AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Sadece 'moral'le olmaz; 'siyaset'siz hiç olmaz...

Önünüzdeki yazıyı Siirt'te seçim sandıklarının kapandığı saatlerde yazmaya başladım. Siirt'teki seçimde öncekine benzer bir sorun çıkmadığı takdirde AKP Genel Başkanı artık aynı zamanda bir milletvekili.... Erdoğan'ın aynı zamanda önümüzdeki günlerin başbakanı olacağı da belli. Sistem, kolay olmasa da Erdoğan'a yapılan bir haksızlığı nihayet onarmış durumda. Bana göre bu kadar aceleye gerek yoktu ama sonuç olarak olması gereken gerçekleşmiş bulunuyor. Belki de bu işin seçimlerden bu derece kısa bir süre sonra gerçekleşmesi hayırlı oldu. Bundan sonra artık hiç değilse iktidara yönelik "iki başlılık" eleştirisi ve suçlamasıyla karşılaşmayacağız... Karşımızda artık "tek başlı" bir AKP iktidarı var. Sevindirici bir gelişme; "Kıbrıs meselesinde Gül daha devletçi, Erdoğan daha çözümden yana" veya "Tezkere meselesinde Gül daha kararsız, Erdoğan daha kararlı" benzeri yorumlar da artık tarih oluyor. Bunlar iyi gelişmeler; artık karşımızda "Kıbrıs" gibi "tezkere" meselesinde de "tek başlı" olarak karar verecek ve tabii bu kararların sorumluluğunu yine "tek başına" üstlenecek bir iktidar var... İyi oldu; bu iş zaten kafamızı çok karıştırmıştı... İşin başında "iki başlılık" hakkında "Almanya'da da var" filan deniyordu ama doğrusu bu varoluşa bunu diyenler bile pek inanmıyordu herhalde... Artık "duble baş-dubye yol" dönemi bitiyor ve "tek baş-tek yol" dönemi açılıyor... Bakalım bu "tek yol" ülkeyi nereye ulaştıracak, yakında göreceğiz...

Bugüne kadar birkaç kere değindiğim için bıkmış olabilirsiniz ama ben yine de tekrarlayacağım: Adına "siyaset" dediğimiz alan ve uğraşın belli bir tarifi var. "Siyaset" bu özel tanımının barındırdığı unsurlardan dolayı "moral" ve "hukuk" tan farklı bir alan. "Siyaset" tabii ki bu son iki alanı dışlamamakta, yok saymamakta; ama onlarla aynı şey de değil. "Siyaset" sonuç olarak bireyler ya da gruplar söz konusu olduğunda bir çıkar çatışmasını temsil ediyor. Bu işlevi "moral" ve "hukuk" alanlarını inkar etmeden yerine getirdiği ölçüde de "olgun" ya da "olgunlaşmamış" sıfatlarını hakediyor. "Siyaset" tabii ki, "iyi" ve "kötü" gibi "moral"in has kavramlarıyla yetinmiyor. Aynı şekilde, "insan hakları" meselesinde olduğu gibi, kendisini tamamen "hukuk"un kavramlarıyla tanımlayıp onunla da yetinmiyor. Moral ve hukuk "siyaset"in kafasını kaldırabilmesi için zorunlu şartları oluşturuyorsa da, yeterli değil. O (siyaset) başka bir dil geliştirmeli ve dolayısıyla başka kavram ve söylemlerle toplumdaki farklı bireyler ve gruplar arasında hem "çatışmacı" hem de "pasifik-barışcı" bir rol üstlenmeli. "Pasifik" bir rol üstlenmeli, çünkü siyaset "egoizmleri" sosyalleştirmenin peşinde; "çatışmacı" karakterini unutmamalı, çünkü söylendiği gibi, "Herkesin uzlaşıp-anlaştığı zaman bunun adı artık siyaset değil."

Peki ben bu tekrarı niçin yapıyorum? Çünkü görebildiğim o ki, ne AKP iktidarı ne de büyük kısmıyla "barış girişimi", Türkiye'nin Irak savaşına ilişkin alması gereken tavır konusunda "siyaset"i merkeze alan bir (biraz paradoksal olacak ama!) siyaset uygulamıyorlar. AKP iktidarının "tezkereler" konusunda sergilediği tavır "siyasi", yani "siyaset" ile temellenmiş bir tavır değil. "Moral"e ve "hukuk"a kayıtsızlığı bir yana, Türkiye'nin niçin "ABD'nin savaşı"nın yanında yer alması gerektiğini inandırıcı bir şekilde "siyaset"in kavramlarıyla anlatamamış. "Savaşa biz de karşıyız" gibi tamamen "moral" temeldeki açıklamaları gibi, "Türkiye savaşa seyirci kalamaz" şeklindeki "devletçi" açıklamaları da inandırıcılıktan yoksun. Oysa eğer tavrından ve tezinden o kadar eminse, bir siyasi iktidar olarak bunu topluma siyasi bir terminolojiyle anlatabilmesi, açıklayabilmesi gerekirdi.

"Barış yanlıları" için de birkaç söz: Bu hareketin asıl özelliği, "savaş"ı geriletmek için sadece "moral"den medet ummaktan ibaret... Nitekim böyle olduğu için de, "savaş yanlısı" pek çok kişi ve çevre tarafından "naif" olmakla suçlanıyor ya da eleştiriliyor. Oysa bu hareket içinde yer alan tek tek insanların "moral" temelde karşı çıkışları büyük bir grup olarak ulaşacakları "siyasal" bir tepkiye de dönüşebilseydi, işler bambaşka olmaz mıydı?

Bir "moralist"in, Andre Comte-Sponville'in söylediği gibi, sadece "moral"e dayanarak dünyada ırkçılğı, işsizliği, sefaleti, ayrımcılığı, (ve biz devam edelim) savaşı önlemek mümkün mü? Biliyorsunuz, "tezkere"yi kabul etmeyen Meclis üyeleri de asıl olarak "moral" temelde gerekçelerden hareket ediyorlardı. Tek tek ele alındıklarında bu milletvekillerinin bu tepkileri tabii ki çok değerliydi. Ama bakın; "hayır"ın arkasında bir "siyaset" bulunmadığı için aralarından belki pek çoğu bu "moral" tepkilerini "tezkere"nin ikinci kez oylanacağı güne taşıyamayacaklar...

Sonuç olarak, her konuda olduğu gibi "savaş" konusunda da "Siyaset-Moral-Hukuk" arasındaki farkların kaybolması, bunlardan bir ya da ikisinin yerinin bir üçüncü tarafından tamamen işgal edilmesi meseleleri anlamamızı zorlaştırıcı ve çözüm üretmeyen bir gelişme. Ben bu üçünün "Kuvvetler ayrımı" gibi çalışmasından yanayım; aynen Anayasa'da bu ayrıma ilişkin yer alan ifadede olduğu gibi: "medeni bir işbölümü ve işbirliği"(!)

İsterseniz, yazıyı bitirmeden, buraya kadarki satırları daha iyi anlatabilmek için "siyaset" merkezli savaş karşıtlığına bir örnek olarak Fehmi Koru'nun günlerdir ısrarla (ve "düşünme cesareti" ile) tekrar ettiği tezini hatırlatayım: Koru, ABD'nin "kuzey"siz, yani Türkiye'siz savaşa karar veremeyeceğini ve bu seçimin sadece bizim elimizde olduğunu belirtiyor... Yanılıyor mu? Bilmem, belki de yanılıyordur; ama hiç değilse "siyaset"i merkeze alan bir savaş karşıtlığı...


10 Mart 2003
Pazartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED