T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Fikri hür, vicdanı hür' devlet kurumuna ne demişlerdi?

Doğan ve Çukurova gruplarının "amiral gemileri" Hürriyet ve Akşam, 31 Ocak'ta yayımladıkları "çağrı"larla "devlet"in harekete geçmesini istedi. Biri "BDDK'ya dur" denmesini istiyor, öbürü "BDDK'nın rahat bırakılmasını..." Oysa çok değil, üç ay önce tam tersi pozisyonlardaydılar...

Hürriyet ve Akşam sonunda işi "açık mektup" ve "millete dilekçe"lere döktü... Hürriyet, "Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Sayın Başbakan, Sayın Anamuhalefet Partisi Başkanı, sayın milletvekilleri ve sevgili okurlar"a; Akşam da "Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, sivil toplum ve halkımız"a hitap etmeyi uygun bulmuştu...

Hürriyet, milletin parasını Çukurova Grubu'na "peşkeş çeken" BDDK'ya "dur" denilmesini istedi, Akşam ise birkaç gün önce yayımladığı "Tarihi çağrı 1"de 'fikri hür, vicdanı hür' bir devlet kurumu olarak nitelediği BDDK'ya baskı yapılmamasını talep etti...

Oysa 31 Ocak tarihli Akşam'da, BDDK'nın ne kadar doğru, ne kadar "millî" bir iş yaptığını göstermek için "iş dünyası"nın önde gelenlerinden demeçler alan Akşam muhabiri Tuncay Mollaveisoğlu, BDDK'nın geçtiğimiz yaz aylarında Pamukbank'a el koyma kararının ardından hazırladığı dokuz günlük dizide BDDK'ya demediğini bırakmamıştı. Gazetenin sürmanşetten yayımladığı diziden alıntıları biraz sonra okuyacaksınız... Bu alıntıları Akşam gazetesinin bugünlerdeki BDDK yayınlarıyla karşılaştırınca şaşıp kalmamak mümkün değil. Keza, Pamukbank'a el koyma günlerinde BDDK'yla hiçbir problemi bulunmayan, hatta kurumun el koyduğu bankalarla ilgili olarak birkaç haftalık bir dizi yaparak kuruma hak veren Hürriyet'in o yayınlarıyla bugünlerdeki BDDK yayınlarının karşılaştırılması da çok şaşırtıcı olacak...

Sadece bu karşılaştırmalar bile, meselenin bir "medya savaşı" olduğunu göstermeye yeter.

Biz bugün, Akşam'ın Ekim 2002'de yayımladığı "Oyun içinde oyun" adlı dizisinden alıntılarla yetineceğiz. Okuyun, şaşırın...

'OYUN İÇİNDE OYUN...'

"BDDK çiftlik gibi… BDDK İmparatorluğu… IMF'nin isteği üzerine TMSF yönetimi BDDK'ya geçti. Bu öyle bir kuruldu ki; 140 milyar dolara hükmediyor ama kimse ne yaptıklarını soramıyordu. Üyeler hukuki yaptırıma tabi değildiler. Maaşlarını bile kendileri belirliyordu. Harcamalar denetim dışıydı. Ve BDDK, aklına esen bankaya 'Hortumcu' damgası vurmaya başladı.

"Milyarlarca dolarlık pazarı denetleyen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nda; denetleyen birimin başı, düzenleyen birimin başı, uygulama ve icranın başındaki kişi aynı: Engin Akçakoca. Akçakoca aynı zamanda Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun da başında. Süper yetkilerle donatılmış, IMF'nin baltasıyla Türkiye'deki şirketleri ve bankaları budayan Akçakoca kimseye hesap vermiyor. Hem yargıç, hem savcı, hem gardiyan..

"Bankacılık sisteminde 90'lı yıllardan sonra mantar gibi türeyen bankalardan 'bazıları' yüksek faizlerle halktan para topladılar. Daha yüksek faizlerle devlete para sattılar. Kimileri banka kaynaklarını hortumladılar. Kurul bu 'bazı' bankalara el koydu. El konulan bankaların çoğunun içinin boşaltılmış olduğu tespit edildi. Banka sahiplerinin bankayı boşaltma yöntemleri arasında birbirleriyle karşılıklı geri dönmeyen kredi alışverişi, paravan şirketlere kredi aktarma, off- shore işlemlerinin yer aldığı görüldü. BDDK her operasyonda denetimi altına bir banka daha kattı. Ancak bankaları aktardığı fonda , 'zararları karşılayacak para var mı?' sorusu önemsenmedi. Bankaların 'hizaya' getirilmesini nasılsa IMF istemişti. Kurul ve başkanı el koydukları her bankada daha da güçlendiler. Arkalarındaki rüzgar bilgi kirliliği içinde kamuoyundan yükselen sesti: 'Hortumlayanların bankasını alın'. Faturanın kime kesileceği daha sonra anlaşılacaktı.

"Türkiye'de uluslararası sermayenin mutemet adamları diyebileceğimiz isimlerini yıllardır, devletin kritik noktalarına yerleştirdiler. Bunlar eskiden Hazine'deydi Merkez Bankası'ndaydı. Şimdi buna BDDK da eklendi. Diğer üst kurullar da eklendi. Demokrasilerde seçilenlerin ülkeyi yönetmesi gerekirken günümüzde çalışılan sistemde halk iradesi ve seçilenler devre dışı bırakılarak olağanüstü yetkilerle donatılmış, ücretleri bol, yetkileri çok, sorumlulukları yok olan insanlar görev başında. Denet-de olarak da biz bunları globalokrat olarak tanımlıyoruz ve bu sisteme de globalokrasi diyoruz. Bu yönetim şeklinin Türk halkına ulusal sermayeye fayda sağlaması mümkün olmadığı gibi ulusal olan tüm yapıyı yok ederek globalizme Türkiye'yi entegre etme amacına yöneliktir.

"Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun hangi kriterlere göre bankalara el koyduğu tartışılıyor. Kurul bir bankaya el koyarken aynı durumdaki başka bir bankaya sermaye artırımı yapıyor. BDDK, IMF'den aldığı 'güçle' elindeki lastik ölçüyü bazı bankalarda uzatıp bazı bankalarda kısaltarak binlerce çalışanın ve ulusal sermayenin kaderini belirliyor…" (A.G.)

Peki bu haberi yapanın 'sıfatı' ne?

Yine üzücü bir tablo ama elimizden ne gelir... Hatırlıyorsunuzdur, Milliyet gazetesinin "savaş bakanı" olarak Serpil Çevikcan'ı atadığını daha önce duyurmuştuk. Ve sormuştuk: Milliyet'in Ankara bürosunda "savaş bakanı" olarak atanacak tek bir "erkek" gazeteci kalmadı mı ki, Serpil Çevikcan bu işe memur edildi?

30 Ocak tarihli Milliyet'in manşetinden anlaşıldığı gibi, Çevikcan'a ek bir görev daha yüklenmiş: MGK toplantılarında konuşulacak konuları daha konuşulmadan yayımlamak!

"Olur mu böyle saçmalık?" demeyin, basbayağı oluyor, önümüzde iyi bir örnek var.

30 Ocak tarihli Milliyet gazetesi "Onun sıfatı ne?" manşetiyle 31 Ocak tarihinde toplanacak olan MGK'da neler görüşüleceğinin haberini veriyor. Yani şu konu: "Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs konsundaki açıklamalarının yarattığı büyük rahatsızlık, MGK'da yarın bu soruyla gündeme gelecek".

Ne oldu, yoksa haberimiz olmadan Serpil Çevikcan üye sayısı genişletilmesi düşünülen MGK'nın yeni üyesi oldu da "gündem"e bir gün önceden ulaşmaya mı başladı?

Peki Çevikcan'ın manşete tırmanan bu haberinde "kaynak" olarak kim, neresi gösterilmiş? İşte "kaynağın" belirtildiği tek cümle: "Ankara kulislerine yansıyan bilgilere göre..."(!)

En iyisi gelin biz yine ısrar edelim: Milliyet bir an önce bu tatsız işleri kovalaması için Serpil Çevikcan yerine bir "erkek" gazeteci atamalıdır. Ne yani, Fikret Bila'nın imzasının bugüne kadar ne kötülüğünü gördünüz ki, artık bu tatsız işleri hepten Çevikcan'ın kalemine havale ettiniz?! (K.B.)

Demirtaş Ceyhun anlatıyor....

Cumhuriyet gazetesi 30 Ocak itibariyle yeni bir yazı dizisi yayımlamaya başladı. Demirtaş Ceyhun'un kaleme aldığı "Modernizm, Postmodernizm ve Türban" başlıklı bir yazı dizisi...

Yazı dizisinin ilk bölümünü okuduk; ortaya bayağı "ilginç" sonuçlar çıkacağı şimdiden besbelli... Tamamı henüz yayımlanmadığı için bugünden hükmetmek belki biraz haksızlık olacak ama, bize göre yazı dizisinin başlığına kurulan üç sözcük içinde ön plana çıkacak olanın üçüncü sözcük, yani "türban" olacağı şimdiden belli. Yani diğer iki sözcük ya da kavram ("Modernizm" ve "Postmodernizm") "Türban" meselesinin yerli yerine oturtulabilmesi için bir tür "sos" işlevi görecek!

Neyse... Gelelim yazı dizisinin ilk bölümünde "Giriş" mahiyetinde hangi konulara temas edildiği meselesine: Hemen bütün Cumhuriyet yazarları gibi Demirtaş Ceyhun'un kafasında da haddinden fazla "hızlandırılmış" ve basitleştirilmiş bir "uygarlık tarihi" anlayışı var. Bu tarih, okullarımızda öğretildiği gibi parlak bir "İlk Çağ" ile başlayıp, "karanlık" bir "Orta Çağ"a atlandıktan sonra "Rönesans" ile biraz kendine gelerek nihayet "Aydınlanma"ya ulaşan bayağı "iç açıcı" bir tarih... Bu çerçevede, "Ortaçağ" dışında sürekli "ilerleyen" bu tarihe sürekli karşı çıkan oyunun "kötü adamları"nı da tabii ki unutmamak gerekiyor!

"Modernizm, Postmodernizm ve Türban" başlıklı yazı dizisinde Demirtaş Ceyhun bu çizgiye sadık öyle bir Fransız Devrimi tasviri yapıyor ki, doğrusu gerçekten bravo! Yani şöyle: "Bu devrimle de, Katolik kilisesinin 'meşruiyetini Tanrıdan' alan 'teokratik devleti' (din devleti) yıkılmış ve yerine insanlık tarihinde ilk kez 'meşruiyetini halktan' alan, 'egemenliğin kayıtsız şartsız halkta olduğu' ilk cumhuriyet, 'Fransa Cumhuriyeti' (laik devlet) kurulmuştur. Bu yeni düzenle de gene bilindiği gibi siyasal erk kiliselerden alınıp devletin kutsallaştırılmasına son verilirken aynı anda insanların kulluktan kurtulup bireyleşmesi olanağı da sağlanmıştır kendiliğinden."(!)

Söylediğimiz gibi, haddinden fazla "hızlı çekim", haddinden fazla basit bir Fransız Devrimi tasviri... Batı Avrupa tarihinde "teokratik devlet" ne zaman ortadan kalkmış, "siyasal erk" Kilise'nin elinden ne zaman alınmış, Fransa Cumhuriyeti laikliği ne zaman benimsemiş? Bu ve benzeri pek çok meselenin bu "hızlı çekim" tarih anlayışı açısından hiç mi hiç önemi yok! Bu anlayışa göre tarihin işleyişi çok basit: Kilisenin yönetimindeki "teokratik devlet"e Fransız Devrimi ile bir kez dokununca al sana "Laik devlet"!

Demirtaş Ceyhun'un "Fransız Devrimi'nin kazandırdıkları" başlığı altında kaleme aldıkları daha da kocaman bir "bravo"yu ("Aferin" yerine "Bravo" diyoruz, çünkü Fransız Devrimi'ni tartışıyoruz!) hakediyor. Yazara göre, "dinler ve demokrasi" ya da "dinler ve laiklik" arasındaki ilişkide asıl dikkat edilmesi gereken husus İslamiyet ile Hırıstiyanlık arasındaki farktır. Hırıstiyanlıkta kutsal kitap gökten inmeyip, "havariler" tarafından kaleme alındığı halde, İslam inancına göre Kuran gökten vahiyle inmiştir. Dolayısıyla, İslam şeriatı Kuran'dan kaynaklanmakta olduğu için, İslamiyetin Hırıstiyanlıkta olduğu gibi "kendiliğinden ibadethanenin sınırları içine çekilmesi" olacak iş değildir. Ve sonuç: "Bu yüzden, belirli çevrelerin, şayet 'takıyye' yapmıyorlarsa, 'İslamın modernleşmesi' deyimiyle neyi kastettiklerini anlayabilmek gerçekten olanaksızdır."(!)

Peki Demirtaş Ceyhun'un bu akıl yürütme sonucu varmak istediği yer neresidir? Belki yine aceleciliğimizden dolayı haksızlık olacak ama (çünkü yazı dizisinin daha ilk bölümündeyiz) bize göre bu mantıkla gelinebilecek nokta aşağı yukarı şurasıdır: İslamiyet ile demokrasi ya da laikliği birlikte yürütmek mümkün değil canım! Peki durum böyleyse ne yapmalı? Ne yapmalısı var mı, ya hepten dinden, ya da demokrasi ve laikliği kaldırabilen Hırıstiyanlık lehine İslamiyetten vazgeçmeli!

İşte böyle... Eğer çok sıkılmazsak, Demirtaş Ceyhun'un bu yararlı yazı dizisinden böyle güzel satırları aktarmaya devam etmeye niyetliyiz... (K.B.)

Turgut'un 'Türk canlı kalkan timi özet listesi'

Akşam'dan Serdar Turgut'un 30 Ocak tarihli "İşte benim canlı kalkan listem" başlıklı yazısından:

Aşağıdaki isimlerin hemen toparlanılarak Bağdat'a gönderilmesi Türkiye'nin dünyada yüzünü ağartır, benden söylemesi. İşte Türk canlı kalkan timi özet listesi:

- Rana Turgut.

- Reha Muhtar'a itirafta bulunan insanların tümü.

- Nurcan Akad (Bir nedenim yok, sadece burada bir ilke meselesi söz konusu. Tüm genel yayın yönetmenlerine karşıyım.)

- Bilican (Bu kedi beni gerçekten hasta ediyor ya, elime geçirebilsem geberteceğim ama evde de saklanıyor.)

- Yaşar Nuri Öztürk (Türkiye'deki megalomanlara bir gözdağı vermek gerekir diye onu temsilci olarak, ibret olsun diye yollayacağım Bağdat'a. Yoksa yeni saç stiline filan gıcık olmuş değilim, yanlış anlama olmasın.)

- Yüksek Seçim Kurulu Başkanı (Arada bir yaptığı açıklamalardan kurtulmak için, bu arada şu anda onun ismini de tamamen unutmuş durumdayım.)

- 'Havuç' diye bilinen çocuk.

- Özdemir Erdoğan (Sadece şarkı söylemeyi ve bir daha hiç konuşma yapmamayı kabul ederse onu listeden çıkaracağım.)

- Yarın 'Sen bir çocuğu nasıl canlı kalkan olarak oralara göndermeyi yazabilirsin' diye e-mail atacak tüm okuyucular.

- Hasan Cemal (29 Ocak 2003 tarihinde 'Gidiş GALİBA Savaşa Doğru' başlıklı bir yazı yazmayı düşünebilmesi nedeniyle. (K.B.)

İkisi hariç herkes sakin...

30 Ocak tarihli (ikisi hariç) bütün gazeteler olayı olması gerektiği gibi "soğukkanlı" bir biçimde okurlarına ulaştırmış. İllâki bir örnek vermek gerekirse, mesela Cumhuriyet gazetesi. "Kısa haberler" sütununda "Kıvrıkoğlu'nun açtığı davaya ret" diye duyuruyor gelişmeyi.

Biliyorsunuz, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, fotoğrafını dünyadaki diğer "basın özgürlüğü düşmanları"nın fotoğraflarıyla birlikte Paris'te bir garın zeminine yerleştirdiği için Sınır Tanımayan Gazeteciler adlı örgüt aleyhine tazminat davası açmıştı. Paris'te davaya bakan mahkeme de 29 Ocak tarihli celsede davayı reddetmiş. Mahkeme ayrıca, 2 bin Euro tutan mahkeme masraflarının Kıvrıkoğlu'na ödetilmesine de karar vermiş. Durum böyle....

Söylediğimiz gibi 30 Ocak tarihli (ikisi hariç) bütün gazeteler bu mahkeme kararını olduğu gibi aktarmakla yetinmiş. Peki ya o "ikisi hariç"?

Bu gazetelerden birisi Hürriyet. Gazetenin Paris muhabiri Muammer Elveren'in imzasını taşıyan haber şu başlığı taşıyor: "Önce Paşa'yı sonra hukuku çiğnediler". Hürriyet bu başlığı atmasına atmış ama, kendi haberinde Kıvrıkoğlu'nun talebinin niçin reddedilğinin gerekçesini bir güzel açıklamayı da unutmamış: Çünkü özetle, söz konusu dava bir "hukuk davası" değil, bir "basın davası"ymış. Ayrıca temyiz yolu açık. Yani öyle bir metin ve öyle bir başlık ki, ikincinin Hürriyet yazıişlerinin fabrikasyonu olduğunu ileri sürmek yanlış olmasa gerek!

"İkisi hariç"ler içindeki ikinci gazete Star. Bu gazetenin attığı haber başlığını hiç sormayın... Belli ki Star yazıişleri haber kendilerine ulaşır ulaşmaz "Bak biz adamı nasıl yaparız!" ruh haliyle kolları sıvamış! Star'ın attığı başlık şöyle: "Kıvrıkoğlu şerefsizlerin peşini bırakmayacak". Yahu ne oluyor, sonuç olarak bir mahkeme kararını aktaracaksınız, bu ne şiddet bu ne celal böyle? Star, haberi malûm yönde zenginleştirmek amacıyla okurlarına şu hatırlatmayı da yapıyor: "Adı Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü olan ancak Türk kamuoyu tarafından 'Şerefsizler Örgütü' olarak anılan...."(!)

Ne hazin bir manzara... Hürriyet ve bu konuda çok daha ateşli olan Star hiç düşünmüyor ki, söz konusu davada davacı bir eski Genel Kurmay Başkanı ise davalı da sonuç olarak bir gazeteci örgütüdür. (K.B.)


2 Şubat 2003
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED