AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Tezkere cephesi' de bölündü

Dikkat ediyor musunuz, ABDdünyanın en "bölücü" ülkesi haline geldi... Saldırırken de bölüyor, çöle saplanırken de... Saldırı, Birleşmiş Milletler'i, NATO'yu, ülkeleri, ülkelerin medyalarını bölmüştü. ABD'nin çöle saplandığı andan itibaren de "koalisyon"da ve kendi içinde bölünmeler başladı. Biz bugün burada, ABD'nin son pozisyonunun, medyamızdaki "tezkereci" yazarlar arasında yol açtığı bölünmeyi ele alacağız...

Anglo-Sakson ittifakının Irak'a düzenlediği seferberlik çerçevesinde Türkiye'nin de "askere alınması"nı talep eden; Türkiye'nin yerinin "stratejik müttefik"inin yanında olması gerektiğini ve bu nedenle topraklarının Amerikan askerlerine açılması gerektiğini savunanlar cephesinde ciddi çatlaklar belirmeye başladı.

Son 3-4 günde bazı "tezkereci" yazarların yazılarında rastladığımız utangaç "revize" çabaları, bu kesimin etkili kalemi Gündüz Aktan'ın 31 Mart tarihli Radikal'de yayımladığı çok önemli yazısıyla yeni bir aşamaya ulaştı. Yazının kritik önemde olduğu, hemen ertesi gün Cengiz Çandar'dan "gereken cevabı" almasından da anlaşılıyor...

AKTAN: 'ARTIK ÇOK FARKLI'

Radikal gazetesi yazarı Gündüz Aktan, 31 Mart'ta, savaşa ilişkin kendi fikirlerini de gözden geçirdiği önemli bir yazı yayımladı. Aktan, "Artık çok farklı" başlıklı yazısında Amerika gibi kendisinin de savaşın birkaç haftada biteceğine inandığını hatırlattıktan sonra, neden böyle olmadığını tahlil ediyor:

"Amerika gibi biz de Amerika'nın teknolojik üstünlüğüne ve Irak halkının Saddam rejiminden nefret ettiğine inanarak, bu savaşın birkaç haftada biteceğini düşünüyorduk. 1991'de Irak ordusu neredeyse savaşmadan yenilmişti. İsrail'in karşısında gördüğümüz gibi zaten Araplar korkaktılar, savaşmayı bilmezlerdi. Irak da diğer Arap ülkeleri gibi sömürgecilerin kesip biçtiği sınırlar içinde yapay bir ülkeydi, vb. 1973 savaşında Sedat'ın kısmi başarısı bir yana bırakılırsa, Filistin'in son 10 yıllık direnişi, her halk gibi Arapların da şartlar oluştuğunda savaşmayı öğreneceklerini göstermeye başladı. Şimdi Iraklılar dünyanın şahit olduğu en korkunç savaş makinesinin karşısında ölümü göze alıyor ve savaşıyor."

Aktan, tahmin edilenin gerçekleşmemesinin sonucunu da şöyle özetliyor:

"Uluslararası ilişkiler güce, yani bir toplumların yaşamak için kendini savunma gücüne dayanır. Irak bu gücü gösterdiği andan itibaren her şey değişmiştir. (...) Amerika, Saddam'ı devirip Irak halkına özgürlük getirmeyi amaçlarken, Irak da Amerika'ya karşı bağımsızlık savaşı veriyor. Aslında bu noktaya gelen bir savaşı sürdürmenin fazla bir anlamı yok. Uluslararası meşruiyet ne olursa olsun, bir savaş halkın bağımsızlık mücadelesine dönüşmüşse meşruiyeti kalmıyor. (...) Araplar Vietnamlılaşıyorlarsa bunu Bağdat savaşında göreceğiz. Bu durumda Amerika'nın yapacağı en önemli şeyse, bu belki de çok kanlı geçecek kent savaşında sivil öldürmemek için şimdikinden çok daha dikkatli olmak. Zira ne dünya ne de kendi kamuoyu bunu kaldırabilir."

Bu yazı, "Tezkere" cephesinin önde gelen yazarı Cengiz Çandar ile "Tezkere karşıtı" cephenin önde gelen yazarı Gülay Göktürk'ü (ikisi de Dünden Bugüne Tercüman'dan) harekete geçirmiş görünüyor. İkisi de, isim vermeden bu yazıyla polemik yapıyor. Önce Cengiz Çandar...

ÇANDAR: NE BAĞIMSIZLIK SAVAŞI?

"Irak ve savaşa dair ipuçları" başlıklı yazısında Çandar (1 Nisan) şu anda sadece "Savaşın sanılandan fazla süreceği"nin ortaya çıktığını söyledikten sonra, "Bağımsızlık", "Vietnamlılaşmak" meselelerine getiriyor sözü:

"Ama hepsi bu kadar. Yoksa, buradan, bir 'Irak ulusal kurtuluş savaşı' üretmenin, 'Kahraman önder Saddam Hüseyin önderliğinde Irak halkının direndiği' yolunda görüşlere kapılmanın ve hatta Amerikalıların 'Vietnam'da olduğu gibi' bu kez 'Irak bataklığı'na saplanıp kalacaklarını düşünmenin alemi yok."

Gülay Göktürk de, "savaş yanlılarının en akıllıları durumu gördü ve çark etmeye başladı bile" diyor, Çandar'ın dört sayfa gerisinde... (Anlayacağınız, Gündüz Aktan ne İsa'ya yaranmış görünüyor, ne Musa'ya...)

GÖKTÜRK'ÜN ELİ, YAKALARINDA...

Göktürk, "Ben normal olarak böyle çark etme girişimlerinin üstüne gitmeyi, insanların hatalarını kafalarına kakmayı fazla sevmem" diyor ama hemen ardından bu kez "normal" davranmayacağını ekliyor:

"Aylar boyu 'Türkiye'nin ulusal çıkarları gereği' güçlünün, yani ABD'nin yanında yer almasını savunacak; aksini söyleyenleri 'romantiklikle' 'enayilikle' filan suçlayacaksınız; savaşın onuncu gününde ABD'nin girdiği bataktan kolay kolay çıkamayacağı, çıksa da kolay kolay iflah olmayacağı anlaşılınca 'Artık çok farklı' diye yazılar yazmaya başlayacaksınız. Pişkinliğin bu kadarı da olur mu?"

Göktürk, "Fırsat buldukça bu büyük sınavda kimin ne yaptığını açığa çıkarma" sözüyle bitiriyor yazısını...

Hiç fena bir fikir değil. Aynı şeyi biz de yapacağız. Bugünlük Göktürk'e bir "ihbar"la yetinelim. Milliyet yazarı Hasan Cemal, "Vicdanlarda açılan yara büyürken..." başlıklı makalesinde (1 Nisan) şöyle yazdı:

"Savaş uzuyor... Vicdanlarda açtığı yara büyüyor... Bombardıman ve ölüm! Masum halkın, çocukların televizyon ekranlarındaki o dehşet görüntüleri, insanların iç dünyalarında öylesine fırtınalar kopartıyor ki, böylesi acıların üstüne, hele bir işgal gücü olarak neyi nasıl inşa edebilirsin ki? Saddam'ı devirdikten sonra Irak'ı nasıl denetim altında tutabileceksin ki? Tutsan, bunun maliyeti ne olacak ki? Uzun lafın kısası: Evdeki hesap çarşıya uymadı."

Göktürk bu "ihbar"ımızı değerlendirir mi bilmiyoruz, o değerlendirmezse, söz veriyoruz biz değerlendirecek, Hasan Cemal'in "reel" yazılarından bir seçkiyi sunacağız size... (A.G.)

96 gün önce ...

'Şurası kesin... Bu defa savaş çok kısa sürecek...'
Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 26 Aralık 2002

Ertuğrul Özkök'ten beklenen 'revize' geldi...

Şu "Biz Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devletine neden karşıyız?" meselesi... Biliyorsunuz, Hürriyet genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün üç beş ay önceki bir yazısının başlığında karşılaşmıştık bu soruyla... Özkök, yazısında, böyle bir şeyin (federasyon da değil, basbayağı "Bağımsız Kürt devleti"nin) neden "savaş sebebi" sayıldığını hiç anlayamadığını; böyle bir oluşumun Türkiye'nin çıkarlarına aykırı olmadığını; tam tersine Türkiye'nin böyle bir devletle işbirliğine gitmesi gerektiğini; korkacak bir şey bulunmadığını falan savunmuştu...

Biz aylar sonra Kronik Medya'da bu yazıyı hatırlattığımızda, Özkök canhıraş bir şekilde "Tezkere"yi savunuyordu. Yani: "Türkiye Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti istemiyorsa Amerika'yla birlikte Kuzey Irak'ta olmalı ve gereken müdahaleleri yapmalıdır, bu nedenle de Amerikan askerlerinin Türkiye'de konuşlanmasına izin vermelidir"i...

Sözünü ettiğimiz değerlendirme yazımız şöyle bitiyordu: "Yani, Türkiye savaşa girecekse, işte bu 'Kuzey Irak'ta Kürt devleti (hatta federasyon) savaş nedenidir' resmî politikası nedeniyle girecek. Ne var ki Ertuğrul Özkök bu politikayı yanlış buluyor. Peki, bu durumda onun gerekçesi ne?"

Öyle ya, Özkök'ün "Tezkere"yi savunurken tutarlı olabilmesi için aynı zamanda "Kürt devleti-federasyon asla kabul edilemez, gerekirse silahla önlenir" resmî tezini de savunması gerekmez miydi?

Resmî tezin yanlış olduğuna inanmaya devam etmenin mantıklı sonucu, hükümete-parlamentoya "tez"in değiştirilmesi için baskı yapmaktı. Özkök, bundan bir süre önce yazdığı bir başka yazıda bir CHP milletvekili Bülent Tanla ile CHP'nin Kuzey Irak ve Tezkere konusundaki politikalarını tartıştıklarını yazdı. Özkök, CHP'nin "Türkiye'de Amerikan askerine hayır, Kuzey Irak'ta Türk askerine evet" politikasının, Türk askerini Kuzey Irak'ta hem Amerikalılarla hem Kürtlerle çatışmaya sürükleyeceğini savundu haklı olarak. Özkök, muhatabına ne dediğini de yazdı makalesinde: "Eğer Amerikan askerlerini istemiyorsanız, derhal gidip Türkiye'nin Kuzey Irak politikasının değiştirilmesi için çalışın..."

Doğru... CHP'nin "Tezkere karşıtı" politikası ancak böylece "tutarlı" bir hale gelebilirdi, ama Özkök kendi tutarsızlığının devam ettiğini görmezden gelmeye devam ediyordu...

Nihayet 31 Mart'ta, Tayfun Ertan'ın yönettiği CNNTürk'teki "Baş sayfa" programında Özkök, Kuzey Irak konusundaki "eski tez"ini revize ettiğini açıkladı ve bizce böylece içinde bulunduğu tutarsızlıktan da kurtuldu. Fakat gene de bir sorun vardı: Hürriyet yayın yönetmeni programda "Kuzey Irak'ta Kürt devletinden korkacak bir şey yok" tezinden vaz geçtiğini açıklamıştı ama gerekçesi biraz karışıktı. Aşağı yukarı şöyle bir şey: Vazgeçmişti, çünkü sınırın öbür tarafındaki Kürtlerle bu tarafındaki Kürtlerin davranışları biribirine taban tabana zıttı; bu, "ikiyüzlülük"tü...

Özkök, ertesi gün (1 Nisan) bu "iki yüzlülüğü" Hürriyet'teki köşesinde biraz daha açtı, şöyle dedi:

"Türkiye'de günlerdir inanılmaz bir ikiyüzlülük farsı sergileniyor. PKK'ya yakın bazı gazetelere bakıyorum. Türkiye'de tezkerenin geçmesi gerektiğini söyleyen yazarlara karşı ağır bir karalama, iftira ve hakaret kampanyası yürütüyorlar.

"Ama sınırın öteki yanında Amerikalı askerlerle birlikte Kerkük'e yürüyen Talabani, Barzani ve onlarla işbirliği yapan PKK için tek kelime yok. Türkiye'de Amerikalı askerlere çürük yumurta, sınırın öteki tarafında çiçek. Türkiye'de anti-Amerikancılık, sınır ötesinde pro-Amerikancılık. Bizim bütün bunları yuttuğumuzu, görmediğimizi mi sanıyorlar? Bu süfli oyun artık gına getirdi. Bu ikiyüzlülük artık mide bulandırıyor.

Oynanan bu oyun orasından burasından sırıtıyor."

Böyle… Biz bu tespitin nasıl olup da Özkök'ün "revize"sine yol açtığını anlayamadık… Keşke Özkök bir yazı daha yazsa, biraz daha açık anlatsa… (A.G.)

En kararlı Tezkereci...

Hürriyet yazarı Cüneyt Ülsever, Amerikan askerlerinin Türkiye'de konuşlandırılması konusunda hiçbir "cereyan"ın tutsağı olmuyor. Ne "koalisyon" güçlerinin çölde saplanıp kalması, ne de televizyonda her gün izlediğimiz ölüler, yaralılar etkiliyor onu. Biz, Ülsever'in 26 Mart'ta yazdığı bir yazıdan aldığımız, aşağıda okuyacağınız satırlardan dolayı onu "en reel" köşe yazarı seçiyoruz:

"Tezkere;

"a) TBMM, ivedilikle toplanmalı ve ABD'nin topraklarımızı kullanarak kuzeyden ve karadan-havadan-denizden Irak'a girmesi konusunda yetkiyi hükümete devreden geniş kapsamlı bir tezkereyi kabul etmelidir.

"b) Bu tezkere için ABD'nin talebi beklenmemelidir. ABD, her halükárda, sadece güneyi kullanarak Irak'a girmenin maliyetinin maddeten ve manen çok daha yüksek olacağını bilmektedir.

"c) Tezkereye bu sefer anamuhalefet de destek vermelidir. Ünlü 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin ana gerekçesi savaşı engellemek idi. Şimdi savaş var. TBMM, artık sadece Türkiye'yi düşünerek hareket etmek zorunda.

"d) Hükümet, elindeki tezkere yetkisiyle, ABD'yi tekrar ve ivedi olarak müzakereye davet etmelidir. Başbakan, müzakere masasına TSK, Dışişleri, Hazine, Merkez Bankası yetkilileri yanında muhakkak anamuhalefet liderini de almalıdır.

Başbakan, müzakerelerle ilgili açıklamaları her akşam kameralar önünde bizzat yapmalı; halka ona sahip çıktığı, onun için mücadele verdiği, tartışma konularını kimseden gizlemediği, velhasıl meseleye hákim olduğu konusunda yeni bir imaj vermelidir." (A.G.)

Haberi Cumhuriyet mi, yoksa YÖK mü kaleme alıyor?

Cumhuriyet'in (1 Nisan) birinci sayfasanda yer bulabilmiş bir haber: "İrticacıya bakan ödülü".

Başlık içerde daha anlaşılır bir hale dönüştürülmüş: "İrticacı profesöre AKP ödülü".

Başlığa kanıp da önemli bir şey olduğunu sanmayın.... İnönü Üniversitesi'nde "irticacı faaliyetlerde" bulunduğu için YÖK'ün "kara listesine" giren Prof. Mustafa Paç'ı Sağlık Bakanı Recep Akdağ kadrosuna almış.

YÖK'ün zamanında yaptığı değerlendirmeye göre Prof. Paç önce İnönü Üniversitesi'nden Menderes Üniversitesi'ne "sürülmüş". Sağlık Bakanlığı da kendisini "ödüllendirerek" Ankara'da Yüksek İhtisas hastanesi'ne "Klinik Şefi" olarak atamış. Hepsi bundan ibaret... Paç'ın bambaşka bir bilim dalından profesör olduğunu sarmayın; kendisi zaten Göğüs Kalp Damar Cerrahisi öğretim üyesiymiş.

Cumhuriyet bu hekimin İnönü Üniversitesi'nde görevliyken ne gibi "irticai" faaliyetlere katıldığı hakkında da bilgi veriyor. Ama burada ilginç bir husus, gazetenin bütün bu bilgileri "ileri sürüldü", "ileri sürülüyor", "iddialar arasında" şeklinde ifadeler kullanarak aktarması. Ve tabii Prof. Paç hakkında şu (çok) önemli bilgi: "1996yılında rektörlük seçimlerine giren Paç, en yüksek oyu almasına karşın ismi YÖK tarafından Cumhurbaşkanı'na gönderilmemişti."

Görüyorsunuz; gazete en başta verilmesi gereken bilgiyi en sona saklamış! Ne dersiniz, Prof. Paç'ın "sürüldüğü" (bu ifade de Cumhuriyet'in) Menderes Üniversitesi, eski rektör adayını destekleyen bütün "irticacı öğretim üyelerini" kaldırabilecek bir "sürgün" yeri özelliğine sahip midir acaba?

Sonuç olarak öyle bir haber ki, bu haber metnini Cumhuriyet yerine YÖK Başkanı kaleme alsa ortaya daha iyi bir sonuç çıkmazmış! (K.B.)

'Sanki işin bu tarafını...'

Vatan'dan Haşmet Babaoğlu, Kronik Medya'ya da konu olan, gazetesinin yayımladığı Süleyman Demirel röportajını değerlendiriyor; hem de doğrusu iyi değerlendiriyor: "9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in söylediklerini tekrar tekrar okudum.

"Esas izlenimim şu: Orda, sınırımızın hemen yanıbaşında adı savaş konmuş açık ve topyekûn bir saldırı var. Ve gariptir 9. Cumhurbaşkanımız sanki işin bu tarafını hiç görmüyor..." (K.B.)


2 Nisan 2003
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED