AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Türkiye nerede duruyor?

Powell'ın gelişi ortalığı bir kez daha karıştıracağa benziyor. ABD Dışişleri Bakanı'nın Türkiye geliş amacı henüz net değil, ancak bu ziyareti yeni tezkereyle bağdaştıranların sayısı da pek az değil.

Nitekim Ankara'dan, özellikle hükümet çevrelerinden gelen haberler tezkere ihtimalinin hala canlı olduğu yönünde. Bunlara göre, önde gelen sorumlu bakanlar tezkerenin tekrar gelmeyeceğini garanti edemiyor, en çok da Başbakan Tayyip Erdoğan bu ihtimali canlı tutmaya çalışıyor; bir anlamda grubunu ani ve yeni kararlara hazır hale getirmeye gayret ediyor.

Yeni bir tezkere konusunda, ABD'nin içinde bulunduğu sıkışıklığı Kuzey cephesiyle aşması yönünde şu ana kadar en büyük baskının dışarıdan değil, içeriden geldiğini söylemek mümkün...

Ancak bu noktada önemli olan "siyasi iktidarın nerede durduğu ve hangi gerekçelerle durduğu meselesi"dir.

Türkiye ve siyasi iktidar bundan önceki tezkere tartışmalarıyla aslında ciddi bir sınavdan geçti ve bir deneyim yaşadı. Savaşa aktif destek vermemenin yaratacağı handikapların sandığı kadar önemli olmadığını gördü:

ABD-Türkiye ilişkileri iddia edildiği gibi bir krize girmedi. Tersine, Avrasya ve Ortadoğu'daki politikaları ve varlığı açısından Washington'un güçlü bir Ankara'ya duyduğu, bundan sonra duyacağı stratejik ihtiyaç iyice ortaya çıktı. Nitekim kimilerinin dillendirdikleri "Türkiye'ye yönelik istikrarsızlaştırma tehdidi"nin ise ucuz olduğu anlaşıldı. Bu çerçevede ekonomi de sanıldığı gibi yıkıma uğramadı.

Malum; Türkiye'nin savaş dışında kalması milletvekilleri sayesinde ama AKP hükümetine rağmen olmuştu.

Bununla birlikte hükümetlerin oluşan durumu iyi okumak fırsatı ve süresi de oldu.

Bu noktada şu soru önemli:

Siyasi iktidar Türkiye'nin kendisine rağmen geldiği yeri benimsemiş, bu noktadan hareketle politikalar ve stratejiler üretmeye başlamış mıdır?

Soruya bir çırpıda "evet" yanıtı vermek zor...

Hatta tersi daha geçerli...

Ancak eğer tersi geçerliyse, yani hükümet tezkere konusunda hevesli duruyorsa, şu rahatlıkla söylenebilir:

Türkiye "dev bir dünya sorununu" sadece Irak meselesi ya da Türk-ABD ilişkileri olarak görmektedir ve böyle olduğu oranda "stratejik görüş darlığı ve vizyonsuzluğu mutlak"tır.

Bu konuda dün yaptığımız tespitleri bir kez daha yineleyelim:

"Sonucu ne olursa olsun savaş sonrası, globalleşme sürecinde kısa, orta ve uzun vadede ciddi sorunlar çıkacaktır. Ekonomik açıdan kısa vadede ABD'nin bu yıl 500 milyar dolara ulaşması beklenen mali yıl açığının kapatılması için, yurtdışı tasarruflara yönelmesi, bunun yatırım mekanizmalarından, doların gücüne ve paritesine kadar bir dizi dengeyi etkilemesi kaçınılmazdır.

Dünya dış ticaret hacminin daralması, bunun bir çok ülke için makro ekonomik dengeleri etkilemesi de ciddi bir ihtimaldir.

Siyasi açıdan ise, soğuk savaşı takip eden yeni denge taşlarının bir daha yerine konulmamak üzere oynadığı artık açıktır. ABD'nin Avrupa ülkeleriyle oluşturduğu denge bundan böyle 'tek kutup içi ilişkiler' yerine hızla 'çok kutuplu ve çatışmalı bir düzen'e doğru ilerleyecek gibi gözüküyor...

Aynı şekilde AB de şimdiki yapı içinde devam edemez bir aşamaya ulaşmış, İngiltere'nin dışta kalacağı, daha küçük, 7-8 üyeli, mevcut koşullarda etkin olabilmek için ortak bir dış politikaya sahip olması gereken bir yapının ipuçları görünmeye başlamıştır. Bu çerçevede NATO buharlaşmaya aday bir sorundur. BM ise muhtemelen yeni düzenin 'hakem kurumu'nu değil, 'rekabet alanı'nı oluşturacaktır..."

Siyasi iktidarın, iktidar sıfatını hakkedebilmesi için, "kendisini bağımlı değişken kılan taktik değerlendirme ve tavırlar" yerine "stratejik bir mantık"tan yola çıkması gerekmektedir.

Çok yönlü okumalar bu stratejik mantığın olmazsa olmazlarıdır.

Ve bu çerçevede iki dizi "önlem-politika" kaçınılmazdır.

Her şeyden önce tedbir olarak "ekonomi politikalarında kendi kaynaklarını da devreye sokmak" ve bunu sağlayabilmek için "Türkiye içindeki farklı eğilim ve grupları bir araya toplayacak bir toplumsal uzlaşma politikası üretmek"...

"Siyasi alanda" bu kriz koşullarını dikkate alıp, toplumsal uzlaşmaya hız vererek "Kıbrıs politikasından Kuzey Irak politikasına kadar ülkenin çok yönlü ilişkiler kurmasını engelleyen, yalnızlaşma riskini artıran yükleri üzerinden atmak"...

Bunları yapabilmek ve Türkiye'yi dirilme yoluna çevirebilmek için şu gün itibariyle bir ön koşul var:

Siyasi iktidarın ülkenin savaş dışılığını içine sindirmesi ve bu hat üzerinden yeni politikalar üretebilmesi...

Evet, kritik günler ve sınav tekrar başlıyor...


2 Nisan 2003
Çarşamba
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED