AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Doğrusu ben de şüphe ediyorum...

Kendisinden "Kara Ses" (böyle ilginç lâkaplar bulma konusunda da çok ustayızdır!) olarak söz edilen Metin Kaplan'ın Türkiye'ye iadesi meselesinin açtığı tartışmayı izliyorsunuzdur. Tabii ki Metin Kaplan gibi artık hayatta olmayan babası Cemalettin Kaplan hakkında da fikriniz var. "Kara Ses"ler hakkında siz ne düşünüyorsunuz bilmem ama, sanırım şimdi sıralayacağım özelliklerine bir itirazınız olmaz: Asıl olarak Almanya'yı yurt edinmiş olan Kaplan'lardan ne zaman söz açılsa, önderlerine sıkı sıkıya bağlı bu grubun bir dönem kapalı salon toplantılarından ekranlarımıza sıkça taşınan oyuncak tüfek-tabancalı-kılıçlı görüntüleri hatırlarım... Bırakın Almanya'yı, Türkiye'de de kolaylıkla karşılaşamayacağınız kıyafetler içindeki bu çoşkulu kalabalık elde silahlar olmak üzere ya resmi geçit yapmaktadır ya da talim. Bütün bu "askeri" merasimler, daha ortada 11 Eylül de olmadığı için, Almanlar tarafından da kimbilir ne şaşkınlıkla seyrediliyordu...

Ama Almanya, işin içinde "silahlar" da olsa, karşımızdaki gösterinin sonuç itibariyle bir "oyun" olduğuna iyiden iyiye kanaat getirmiş olacaktı ki, "Verin elinizdeki şu tahtadan yapılmış tüfek, tabanca ve kılıçları ve boşaltın salonu!"diyerek gösterilerine engel olmayı düşünmemişti. Herhalde Alman yetkililer, "Bu topluluğun haftasonu tatillerini değerlendirme biçimi de böyle!" diye düşünüyorlardı.. Bize yadırgatıcı gelse de, Almanya böyleydi. Kaplan'cılar gösterilerde ellerinde taşıdıkları tüfek-tabanca-kılıçları ("oyuncak" bile olsa) salon dışında kimseye göstermeyip, silahlarla kimseyi şaka yollu olsa bile korkutmadıklarından sonra, varsın onlar da vakitlerini öyle geçirsinler, diye düşünülüyordu mutlaka...

Nitekim, bildiğiniz gibi, Metin Kaplan'ın 4 yıl hapis cezasına mahkûm olmasının bu gülünç merasimlerle uzaktan yakından ilgisi yok. Kaplan, "rakibi" olarak anılan İbrahim Sofu'yu öldürmeye azmettirmekten hüküm giydi. (İşin bu faslını fazla uzatmayacağım ama sanmayın ki önemsiz... Sincan'daki bir başka müsamerenin nasıl (tankla topla!) sonuçlandığını, söz konusu gecede bulunan Nurettin Şirin'in önünde hapishanede geçireceği daha 20 yılının bulunduğunu hatırlayın... Madem söz açıldı, şu soruyu sormayı da ihmal etmeyelim: Nurettin Şirin'i artık herkes unuttu mu yoksa?)

Almanya İçişleri Bakanı Otto Schilly, idam cezası engeli de kalktığı için artık Türkiye'ye iadesi gündeme gelen Metin Kaplan'ın hangi şartlarda iadesinin mümkün olduğunu anlatmak için geçen hafta Ankara'ya geldi. "İade" meselesi problemliydi, çünkü Ankara'nın iade talebi Düsseldorf Eyalet Mahkemesi tarafından, Kaplan'ın "Türkiye'de işkence görebileceği" gerekçesiyle reddedilmişti. "İade"den yana olan Alman Hükümeti'nin bu yolda kararı temyiz etmesi de sonuç vermemiş, bu talep de Köln İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmemişti.

Alman bakan işte bu amaçla, yani Türkiye'den "işkence" yapılmayacağı konusunda teminat almak ve böylece yeni bir karar çıkartmak için Ankara'daydı...

Schilly'nin Ankara temaslarına ilişkin haberleri siz de okumuşsunuzdur. Ben bu görüşmeleri acı bir gülümsemeyle izledim. Alman bakanın İçişleri ve Adalet Bakanı ile yaptığı görüşmeler, biz ne dersek diyelim Türkiye'nin imajının ne olduğunu çok iyi sergiliyordu. Bu çok enteresan görüşmelerde Aksu ve Çiçek'in kişisel olarak bir sorumlulukları olduğunu söylemek istemiyorum. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin iki bakanı olarak Schilly'i ellerinden geldiği kadar ikna etmeye çalışmışlar. Ama önümüzdeki tablo, genelinde haddinden fazla düşündürücü...

Mealen aktaracak olursak şöyle bir diyalog:

Schilly: Kaplan'a işkence yapılmayacağı konusunda teminat verin.

Bakanlar: O da ne demek! Burası Türkiye; yasalarımıza göre sadece Kaplan'a değil, hiç kimseye işkence yapılamaz.

Schilly: Kaplan'ın adamlarının işkenceyle alındığı söylenen ifadelerini değerlendirme dışı bırakın.

Bakanlar: Aaaa, işte buna gücümüz yetmez... Türkiye'de bağımsız yargıya kimse müdahale edemez. Hem ortada söz konusu ifadelerin işkence ile alındığına dair somut veri yok ki...

Schilly: Yazılı bir taahhüt mümkün müdür acaba?

Bakanlar: Mümkün değil, çünkü usul hukukumuz buna olanak tanımıyor.

Schilly: Ama biliyorsunuz, Alman kamuoyu Türkiye'deki işkence olaylarına çok hassas...

Bakanlar: Hükümetimizin bu yönde kesin kararlılığı var. Zaten bizde işkence yasak...

Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla Shilly'nin Ankara'dan Alman yargısını ve kamuoyunu "iade" için ikna edebilecek güçlü delillerle dönememiş. Ne hazin değil mi? AB'nin kapısında bekleyen bir ülkenin yasalarına kimse inanmıyor. Yasalarında "işkence suçtur" dese de kimsenin ciddiye aldığı yok. Ayrıca sanki Schilly, Ankara'ya gelmeden Türkiye'de "işkence"nin yasalarda yasak, pratikte serbest olduğunu bilmiyordu. Sanki Alman bakan, Türkiye'nin yasalarının da "işkence"yi serbest bıraktığını sanıyordu!

Almanya'da "Pro Asly" adlı insan hakları kuruluşunun Avrupa sorumlusu "iade"ye ilişkin olarak bakın ne diyor: "Burada söz konusu olan, Kaplan'a sempati duyulması değil. Önemli olan, Kaplan'ın adil şekilde yargılanıp yargılanmayacağı. Schilly'ye verilen sözde durulacağından şüphe ediyorum."

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden "işkence" nedeniyle Türkiye aleyhine çıkan kararları hatırladıkça, doğrusu ben de şüphe ediyorum...


20 Eylül 2003
Cumartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED