AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

K R O N İ K  M E D Y A
Gazetecilikte 'eşekten düşmüş gibi olmak' nasıl bir şeydir, diye sorarsanız...

Hürriyet gazetesinin "Yeter söz milletin" köşesinde icra edilen, "düzeltme"si de son derece ustalıklı bir biçimde geçiştirildiği için farkına varmadığımız müthiş bir gazeteci çuvallaması örneği... Konudan haberdar olmamızı sağlayan belediye muhabiri meslektaşlarımıza teşekkürlerimizle, aktarıyoruz...

Hürriyet'teki "Yeter söz milletin" köşesinin editörü Yalçın Bayer, 11 Ekim tarihli köşesinde "Halka eşek eti veren belediye" başlıklı kısa bir yazı kaleme aldı. Yazının tamamı şöyleydi:

"EMİNÖNÜ Belediye Meclisi'nde geçenlerde ilginç bir istifa olayı meydana geliyor. SP'li Abdülhakim Yeşilırmak, bir anda söz alarak Meclis üyelerini şoke eden bir açıklama yapıyor: 'Siz fakir vatandaşlara yemek veriyorsunuz. Yemekte verdiğiniz etleri ben kebap eti sanıyordum, maalesef bunlar eşek etiymiş. Artık bu partide kalamam, istifa ediyorum.'

"Aslen Bingöllü olan Yeşilırmak'ın sözleri tutanaklara geçiyor, istifa mektubunu bırakarak salondan çıkıyor. Bu olayı bize anlatan bir partili, 'Böyle bir şeyi ilk defa duyduk, biz de şaşırdık. Bu yemek olayı tamamen oy avcılığına bağlı olarak sefertası ile evlere yapılan yardım... Bu yapılan çok ayıp' dedi. Eminönü Belediyesi'nde Saadet Partililer ağırlıkta; Başkan Lütfi Kibiroğlu da bu oturumda bulunmadığı için bu açıklamayı tutanaklardan öğreniyor."

'TUTANAKLAR'DAN DEĞİL, HÜRRİYET'TEN

Oysa Lütfi Kibiroğlu'nun "eşek eti yediriyorlar" açıklamasını "tutanaklardan öğrenmesi" katiyen mümkün değildir, çünkü "aslen Bingöllü olan Abdülhakim Yeşilırmak" istifa konuşmasında aş evi ile ilgili olarak hiçbir şey söylememiştir. Hayır, Lütfi Kibiroğlu bu açıklamayı "tutanaklar"dan değil, "Yeter söz milletindir"den okumuştur ve okuduktan sonra da ilk iş olarak kaleme kâğıda sarılıp "Hürriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü'ne" bir "haberiniz yalandır" açıklaması göndermiştir:

"Yayınlanan yazıda geçen Meclis üyesine ait açıklama, diye konuşma metni şekliyle kaleme alınan yazıda anlatılan olayların hiçbirisi vuku bulmamıştır. Tamamen yalan haberdir. Böyle bir olay ve konuşma meclis tutanaklarında yoktur. Meclis gündeminde ve konuşmalarında aş evi ile ilgili hiçbir konuşma olmamıştır. (...) İşbu cevap ve düzeltme yazısının Basın Kanunu'nun 19. maddesi gereğince aynı sayfada aynı büyüklükte ve puntolarda yayınlanarak kamuoyunun doğru olarak bilgilendirilmesini rica ederim."

BİLDİĞİNİZ HALK DEYİMİ

Bu "cevap ve düzeltme yazısı"nın dört gün sonra "Yeter söz milletindir"de nasıl "değerlendirildiğini" biraz sonraya bırakalım.... İsterseniz gelin önce "tutanaklar"dan şu "eşek eti" meselesinin izini sürelim... "Eşekten düşme" meselesi de burada gizli zaten...

Eminönü Belediye Meclisi, 9 Ekim Perşembe günü saat 14.00'te Meclis 2. Başkan Vekili Mahfuz Aksu başkanlığında günün ikinci birleşimini gerçekleştiriyor... Başkan, yoklamanın yapıldığını, ekseriyetin var olduğunun tespit edildiğini söylüyor. Gündeme geçmeden önce, Meclis üyesi Abdülhakim Yeşilırmak'ın istifa dilekçesi okunuyor. Söz alan Yeşilırmak şöyle diyor:

"Sayın Başkan, değerli meclis üyeleri, siyasetin böyle olduğunu bilseydim, siyasete girmezdim. Girdiğime de pişman oldum. Onun için kusura bakmayın, ben artık yokum. Haydi, Allahaısmarladık..."

"tutanaklar"a göre, bu konuşmanın ardından meclis üyesi Muhammet Kaynar'ın "Hayırlı olsun, kararına saygı duyuyoruz, bundan sonraki hayatında başarılar diliyoruz" sözleri geliyor. Hemen sonra Yeşilırmak tekrar söz alıyor ve içinde "eşek" sözcüğü geçen o cümleyi sarf ediyor:

"(...) Ben halkın oyuyla geldim. Hiçbir partinin oyuyla gelmemiştim. Bundan sonra madem, Allah'ın izniyle yine seçileceğim. Affedersiniz, 'Kebap kokusu geldi. Gittim eşşek dağlıyorlar.'"

Evet evet, anladığınız gibi... İstifacı meclis üyesi, -haklı haksız- SP'de "umduklarıyla buldukları arasındaki büyük fark"ı anlatmak için hepinizin bildiği halk deyimine müracaat ediyor; hepsi bu... Ve bu laf, nasıl oluyorsa oluyor, Yalçın Bayer'in köşesinde yukarıda okuduğunuz şekle bürünmüş olarak karşımıza çıkıveriyor...

"Gazetecilikte 'eşekten düşmüş gibi olmak' nasıl bir şeydir" diye soran olursa, bundan sonra bu örneği verirsiniz...

'ÖZÜR'E BAK!

Son olarak, Bayer'in bu büyük ayıbı köşesinde nasıl "düzelttiğine" bakalım...

Bayer, 15 Ekim'de, eline ulaşan iki açıklamadan (biri belediye başkanına, öbürü de belediyeye yemek veren firmanın sahibi) birer cümleyi "Eşek kokusu ne demek?" başlığıyla aktarıyor. Daha başlıktan, meseleyi gizleme çabası apaçık değil mi? Bu kadar büyük bir habercilik rezaleti karşısında, başlığın hiç değilse "özür" kelimesi içirmesi gerekmez mi? Hemen söyleyelim, bırakın başlığı, yazının hiçbir yerinde edilen haltla ilgili bir özür dileme yok. Ya ne var? Efendim, "EMİNÖNÜ Belediyesi'nin SP'li Meclis üyesi Abdülhakim Yeşilırmak'ın partisinden istifa ederken söylediği sözler tartışma konusu" olmuş... Yahu ne tartışması, ortada bir yalan haber var ve gelen mektuplar da bu yalanı yüzünüze vuruyor...

Devam edelim... Bayer, ikinci adımda, kendisinin ilk yazıda Yeşilırmak'a atfen aktardığı konuşma metnini değiştirmiş. Şöyle yazıyor:

"(...) SP'den istifa ederken 'Ben niçin belediye meclis üyeliğini bırakıyorum? Eskiden burnuma kebap kokuları geliyordu, şimdi eşek kokuları geliyor' diye konuşmuştu. Bu sözler bazı vatandaşlar ve belediye personeli arasında tedirginlik yarattığından yemeklerde eşek eti bulunduğu iddiaları ortaya atılmıştı."

Hatırlayın, Bayer, ilk yazıda o konuşmayı şöyle aktarmıştı: "Yemekte verdiğiniz etleri ben kebap eti sanıyordum, maalesef bunlar eşek etiymiş."

Buradaki kurnazlık da şu: Yalçın Bayer, sözleri değiştirerek, ilk metni görmeyen okurlarda, "E, ne yapsın Hürriyet yazarı, 'burnuma eşek kokuları geliyor' lafından, birçokları gibi o da bu anlamı çıkarmış" algısı yaratmaya çalışıyor. Başlıktaki "Eşek kokusu ne demek?"le de, "Kardeşim, bundan başka anlam çıkmaz ki" demeye getiriyor...

Yani, bırakın özür dilemeyi, sinik bir şekilde hâlâ iddiasını sürdürüyormuş havası yaratıyor...

"Özrü kabahatinden büyük" diyeceğiz ama, özür de yok ki ortada. (A.G.)


20. sayfanın sağ alt köşesine sıkışmış 'bit' kadar bir haber

Ortada Radikal gazetesinin başsayfasına giren "Bosna 'Bilge Kral'ı uğurladı" başlıklı kallavi haber ve ona eşlik eden cenaze töreni fotoğrafı olmasa, "Bir aksaklık olmuş ve İzzetbegoviç'in cenaze töreni haberi Doğan Medya Grubu içinde yer alan gazetelerin eline ulaşamamış" diyecektik...

Ama görüyorsunuz diyemiyoruz...

Tamam, böyle bir sonuca varmamızı sağlayan nedenler arasında belki Milliyet'in 16. sayfasının dibine sokuşturulan ufak tefek (ama fotoğraflı) haberin de etkisi var...

Ama ya Hürriyet? Bu gazetenin 23 Ekim tarihli sayısını nasıl açıklayacağız?

Yoksa bizim mi haberimiz yok; yoksa Hürriyet ile İzzetbogoviç arasında haberdar olmadığımız büyük bir sorun mu vardı?

El-insâf yani; olur da bu kadarına pes doğrusu...

"Bilge Kral"ın cenaze törenine (törenin ertesi gününden söz ediyoruz) Hürriyet gazetesinin uygun gördüğü alan, yer ne, ne kadar biliyor musunuz?

Söyleyelim: Gazetenin 20. sayfasının sağ alt köşesinde tek sütuna parmak kadar bir yer, bir alan! (bkz. haberin sayfamızda yer alan aslı).

Yakışıyor mu, ülkenin "en büyük gazetesi"ne bu habercilik tarzı yakışıyor mu?

İsterseniz "ilave" olarak şu bilgiyi de verelim:

Hürriyet'in cenaze törenine ilişkin bu bit kadar haberinin "şıp demiş burnundan düşmüş" bir benzeri de Vatan'da karşımıza çıkmaz mı?

Yani: 15. sayfanın sol sütünunda yer alan "kısa haberler" arasına yerleştirilmiş bir "İzzetbegoviç toprağa verildi" haberi.

Haklısınız; eğer "Ne olacak her ikisine de aynı 'ruh' hakim!" diyorsanız, tabii ki çok haklısınız...

İnsan (iki gazeteden söz ediyoruz!) hiç değilse, "Farkına varılır, mahçup oluruz!" filan diye düşünür... Nerdeee... (K.B.)


Beşiktaş-Sparta Prag karşılaşmasını hangi televizyon kanalı veriyordu?!

Hâlâ örnekleri var mı bilmiyoruz ama eskiden çok yaygın bir uygulamaydı... Bazı gazeteler, haz etmedikleri televizyon kanallarının programlarına "Televizyon" sayfalarında yer vermezlerdi...

"Çocukça" bir davranıştı tabii ki... "Adını anmazsam, yok sayılır!" gibi bir anlayışın ürünü uygulamalardı.

Geçen akşam (22 Ekim) televizyonda Beşiktaş-Sparta Prag karşılaşmasını izlemeye hazırlanıyoruz... Ne olur olmaz kaçırırız diye, erkenden maçın saatini ve yayınlanacağı kanalı teyit etmek istedik. Hemen elimizin altında da Hürriyet gazetesi duruyor...

Açtık "Süperspor" sayfasını ve bulduk aradığımız haberi:

"Kartal puan avında / Şampiyonlar Ligi'nde Chelsea'yi yenerek ümidini sürdüren Beşiktaş, grupta hiç galibiyeti bulunmayan Sparta Prag ile deplesmanda karşılaşacak. Maç saat 21.45'te başlayacak."

Güzel, demek maçın başlamasına daha epeyce zaman var...

Güzel ama 21.45'te başlayacak maç acaba hangi televizyon kanalından naklen yayımlanacak?

İnanır mısınız (tabii ki inanırsınız!), önümüzdeki Hürriyet haberini didik didik etmemize rağmen, bu konuda en ufak bir bilgiye rastlamadık!

Haberde maç öncesi aklınıza gelen her sorunun cevabı var, ama hiçbir televizyon kanalının adı geçmiyor...

Neyse... Sonunda başka bir haber kaynağından söz konusu kanalın hangisi olduğunu da öğrendik.

Star'mış.

Ve tabii anlaşıldı ki, Hürriyet gazetesi "kavgalı" olduğu için bu kanalın adını zikretmetken imtina ediyormuş!

Amma "sansür" yani... Üstelik, "Süperspor" sayfasını hazırlayan gazeteciler de maçı Star'dan izleyecek...

Hürriyet'te bizim bilgimiz dışında bir "genelge" mi dolaşıyor acaba?

"Star adını hiçbir biçimde kaleminize almayacaksınız!" şeklinde. (K.B.)


A. Doğan, Çölaşan'ı nasıl gaza getirdi...

Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında "hortumcu medya patronları"na verip veriştiren Aydın Doğan, Emin Çölaşan'ı da gaza getirmiş görünüyor... Çölaşan, Cuma günkü "Şimdi sıra onlarda" başlıklı yazısında "hesap verme sırası"nın onlara geldiğini yazdı..

Biliyorsunuz, bu "bir ilk..." Hürriyet yazarı Fatih Altaylı bir defasında "beş paralık, on paralık yolsuzlukları yıllarca yazanlar"ın milyar dolarlarla götüren banka ve medya sahibi hortumcuları neden yazmadığını merak etmiş, "acaba onların isimlerinin önünde de 'İ' harfi olsaydı yazarlar mıydı?" diye sormuştu... Altaylı, çoğul eki kullanarak sanki birden fazla köşe yazarına hitap ediyor gibi yapsa da, "İ" vurgusuyla gerçekte bir kişiyi kast ettiği apaçıktı...

Altaylı'nın yazısını size de aktarmış, ardından da Çölaşan'ın cevap verip vermeyeceğini beklemeye başlamıştık. Hayır, Çölaşan'ın sütununda o yazıya cevap verilmedi... Altaylı, bir Galatasaray-Fenerbahçe maçında Fenerbahçeli yöneticilerle kavga etmesi vesilesiyle, "pipo" bağlamında anıldı Çölaşan'ın köşesinde, ki bu da bazı yazarlarca o ilk yazının "öcü" şeklinde yorumlandı...

Peki, Altaylı'nın ithamından sonra "hortumcu bankacı-medyacılar" hakkında herhangi bir yazı yazdı mı Çölaşan? Hayır yazmadı... Dedik ya, Aydın Doğan'ın çıkışından sonra gelen "Şimdi sıra onlarda" yazısı "bir ilk"ti...

Yani, Fatih Altaylı'nın yazdıramadığı yazıyı "patron" yazdırmış oluyordu. (A.G.)


Biz 'Küçük Amerika' olamadık ama onlar 'Büyük Türkiye' oldu...

Anadolu Ajansı çıkışlı ilginç bir haberdi, Yeni Şafak'ta ve birkaç gazetede daha gördük... "Ünlü Amerikalı komedyen Chevy Chase, Cola Turka reklamında oynadığı için, kendisini 'vatan hainliği'yle suçlayanlar olduğunu" söylemiş, yazılan makalelerden örnekler vermiş... Chase'in "cürüm"ü de "Irak Savaşı'nda ABD'ye yardım etmeyen Türkiye'ye ait bir firmanın reklamını yapmak" şeklinde özetleniyormuş...

Kadere bakın: Türkiye 50 yıl boyunca "Küçük Amerika" olmaya çalıştı, bir türlü olmadı; ama Türkiye'nin o kadar özendiği koca ülke 11 Eylül'ü izleyen iki yıl içinde "Büyük bir Türkiye" haline geliverdi...


26 Ekim 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED