T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Bilgin"in izinden "Bilgi"nin izine…

Bilgi'nin izini sürenler bilginlerin de izini sürmek zorundadırlar. Bir fikri, bir düşünceyi tanımak için hiç kuşkusuz o fikir ve düşüncenin sahibini de tanımak, hocalarını, arkadaşlarını, talebelerini, en azından yaşadığı devir ve muhiti de kavramaya çalışmak gerekir. Nitekim bu tür bilgileri edinmek bakımından hatıratlar (otobiyografiler), günlükler, mektuplar tartışılamaz derecede büyük bir ehemmiyeti haizdir. Buna mukabil bazı eserlerin, bilhassa edebî eserlerin yazardan ve sanatçıdan bağımsız bir surette anlaşılabilecek yetkinlikte olabileceğini söylemenin, eser bir kez ortaya çıktıktan ve okurunun eline geçtikten sonra artık yazarın metin üzerindeki haklarını kaybedeceğini iddia etmenin günümüzde bir marifet addedildiğini bilmez değilim. "Yazarın ölümü" sloganıyla metni anlama va adlandırmada okurun müdahale alanını genişletme çabaları ilk bakışta genç yorumculara cazip gelse de bu şekilde metnin anlamı ile metnin üretildiği koşullar arasındaki sıkı irtibatı bile bile görmezden gelmek asla kabul edilebilir ve ciddi düzeyde temellendirilebilir bir tasarruf değildir. [Umberto Eco'nun dilsel (uylaşımsal göstergelere istinaden üretilen) metinler dışındaki istisnasının dahi hâlâ tartışmaya açık olduğunu hatırlatmalıyım.]

Sözgelimi Eflatun'un "Mektuplar"ı elde olmaksızın da felsefesinin anlaşılabileceğini söylemek kolaydır. Bu bir yönüyle doğru! Lâkin bu "anlama"nın hep bir "eksik anlama" olarak kalacağını kabul etmek kaydıyla. Keza Heidegger'in talebesi Hannah Arendt veya meslektaşı Karl Jaspers ya da hocası Edmund Husserl ile münasebetlerine, hatta mektuplaşmalarına gerekli ehemmiyeti göstermeden de pekâlâ Heidegger'in varoluşçuluğunun doğru anlaşılıp yorumlanabileceği öne sürülebilir. Oysa bu masum önesürüm tüm makuliyetine karşın yine de reddedilmelidir. Çünkü değil hocaları, meslektaşları veya talebeleri, kardeşi Fritz'i dahi tanımaksızın Heidegger'in felsefesine nüfüz etme çabaları ister istemez naif bir heveskârlıkla malul olacaktır. (Bir tavsiye: S. Freud ile C.G. Jung'un mektuplaşmalarını ciddiye almayanları ciddiye almanız gerekmez!)

Franz Kafka'nın roman ve hikayeleri, günlüğü veya mektupları elde olmasaydı acep bugün olduğundan daha mı mübhem görülecekti? Eğer böyleyse sorulmalı değil mi: yan-anlamlara nasıl olur da ana-anlam öbeklerini böylesine belirleyici roller verilebilir, bir fikir veya sanat eserinin çevresinde halelenmiş hurde teferruat bu kadar vazgeçilemez olabilir?!?

Bu hurde teferruat işimizi zorlaştırsa da, onca kıyl u kal bütün keyfimizi kaçırsa da böyledir; zira "bilgi"nin izi, "bilgin"in izinden gidilerek sürülebilir ancak! Fikir de, sanat da mütefekkir ve sanatçısıyla birlikte bir şimdi'nin (tarihin) içinde ve dahası her halukârda bir şimdi'nin sayesinde varolur, varolabilir. Fikrin, sanat ve edebiyatın tarihi esasen işbu "şimdi"nin, ânın tarihidir. "Şimdi" olmasaydı, "şimdi"ye bağlı her ne varsa olamaz; ve dahi olagelemezdi. Hal böyle olunca, dakik monografilerin kıymeti tartışılamaz. Dakik monografiler ise hatırat, günlük ve mektup gibi detaylı verilerin dikkatlice kullanılmasıyla, hatta bir adım daha ileri giderek söyleyelim, hesaba çekilmesiyle yazılabilir.

Günümüzde anma toplantılarının ve armağan kitaplarının bu tür veri eksikliklerini önceden ikmal, hatta telafi etmek bakımından ehemmiyeti ciddi kurumlar tarafından takdir edilir ve "şimdi", mümkün olduğu kadarıyla "şimdi"nin içinde (iken) kayıt altına alınmaya çalışılır.

Daha geçen hafta Hamidullah Hocamızın vefatının ardından bari bu sefer birşeyler yapılsa deyû birkaç mütevazı teşebbüsü zikredip hocalarımızın himmetine muntazır olduğumuzu beyan etmiştik ki bu sefer Annemarie Schimmel hanımefendinin vefat haberiyle sarsıldık. [Bu arada Hamidullah Hocamızla ilgili bazı gayretlerin varlığından da haberdar olduk. Bilhassa ABD'den Yusuf Ziya Kavakçı Hocamız lütfedip kaleme almış oldukları İngilizce bir hatırat yazısı gönderdiler ve sağolsunlar bizleri müstefid eylediler. (Bu vesileyle alâkalarından ötürü kerimeleri Ravza Hanımefendi'ye de teşekkürü borç bilirim.) Ayrıca geçtiğimiz Cuma günü İSAM'da bir ihtifal düzenleneceğimi işitmiştim. Umarım maksadına ulaşmıştır.]

Şimdi Annemarie Schimmel'in de hatırasını yâdetmek gerekiyor. Sanırım artık bu mesuliyet A:Ü: İlahiyat Fakültesi mensuplarının omuzlarında… Schimmel'ın Ankara İlahiyat Fakültesi hakkındaki hatıralarını kendisinden dinlemiştik, şimdi sıra Fakülte mensuplarının Schimmel hakkındaki hatıralarında…

Anlatınız, muhakkak dinlemeyi arzu edenler çıkacaktır!

Not: Bayram'a tesadüf etmesi nedeniyle Mantık Atölyesi 4 Şubat 2003 Salı gününe alınmıştır.


2 Şubat 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED