|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Birkaç gün önce, memleketin ekonomik açıdan içinde bulunduğu zor şartlar hakkında bir arkadaşımdan bilgi alıyordum. Bu konuda köşeme taşıyacak bilgim ve fikrim olmadığı için bir bakıma "bir bilen"e (aslıyla karıştırmayın!) danışıyordum. İş dünyasına yakın olduğu gibi siyasete de meraklı bu arkadaşın anlaktıkları bana ilginç gözlemler olarak göründü. Aslında anlattıklarının tamamı dönüp dolaşıp şu noktaya geliyordu: AKP iktidarı sahip olduğu değişik ve güçlü bir "ağ" sayesinde piyasaların "kokusunu" öncekilerden çok daha iyi alıyordu. İlginç, dikkate değer bir iddiaydı doğrusu... Nitekim bu tezinin doğruluğuna delil olarak da "vergi barışı" harekatı altında hazineye giren 3 katrilyonun üzerindeki parayı gösteriyordu. Bu "harekat"ın bu derece verimli olabileceğine kimse inanmamış, hatta IMF bile 700 trilyondan fazla beklemiyormuş. Arkadaşım bu başarılı sonucu, AKP'nin bu "barış"tan yararlanmak isteyen kesime olan yakınlığıyla açıklıyordu. Kimin nasıl bir "barış" istediğini, sahip oldukları "ağ" sayesinde çok daha doğru olarak kestirebiliyorlardı. Bu açıklamalara doğrusu benim de aklım yattı. İktisadi hayattaki başarılar da sonuç larak insan bilgisine dayanmıyor muydu? Ancak bu yönde edindiğim bilgilerin, beni dün gazetelerde karşılaştığım ve radyodan dinlediğim kimi yorum ve açıklamaları da onaylayan bir konuma getirdiğini sanmayın. Hatırlıyorsunuzdur; gazetelerin dünkü sayılarında bir "Ağlatan mektup"tur gidiyordu... Aynı "mektup", Başbakan Erdoğan'ın radyodan dinlediğim Grup konuşmasında da geçiyordu. Başbakan'ın bu konuşmasında aklıma takılan başka problemler de vardı ama isterseniz önce şu "Ağlatan mektup" meseleni gözden geçirelim: Artık herkes biliyor. Bakanlar Kurulu'nun geçen günkü toplantısında Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ortaya bir mektup çıkarıyor ve başlıyor yüksek sesle okumaya. Mektup İstanbul'da yaşayan ve eline ayda 1 milyar 60 milyon lira geçen bir memurdan geliyor. Mektup sahibi hükümete şöyle seslenmekte: "Hükümet olarak size güveniyorum. Ancak savaş dönemindeyiz, hepimize fedakarlık düşüyor. Savaş bitene kadar maaşımın yarısını size göndereceğim." Çok duygulu bir mektupla karşı karşıya olunduğundan, pek çok bakan gözyaşlarını tutamıyor... Gazete hikayenin sonrasını şöyle aktarmış: "Unakıtan daha sonra mektubu gönderen memurun zarfın içine koyduğu ve 'maaşımın yarısı' dediği 530 milyon lirayı bakanlara gösterdi." Siz de takdir edersiniz ki, hikayenin bu bölümü biraz problemli. APS (Acele Posta Servisi) ile gönderilen mektubun içinden bu kadar paranın çıkması, doğrusu epeyce problemli. Hem söyler misiniz, söz konusu memur bu mektubu ve parayı kimin adına postaya vermiş? Herhalde Unakıtan'ın adına değil, çünkü Maliye Bakanı'nın "hazineye" gelir kaydetmek gibi bir görevi yok. Peki mektup ve para belki de doğrudan Bakanlar Kurulu'na postalanmış olamaz mı? Hayır olamaz, çünkü aylık geliri 1 milyarı aşan bir memur (demek ki ortanın üzerinde bir memur), zarf içinde 530 milyon liranın bu Kurul'a yollanmayacağını bilir herhalde! Neyse... Görünen o ki (daha doğrusu bana görünen o ki), bu "Ağlatan mektup" meselesi biraz karışık ve karmaşık bir mesele. Hem söyler misiniz, maaşının yarısını hazineye bağışlayan (ve bundan sonra da bağışlayacak olan) memur ayın sonunu nasıl getirecek? Yani özetle, işimiz "Ağlatan mektup"a kaldıysa durum pek de iyi değil demektir... Başbakan'ın bu mektuptan da söz ettiği konuşmasından aklıma takılan bölüm de şu oldu: Başbakan, geçen gün Meclis'te sarfettiği "Tüccar siyaset" ifadesini bu kez daha bir gayretle savunuyordu. Başbakan'a göre, bu ifadeyi anlamayanlar, kafalarını bugüne kadar kitaptan kaldırmamış, işin hep "teorisi"yle ilgilenip "pratiğine" elleri değmemiş olan kimselerdi... Doğrusu "Ağlatan mektup" hikayesi gibi bu sözler de beni çok şaşırttı. Ne yani, "Tüccar siyaset" gibi iki günlük ömrü olan bir "kavram"ı herkes kabullenmek zorunda mı? Bununla ilgili olarak ayrıca şunu da düşündüm: "Pratik" sahibi olmak hayatta tabii ki önemli bir kazançtır; ama siz söyleyin, Başbakan'ı ilk Siirt vak'asından son Siirt seçimine taşıyan ve tabii bugün Başbakanlık koltuğuna oturtan da bugün hakkında iyi şeyler söylenmeyen "teori" değil midir? Sonuç olarak, "devlet-millet kaynaşması"nın altını kalın çizgilerle çizip "Ağlatan mektup"larla "milli dayanışma" yoluna girmeye çalışmanın (Tarih öyle diyor) çok büyük mahzurları da vardır, diyelim de bu yazı da burada bitsin...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |