AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Millî tabular, Cumhuriyet, Orhan Bursalı

Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı, "Sevr paranoyası" ve "Kıbrıs" konularındaki, tipik bir Cumhuriyet okurunun tüylerini diken diken edecek yazılardan sonra, son "millî tabu"muz olan "Irak'ta Kürt devleti" konusunda da benzer bir yazı yazdı. Burada daha önce "harıl harıl tartışmalıyız" dediğimiz "tabu" üzerine başka yazanlar da var. Ama, bu konudaki en cesur yazılardan birinin Cumhuriyet'te çıkmasının önemi başka...

Türkiye, "Bağımsız Kürt devletini 'savaş sebebi' saymak politikasının ne parlamentoda ne de sivil toplumda hiç tartışmasız kabul görmesindeki tuhaflığa" (İsmet Berkan, Radikal, 6 Mart) aldırmadan, "Yanıbaşımızdaki istenmeyen oluşumlar"ı engellemek üzere ABD'nin savaşına destek yolunda ilerliyor...

Dün Kronik Medya'da "Türkiye'nin ABD'nin savaşından uzak durması" ve "Irak'ta, bir parçasını Kürtlerin oluşturacağı bir federasyonun (dahi) reddedilmesi" politikalarını birlikte savunan gazete ve yazarların içinde bulunduğu çelişkiyi göstermeye çalışmıştık. Bu çerçevede adını andığımız iki gazeteden biri de Cumhuriyet'ti...

Bir süre önce, Hürriyet genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün, daha ortalığın kızışmasından aylar önce yazdığı "Bağımsız Kürt devletinden niye korkuyoruz, anlamıyorum" içerikli yazısını aktarıp; "Özkök artık yazmıyor böyle şeyler, o şimdi 'Bağımsız Kürt Devleti'ni engellemek için ABD'nin yanında olmalıyız' fikrini savunuyor" demiştik. Gene o yazıda dile getirdiğimiz "Oysa tam şimdi bu meseleyi harıl harıl tartışmalıyız" talebimizden sonra epeyce sevindirici gelişme oldu. Azımsanmayacak sayıda köşe yazarı konuya değinen yazılar yazdı, biz de bunları size zaman zaman aktardık.

En son, 6 Mart'ta Posta'da Mehmet Ali Birand, Yeni Şafak'ta Koray Düzgören ve 7 Mart'ta Vatan'dan Okay Gönensin, "Biz kendimizi toparlarsak asıl çekim merkezi Türkiye'nin Güneydoğusu olur; korkacak bir şey yok" demeye getiren yazılar yazdılar. Hatta -tartışmanın sirayet gücünü göstermesi açısından önemli- bu tür işlere hiç bulaşmayan Ayşe Özgün bile (Vatan) eleştirdi "Federasyona (da) hayır" biçimindeki resmî Türk tezini:

Tartışmalarda tuzumuz var

"Kuzey Irak'ta yaşayan Kürt asıllı Iraklılar, kendi çabalarıyla kendi idarelerini çökertebilip Bağdat idaresinde söz sahibi olabileceklerse bu bizi niçin ve nasıl ilgilendirir? (...) Zamanla Kuzey Irak gelişip ileri giderse, doğacak farktan mı korkmalıyım? O zaman benim de süratle gelişmem gerekeceği için, memnun olmam gerekir. Toprağımızdan bir çakıl taşı vermemeye ant içmişiz. İsteyecek gafil dersini alır. Korkmuyorum! Protesto ediyorum."

Tartışmanın genişlemesinde bizim de tuzumuz olduğunu hissediyor, seviniyoruz... Geldik, tekrarında lüzum görmediğimiz nedenlerle "bu yazıların en önemlisi" diye nitelediğimiz yazıya... Cumhuriyet'ten Orhan Bursalı, 4 Mart'ta kaleme aldığı "Irak'ta Kürt Devleti" başlıklı yazısında Türkiye'nin, Irak'ta "federatif yapılı bir devlet"i engellemesinin tek yolunun "ikide bir Irak'a girip askeri müdahalede bulunmak" olduğunu söyledikten sonra, ülkenin yapacağı "tek şey"i şöyle anlatıyor:

"Irak'taki Kürtlerle barış yapmak ve aramızı düzeltmek. Dost olmak. Onları tanımak, ciddiye almak. İç ve dış konularda yardımcı olmak. Doğal bir müttefik olarak kabul etmek. Uzun vadeli bir barışın ve huzurun temellerini atmak.

'Yurtta sulh, Cihanda sulh'

"Kendi sınırlarımıza ve toprağımıza biz sahip çıkacağız, bunu ise Türkiye'nin bir varoluş sorunu olarak görmesi, sınırlarının dokunulmazlığı konusunu tartıştırmaması, ülkenin sonsuz ve dünyanın en meşru hakkıdır.

"Türkiye'nin önüne uzun vadeli stratejik pencereler açmaktan yoksun, zaten böyle bir amaçla da kurulmamış bütün güdümlü stratejik vakıf makıflar-dernek mernekler ve 'uzman beyinler'in ve bunların 'köşe izdüşümleri'nin, tek seçenek olarak, Irak'a girmeyi ve Kürt devletini önleyici olarak bulunmayı öngören politikalarının bir geleceği olabilir mi?

(...)

Irak'taki Kürtlerle dostluk politikası, oradaki Türkmenlerin haklarını alabilmenin, savunabilmenin de en iyi yoludur. Savaşla, silahla Türkmenlerin haklarının savunulabileceğini ummak da gerçekçi değildir. Bu, Kürtlerle dostluk politikasının ürünü olabilir.

"Türkiye'nin 'Yurtta Sulh, Cihanda Sulh' politikasına bağlı mıyız? Eğer öyleyse, Irak konusunda düşüncelerimizi ve politikamızı, tam 180 derece savurmalıyız."

Bursalı, 6 Mart'taki yazısında ilk yazıya gelen tepkileri şöyle değerlendirdi: "'Kürt devleti mi?' başlıklı 'Salı' yazıma, çok sayıda destek geldi; tartıştığım bazı okurlarım ise 'Biz milli bütünlüğümüzü böldürmeyiz'den başka bir 'fikir' ileri süremediler..."

Bu yazıyı, en azından "tabu"nun tartışmaya açılmasını Cumhuriyet okurlarının çoğu onaylıyorsa, o zaman bizim başta "tipik" Cumhuriyet okuru için söylediğimiz şeyler geçerli değil demektir ki, bunu kabulden hiç gocunmayız. Cumhuriyet okurları bizi keşke hep mahçup etse böyle. (A.G.)

Cumhuriyet'te Özkök'ten söz etmeyen 10 savaş karşıtı yazı!

7 Mart tarihli Cumhuriyet'te genelde Irak savaşı, özelde Türkiye'nin yeni bir "tezkere" ile bu savaşa dahil olma ihtimalini gözden geçiren (yanlış saymadıysak) 10 köşeyazısı var.

Sırasıyla gidecek olursak bu yazılardan ilki İlhan Selçuk imzalı ve "'Pis Savaş'a Hayır Demek..." başlığını taşıyor.... Başlığından da anlaşıldığı gibi savaş karşıtı bir yazı...

İkinci yazı Hikmet Bila'nın "Boşluk" başlıklı yazısı. Bila özellikle "tezkere" çerçevesinde AKP iktidarın tavrını ve Genelkurmay Başkanı'nın son açıklamasını birlikte gözden geçiriyor. Bu yazı da (sanki) savaşa karşı gibi....

Üçüncü yazı Cüneyt Arcayürek'in. "Amerikan Parmağı" başlıklı bu yazı da savaşa karşı...

Dördüncü yazı Mustafa Balbay'ın "Takiyokrasi!" başlıklı yazısı. Yine "tezkere" meselesi, yine savaşa karşı bir tutum...

Altıncı yazıyı Erol Manisalı kaleme almış. "'İyi, Kötü ve Çirkin'... ya da 'Birkaç Dolar İçin'..." başlıklı bu yazının savaş karşıtı olduğu da başlığından belli....

Öztün Akgüç'ün "Onurlu Kararın Yarattığı Fırsat" başlıklı yazısı da (artık belirtmeye gerek yok) savaş karşıtı...

Sekizinci yazıyı Zekeriya Temizel yazmış. "Meclis'te Milletin Vekilleri Var!" başlığını taşıyor. Temizel'in tavrı da belli...

Dokuzuncu yazı Vecdi Sayar'ın elinden çıkmış. Sayar, "Dinle Sevgili Ülkem" başlığı altında özellikle savaş karşıtı gösterileri değerlendirmiş.

Ve nihayet onuncu yazı olarak Attilâ İlhan'ın "...Tarih Bizi Affedecek midir?" başlıklı ve içinde "Başkan Bush"un adı geçse de, meseleyi yine epeyce geniş açıdan ele alan ve bu arada "casus Lawrence"den söz etmeyi de unutmayan bir yazı. Az biraz zorlamayla bu yazıyı da savaş karşıtı çizgiye yerleştirmek mümkün...

Tamam, buraya kadar güzel.... On köşede, on savaş karşıtı yazı....

Ancak bu savaş karşıtı yazıların hepsinde ortak olan ilginç bir "unutkanlık" gözleniyor: Asıl olarak Hükümet'in Irak politikasını eleştiren bu yazılarda Hükümet ile aynı görüşte olduğunu açıklayan Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ten hiç söz edilmemiş!

Yok olmadı, "hiç söz edilmediği" doğru değil; Genelkurmay Başkanı'nın adından ve açıklamasından Hikmet Bila ve Mustafa Balbay'ın yazıları dışında kalan yazılarda hiç söz edilmemiş...

Ama sizi yanıltmayalım; Bila ve Balbay'ın yazılarında Genelkurmay Başkanı'nın adından (ve açıklamasından) söz edilmesi, Özkök'ün açıklamalarını "savaş karşıtlığı" açısından değerlendirmek gibi bir amaç taşımıyor... Bila, Özkök'ün açıklamasını, Hükümet'in açıklamalarının gerçekçilikten ne derece uzak olduğunun bir delili olarak kullanıyor. Balbay ise, söz konusu açıklamayı hesi hepsi şu kadarcık kullanmış: "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün önceki günkü açıklamalarını yorumlayan AKP'lilerin büyük çoğunluğu mutluydu. Kulislerde dolaşan hava şu: Bu durumda ikinci tezkere geçer!"

Çok garip bir manzara, çok garip bir "unutkanlık"la karşı karşıya değil miyiz? Önümüzde "savaş karşıtı" on yazı olmasına rağmen, hiçbirinde Genelkurmay Başkanı'nın "tezkere" ve dolayısıyla "savaş yanlısı" açıklamasından söz edilmiyor!

Hadi kolaysa, kendinizi Cumhuriyet okurlarının yerine koyun da meselenin içinden çıkın bakalım! (K.B.)

Altın adamları tenekeleşmeye zorluyorlar

Necati Doğru'nun 6 Mart 2003 Perşembe günkü Sabah gazetesindeki yazısı.

Dört koldan geliyorlar... Washington'dan... Beyaz Saray'dan.. Petnagon'dan... New York'tan... Ankara'dan... Parti binalarından, lüks otel lobilerinden... İstanbul'dan gazete köşelerinden saldırıyorlar. Kalemlerinden salyalar sallayarak, "Tezkereyi reddetiler... Türkiye bu işten çok zarar görecek... Güçlü Amerikalı, zavallı bizi defterden silecek..." diye diye, yaza yaza, söyleye söyleye geliyorlar.

Hışımla...
Kızgınlıkla...
Şeytana taş çıkartan...
Kurnazlıkla...
Hilekârlıkla...
Altın adamlara saldırıyorlar.

99 milletvekili çıktı ya... AKP'nin 363 miletvekili içinde 99 altın adam çıktı ve CHP'den 178 milletvekilinin de oylarıyla birlikte "tezkerelere hayır" diyerek Türkiye'nin dünyadaki görüntüsünü "memelerine dolar sokularak otel odasında götürülen sokak fahişesi" olmaktan çıkarttı ya... Dünyada hiçbir kurumun yapamayacağı şekilde Washington zorbasına karşı çıkarak demokrasisine pırlanta değer katan, ülkesinin itibarını yükselten davranış sergilediler ya...

İşte bu 99 milletvekilini...
99 altın adamı...
Tenekeleştirmeye geliyorlar...
Dört koldan geliyorlar.
Ağızları köpürmüş...
Washington'dan...
Beyaz Saray'dan...
Pentagon'dan...
Ankara'da parti binalarından... Otel lobilerinden... İstanbul'da gazete köşelerinden...

Kuzey Irak'ta ABD ajanlarının kışkırttığı aşiret Kürtlerin'nin 15-16 yaşındaki zavallı gençlerine "Türk bayrağı yaktırarak..." geliyorlar. Türkiye'ye; ucuz bir çıkarcılık çengeline takılmaya hazır, komşusunu dolarla satan, 21. yüzyılı ABD'nin Ortadoğu'daki tetikçisi olarak yaşamaya razı, zengin sofralarının kemik yalayıcılığını yapan insanlar ülkesi damgası vurmuşlar, "bu damgayı silemezsiniz" diyerek geliyorlar. Aydın geçinen gazetecileri...

Köşe sahiplerini...

Televizyon televizyon, kanal kanal radyo radyo gezdirerek "99 altın adamı tenekeleştirme" kuşatmasına alıyorlar. Milliyetçi, muhafazakâr bir çizgiden gelmiş olan köşe yazarını, sağ kanadın en etkili televizyon kanalının ana haber bültenine çıkartıp, 15 dakika konuşturup "Hazreti Muhammed'in Hudeybiye Antlaşması"nı anlattırıyorlar.

Putperest Mekke oligarşisi, korkup kentten kaçan Müslüman Mekkeliler'i geri istemiş. Hazreti Muhammed de "olur" demiş. Fakat Hazreti Ali, "Olur mu Ya Muhammed... Hiç Müslüman, putpereste teslim edilir mi..." diye isyan etmiş. Muhammed de Ali'ye "Müslümanlar'ın genel çıkarları sözkonusuysa doğru olur" demiş.

Bunu anlatıyorlar...

Bunu anlatarak; "ikinci tezkereye evet demenin ahlaki olacağına" fetva veriyorlar.

Terk dertleri var.
Tek amaçları...
Altını tenekeleştirme...

Onlar İstanbul'daki TV sütüdyosundan; Hudeybiye Antlaşması'nı güncelleştirip 99 altın adamı tenekeleştirmeye alet ederlerken Ankara'da ABD Büyükelçilik yetkilisi Nicholas Kass, bizzat Meclis'e geliyor. Tezkereye karşı oy verdiği tahmin edilen AKP milletvekillerine "Oyunuz hangi koşulda değişir" diye soruyor. Aynı anda Washington'dan AKP'nin kurucusu ve Tayyip Erdoğan'ın dış politika danışmanı Cüneyt Zapsu Washington Post gazetesine "ikinci tezkereyi getireceğiz, kaybedersek AKP biter" diye demeç veriyor. ABD Büyükelçiliği ile Cüneyd Zapsu'nun da tek derdi var.

99 altın adamı...

99 teneke adam yapmak.

Bush'un da "tek planı" var. Türkiye'yi ülkesiyle, insanıyla, ordusuyla hukuki olmayan saldırgınlığına ortak etmek. Türkiye olmadan bu saldırıyı yapamıyor,, "B Planı var..." diyorlardı, "B Planı'nın olmadığı" ortaya çıkıyor.

99 altın adam tenekeleşir mi?
Tenekeleşmez!

'Ahmet Abi' vatandaşın sorunlarını böyle izleyecekse...

Ahmet Vardar uzun yıllar "Alo Sabah" dedikten sonra şimdi de aynı işi Vatan için yapıyor... Fakat "araya ara girdiği" için olsa gerek, eski formunda görünmüyor; üslûbu bile epeyce yumuşamış.

Ahmet Vardar'ın 6 Mart'ta Vatan'da dile getirdiği bir "vatandaş sorunu", bu aranın yarattığı kopukluğun yalnız üslûpta değil, içerikte de problemler yaratabileceğini gösteriyor....

Vardar'ın köşesindeki "manşet"in başlığı şöyle: "Emeklilerin 75 milyonu ne oldu?" Vardar, Türkiye'deki emeklilerle ilgili birkaç "hoş" cümleden sonra "Şimdi konumuza gelelim" diyerek "Emeklilerin 75 milyonuna ne oldu?" sorusuna geri dönüyor. Okur (tabii en çok emekli Vatan okurları), Vardar'ın sözü, her emekli için yapılan 75'er milyonluk seyyanen zammın uygulanmaya başlamasından sonra, her ay uygulanan enflasyon zammının kaldırılmış olmasına getireceğini ve "hesap soracağını" sanıyor. Fakat hayır, "Ahmet Abi" başka bir şeyin hesabını sormaktadır:

"Şimdi konumuza gelelim. Hani şu emeklilere verilmesi gereken bir 75 milyon liralık artış vardı. Ne oldu? Yoksa ilkokulda okuduğumuz hikâyedeki gibi yandı bitti kül mü oldu? Biliyor musunuz 3 milyona yakın emekli bu ümitle aylardan beri bekliyor. Onlar için 75 milyon lira az para değil. Alabilselerdi bir eksikliklerini tamamlayabileceklerdi. Ama hâlâ bir haber yok.

"Sayın milletvekillerimize benden selam olsun. Çıkarın, aylıklarınızı 5-6 milyardan daha da yukarı çıkarın. Kimsenin gözü yok. Ama birkaçınız da emeklilerimiz için çaba gösterse ne olur. Benden hatırlatması."

Valla aynen böyle... Ne diyorsunuz? Bizce mesele şöyle cereyan etti: Bir emekli telefon edip "Ahmet abi şu bizim 75 milyonun başına gelenlerle bir ilgileniver" dedi, Vardar da bundan "Demek ki ödenmeyen bir 75 milyon meselesi var" sonucunu çıkarıp kulak çekti... İyi de, Ahmet Abi emekli değil mi? (A.G.)

Sabancı iki 'Özkök'ü nasıl uzlaştırdı?

Kendisini şahsen tanımadığımız için doğru cevabı bilmiyoruz; Sakıp Sabancı kameralar önüne çıkıp artık kanıksadığımız bu "ortaoyunu"nu bilerek-isteyerek özellikle mi oynuyor, yoksa bu ünlü işadamımız normal halinde, günlük hayatında da mı böyle? Eğer ikinci seçenek doğruysa bu bizi tabii ki uzaktan yakından ilgilendirmez... Allah yakınlarına sabır versin! Yok eğer bu bir "mizansen" ise, pekçoğunuz gibi televizyon ekranlarında sık sık yakalandığımız bu manzaraya doğrusu biz de isyan ediyoruz... Sakıp Bey ülkenin (ve dünyanın) en varlıklı insanlarından birisi diye, millet olarak bu eziyeti çekmek zorunda mıyız?

Sakıp Sabancı'ya televizyon kanallarında geçen gün yine yakalandık. Yine malûm jest ve mimiklerle, malûm nutuklarından birisini atıyordu.

Fakat o da ne; Sabancı bu kez kendisini hepten bırakarak çok ilginç bir benzerlik kurmaz mı? Aynen şöyle:

"Ertuğrul Özkök, yurtdışına asker gönderme ve Türkiye'de yabancı asker bulundurma tezkeresinin çıkmaması halinde, asıl savaşın o zaman olacağını söylemişti. Bir Özkök böyle söyledi. Sayın başka bir Özkök var. O da dün bu yönde bir söz söyledi. Bundan dolayı da çok mutluyum."(!)

Görüyorsunuz, bir bu eksikti, o da tamam oldu! (K.B.)


9 Mart 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED