, bu ayrı bir sorun. Ama bizim işimiz burada TÜBİTAK Bilim Kurulu'na yapılan bir atamayı değerlendirmekle sınırlı olduğu için, önceki gün bir telefon konuşmasında Nuri Gürgür'e de söylediğim gibi, sorgulanmaya çalışılan husus bu yeni üyenin Bilim Kurulu'na ne getirip ne götüreceğiydi. Yoksa önceden de belirttiğim gibi, kimsenin dünya görüşünü bu çerçevede söz konusu ettiğimiz filan yok. Buradaki problemler bambaşka; buradaki problemler esas olarak iki tane: 1- Nuri Gürgür'ün "Bilim Kurulu"na atanmasından ne gibi bir yarar bekleniyor? 2- Hükümetin Genel Başkanı vasıtasıyla Türk Ocakları ile kurduğu bu ilişki, AKP'nin gidişatı açısından ne anlama geliyor? Ben bugün yine birinci problem etrafında dolaşacağım; ikinci problem belki bir başka yazı dizisine... TÜBİTAK Bilim Kurulu, bilindiği gibi, başka bir takım görevleri yanısıra asıl olarak kurumun ülkedeki bilimsel ve teknik araştırmalar hakkındaki politikasını belirliyor. Benzer kurumlar her ülkede mevcut. Kamu ve özel kesimin kaynakları hangi araştırmalara yönelmeli veya hangi alanlarda yoğunlaşmalıdır, gibi konular bu kurulun ilgi ve görev alanına giriyor. Bilimsel ve teknik araştırmaların dünyada giderek özel kesimde yer alan büyük kuruluşların güdümüne girdiği de bir gerçek. Bu büyük şirketler, faaliyet gösterdikleri alanlarda araştırma merkezlerine de çok önem veriyor ve yeni buluşlar peşinde koşuyor. Tabii ki kıyasıya bir rekabet içinde. Düşünün, mesela AIDS hastalığına yol açan virüsü ortadan kaldıracak bir ilacın-aşının keşfedilebilmesi için dev ilaç şirketleri arasında kimbilir ne derece "kıran kırana" bir rekabet yaşanıyor. Dolayısıyla, TÜBİTAK kuruluş yasasında kurumun "Bilim Kurulu"na özel ve kamu kesiminden 4 üyenin atanması da, muhakkak ki, işte tam da bu amaca hizmet etsin diye konmuş. Yani, "özel ve kamu kesimi", en başta bu üyeler aracılığıyla ülkenin bilimsel ve teknik araştırmalarına katkıda bulunabilsin diye. Peki o halde şimdi siz söyleyin: TÜBİTAK Bilim Kurulu'na "özel kesim" kontenjanından atanacak üyenin "Ticaret Odası"ndan olması mı , yoksa ne bileyim mesela ülkenin ilaç, tarım, enformatik, vs gibi üretimin yanı sıra "araştırma"ya da ihtiyaç duyan özel kuruluşlarının içinde ya da başında bulunanlar arasından olması mı akılcı bir seçimdir? Unutmayalım; söz konusu bu üyenin yasanın tarif ettiği özelliklerinin yanı sıra "çok milliyetçi" ya da "çok az milliyetçi" olmasının hiçbir önemi yoktur! Zaten "Bilim Kurulu"na "kamu kesimi"nden atanacak üyelerin de benzer kriterlerden hareketle seçilmesi veya seçiliyor olması gerekmez mi? "Kamu kesimi" kontenjanından atanacak üyelerin de, tabii ki, emniyet müdürü ya da vali gibi idareciler arasından değil, kamu kesiminin, ne bileyim mesela "Atom Enerjisi Kurumu" ya da "Tarım" ve "Sağlık" konularında bilimsel ve teknik araştırmalarla ilgili kurumlarından yapılması gerekir. Oysa Nuri Gürgür, bildiğimiz kadarı ile, bu özellikleri taşımıyor. Gürgür, ayrıca, ülkedeki en büyük sanayi kuruluşlarını bünyesinde toplayan TÜSİAD gibi bir kuruluşla kavgalı da... Yanlış anlaşılmasın, bu "kavga"nın nedeni TÜSİAD bünyesindeki kuruluşların bilimsel ve teknik araştırmalara yeterince kaynak ayırmayıp, hazıra konmayı tercih etmeleri değil. "Kavga"nın nedeni tamamen "ideolojik". İnanmıyorsanız Gürgür'ün Türk Yurdu'nda yayımlanan bir başyazısında yer alan şu satırları okuyun: "Etnik problemliler görüşlerini sadece kendi çevreleriyle sınırlı tutmuyorlar; sahip oldukları çeşitli imkânlardan yararlanarak resmi kurumlara ve özellikle eğitim alanına taşımaya kalkışıyorlar. Bunun son örneği TÜSİAD'ın hazırlattığı tarih, coğrafya ve felsefe kitaplarının İstanbul'da okullara dağıtılması vesilesiyle yaşandı. Şimdiye kadar sınırsız maddi imkânlarını milli kültürümüze zıt yönlerde kullanan, bu anlayıştaki çalışmalara destek veren, genel politikalarında milli tarihimizle ve kimliğimizle garip ve anlaşılmaz problemler yaşadığı görülen patronlar klübüne bu imkânın sağlanması ilgililer adına övünülecek bir tutum değildir. Cumhuriyet'in temel eğitim ilkeleriyle ve tarih anlayışıyla bağdaşmayan ideolojik kutuplaşmaların, resmi yollardan okullara sokulmasına izin verenler, ilimle ve gerçekle alakası olmayan ideolojik safsataların genç beyinlere işlenmesine çanak tutanlar suç işliyorlar." İşte durum bundan ibaret... Gürgür, meselelere nasıl baktığını o kadar güzel açıklamış ki, geriye eklenecek hiçbir şey bırakmamış doğrusu... İşte problem de zaten burada. TÜSİAD'ın liseler için hazırlattığı üç kitaba bile tahammül edemeyen, bu kitapların öğrencilerin ellerine geçmesine yardım edenleri "suç işlemek"le itham eden bir yazarın ülkedeki bilimsel ve teknik araştırmaların önünün açılmasına nasıl bir katkısı olabilir? Unutmadan: Bu son sorunun cevabını Gürgür'den beklediğimiz sanılmasın. Bu cevabın Gürgür'e üyelik teklifini götüren ve atamasını yapanlar tarafından verilmesi daha yerinde olur...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |