AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
"Okuyucu Velinimetimizdir"

Bu hafta affınıza sığınarak okuyucu mektuplarına değinmek istiyorum. Balıkesir'den S. Arslan, Malatya'dan A. Öğüt, Sinop'tan II. Keskin. Adı geçen mektup sahipleri, kendilerine yardım etmem talebinde bulunarak yazdıklarını bir yayınevi ya da dergide yayınlatmamı istiyorlar. Bu benim mesaimi aşan bir durum. Ben dergi editörü ya da yayınevi editörü değilim. Bu işleri bir meslek olarak yürüten insanlar var. Mektuplar fikri konuda destek istiyor. Bir yazardan alınabilecek en büyük destek onun yazdıklarını okumak, okuduklarını okumaktır. Bu köşenin okuyucuları geçtiğimiz yıllarda en azından yılda bir defa neler okuduğumu okuyucular ile paylaştığımı hatırlayacaktır.

Tanımadığınız, meşrebini bilmediğiniz insanlara kitap tavsiye etmenin yarardan çok zarar getirebileceğini bildiğim için, ben genellikle o sırada kendi okuduğum kitapları anmak yönünde bir tercihte bulunuyorum.

Fakat yazmayı sevdiğini söyleyen gençlerin okumaktan hoşlanmadıklarını belirten ifadelerle karşılaştığımda onların yazdığı hiçbir şeyi okumak istemiyorum. Mesela Konya'da imza gününde, genç kızlardan birisi yazmayı çok sevdiğini yazmak için ne yapması gerektiğini sordu. "Çok çok okumak" dediğimde cevabı "Ben okumayı sevmiyorum" oldu.

İnsanın on yedi yaşında yazdıkları, yayınlatmak için değil ancak kalem ile arasındaki peçeyi açmak için bir talimdir. Eline ilk defa tığ almış kızın yaptığı dantellere kimsenin talip olmayacağı gibi (dantel örneğini beğenmediyseniz, yaptığı ilk börek ve kekin pazara sunulamayacağı örneği ile değiştirebilirsiniz), söz konusu kişi dahi değil ise eğer, on yedi yaşında bir iç sıkıntısı olarak kalemin gövdesine yüklenilmeye çalışılan satırlar da okuyucunun nazarına sunulmaz.

Yazmak için çok okumak kadar görmeyi ve değerlendirmeyi öğrenmek de mühimdir. Görmeyi öğrenmek ise ancak başkalarının gördüklerini nasıl değerlendirdiklerine bakarak öğrenilebilir bir durumdur.

Piyano çalmaya yetenekli bir genç Mozart'a sorar: "Ben bir şeyler bestelemek istiyorum, işe nasıl başlamalıyım?"

Mozart "Beklemek lazım" diye cevap verir.

Genç şaşırır: "Nasıl olur siz bestelemeye başladığınızda benden daha gençtiniz."

Mozart'ın cevabı müthiştir: "Evet, fakat bu işi nasıl yapabileceğimi ben kimseye sormamıştım. Besteleme yeteneği olduğu zaman, kendiliğinden yazılır; çünkü başka türlü yapmak mümkün değildir."

Buradan zinhar yanlış hüküm çıkarmayın. Durup bekleyeceksiniz ve dalında bekleyen meyveler gibi günü saati geldiğinde olgunlaşmış olacaksınız. Hayır! Kaleme kağıda sarılmadan önce, hissetmeyi, görmeyi ve duymayı öğreneceksiniz. Gözünüzün, kulağınızın, kalbinizin topladıkları bilincinizde birikirken, sizden öncekilerin biriktirdikleri üzerinde dolaşmaya devam edeceksiniz. İşte o zaman saat gelir. "Dem bu dem" olur. "Yazmasam ölecektim" hükmünde akmaya başlarsınız.

E-posta

Sayın İrfan Gündüz, geçen hafta yayınlanan yazıyla ilgili olarak önemli bir uyarıda bulundu. İmam Ahmed ibni Hanbel'den bahsederken sadece İmam Hanbel dememi haklı olarak eleştiri getiriyorlar. Teknik hatalar yüzünden yazdığım yazının ilk paragrafını gazeteye gönderememiş olmam böyle bir neticeye sebep oldu. Değerli okuyucumuzun dikkati için teşekkür ediyorum.

"Rol model olarak hafızlar" yazısı için kendisi de hafız olan sayın Ali Fuat Baysal'ın yazmış olduğu satırları sizlerle paylaşabilmeyi çok isterdim. Bir hafızın nasıl yetiştiğini ve sonunda nasıl seyyar satıcılık yapmak zorunda kaldığını anlatıyordu kırgın ve kızgın ifadeler ile. Bir hafızın günlüğünü okumaya ihtiyacımız var. En azından meşhur olmuş hafızların biyografilerinin kağıtla, kalemle buluşması hayra vesile olur diye düşünüyorum.


17 Ekim 2003
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED