T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Yeni-İslâmcılık" (3): İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi'nin bir başka versiyonu

Yeni-İslâmcılık söylemi ve -ilerde hız kazanacak- eylemlerinin, en az yaklaşmakta olan savaş kadar önemsenmesi, ciddiye alınması, tartışılması ve yapılacak yanlışlıkların, atılacak "tehlikeli adımlar"ın şimdiden önlenmeye çalışılması gerektiğini düşünüyorum.

Yeni-İslâmcılık tartışması, aslında, temelde, İslâm'ın Müslüman toplumlarda nasıl bir konuma sahip olduğuna ve olacağına ilişkin geliştirilen tartışmaların bir parçasıdır ve bu söylem -bunların aktörleri pek öyle olmadığını düşünseler de- İslâm'ın hem Müslüman toplumlardaki hem de dünya genelindeki belirleyici konumunu sarsacak bir niteliğe bürünme tehlikesi taşıyor.

Bu tartışmanın aktörlerinin, böyle bir şeye soyunduklarını söylemiyorum; bunu söylemem mümkün değil; ama Yeni-İslâmcılık söyleminin teorik temellerine, esin ve besin kaynaklarına, dolayısıyla vaadlerine bakınca, meselenin, zamanla kontrolden çıkacağını, İslâm'ın Müslüman toplumlar üzerindeki sürgit artan belirleyici etkisini ve konumunu sarsmakla sonuçlanacağını görebileceğimizi düşünüyorum. Bunun zamanla siyâsî bir projeye dönüştürüleceğini ve İslâm'ı Protestanlaştırma ("laikleştirme") Projesi'ni uygulamaya çalışan Amerika'nın başını çektiği küresel aktörler tarafından da -elbette ki önce akademik, sonra da stratejik, siyasî, toplumsal ve kültürel bir proje olarak- benimseneceğini ve destekleneceğini görmek için kâhin olmak gerekmiyor. Son bir yıldan bu yana "Türk laikliği"nin İslâm dünyasına model olarak "pazarlanması" meselenin nereye doğru evriltilebileceğinin apaçık göstergesidir.

Burada atlanan yakıcı nokta şu: "Türk laikliği"nin İslâm dünyasına model olarak "pazarlanma"sına karar veren -çoğu Yahudi- Amerikalı Bernard Lewis, Daniel Pipes, Olivier Roy gibi akademisyenlerin çok değil birkaç yıl öncesine kadar yazdıkları yazılarda "Türk laikliğinin iflâs ettiğini, Türkiye'deki laiklerin beceriksizliklerini" açık açık ilân ettiklerini ve kısa bir süre içinde de Amerika'daki yine çoğunluğunu Yahudiler'in oluşturduğu stratejistler ve -örneğin Henry Kissenger, Richard Perle, Paul Wolfowitz, Dick Cheney gibi- siyasetçiler tarafından da benimsendiğini ve Türkiye'deki laik elitlerin bunu "Türkiye'nin ne kadar önemli bir ülke olduğunu artık Amerikalılar bile kabul ediyorlar" şeklinde algıladıklarını ve dolayısıyla yapılmak istenen şeyleri aslâ kavrayamadıklarını görüyorum.

Dün Türk laikliğini eleştirenlerin bugün Türk laikliğini İslâm dünyasına model olarak pazarlamalarının, bizim gerçekten zihinsel, analitik ve eleştirel melekeleri körleşen laik elitlerimiz tarafından coşkuyla karşılanması oldukça anlamlı ve düşündürücüdür. Düşündürücüdür diyorum çünkü bizim laik etlilerimiz Batılılar'ın dün iflas ettiğini söyledikleri Türk laikliğini neden birdenbire sahiplenmeye ve hangi nedenlerle ve kaygılarla İslâm dünyasına model olarak pazarlamaya kalkıştıklarını anlamadıklarını ve bunu anlayabilecek zihinsel donanıma da, tarihsel ve siyâsî derinliğe de sahip olmadıklarını görüyoruz ve biliyoruz.

Avrupalılar, Amerikan hegemonyasının sınır tanımayacak kadar kontrolden çıkmasından ve AB'yi Balkanlar'ın gerisine hapsedecek kadar kuşatmasından ürktükleri için Irak savaşına karşı çıkıyorlar ama Türk laikliğinin İslâm dünyasına model olarak sunulması konusunda Amerikalılar'la ortaklaşa hareket ediyorlar. Örneğin, 1997 yılında Almanya Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel'in "Türkiye'nin önünde Atatürkçülük'ten başka bir seçenek bırakmamalıyız" dediğini anımsatırım. Yakın zamanlarda da Almanya Şansölyesi Schröder'in oldukça diplomatik bir dil kullanarak "Türkiye'deki laik elitleri desteklemeli ve radikal İslâm'ın güçlenmesini önlemeliyiz" dediğini de. Almanya Başbakanı elbette ki "İslâm'ın güçlenmesini önlemeliyiz" diyemez; ama diplomasinin dilinden anlayan herkes Schröder'in burada "İslâm'ın güçlenmesini önlemeliyiz" demek istediğini bilir.

Burada "İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi" olarak adlandırdığım küresel bir proje var: Bu proje, kentleşme sürecinin hızlanmasıyla birlikte 1970'li ve 1980'li yıllardan itibaren Müslüman toplumları laikleştirme ve dolayısıyla Müslüman toplumların İslâm'la ilişkilerini asgarî düzeye indirme projelerinin büyük ölçüde başarısızlıkla sonuçlandığını, aksine, kentleşme sürecinin Müslüman toplumların İslâm'la -primitif düzeylerde de olsa- daha sıkı ilişkiler kurmalarına yol açtığını, İslâmîleşme'de kitlesel bir patlamanın yaşanmasına tanık olunduğu farkedilince İslâm'ın kamusal hayattan uzaklaştırılması, siyasî, toplumsal, kültürel ve ekonomik taleplerinin iptal edilmesi için hayata geçirilen, İslâm'ı sadece bireyle Allah arasında olup biten bireysel bir inanç meselesine indirgemeyi amaçlayan son derece tehlikeli bir projedir.

Türk laikliğinin İslâm dünyasına model olarak pazarlanması konusunda laik elitlerimizin kavrayamadıkları ve meselenin püf noktası olan sorun şurada gizli: Türkiye'de hayalî bir Batılı toplum yaratma (modernleşme) projesi de, laikliğin Türkiye'deki siyâsî, toplumsal ve kültürel otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynaklarını tanımlayan, belirleyen ve şekillendiren tek kaynak olarak benimsemiş ve bunu -ülkemizin dünya çapındaki bir iki sosyal teorisyeninden biri olan Nilüfer Göle'nin deyişiyle- bir "mühendislik" projesi olarak topluma da benimsetmeyi temel hedef olarak belirlemişti.

1990'lara gelindiğinde bu projenin tutmadığı, aksine toplumda yapay gerilimler yarattığı, toplumun enerjisini, dinamizmini, kültürel, tarihsel ve entelektüel birikimini ve derinliğini dinamitlemekten başka bir işe yaramadığı görüldü. Ortaya çıkan şey, benim "çift yönlü temassızlık" olarak adlandırdığım ve sonuçta Türk toplumunu laikleştirme projesinin bizim "self-colonization" olarak tanımladığım kendi kendimizi sömürgeleştirmemizle bize özgü bir modernleşme deneyimi icat etmek oldu.

Batılı paradigmaları sathî, biçimsel ve nominalist bir sığlıkla algılayarak eksene aldığımız (Özne'leştirdiğimiz) ve İslâm'ın sunduğu anlam haritalarını da olumsuzladığımız (Nesne'leştirdiğimiz) için hem İslâm'la hem de hâkim Batı kültürüyle yaratıcı, ufuk ve çığır açıcı temaslar kurmayı başaramadık. Sonuçta pergelimizi şaşırdığımız için, Shayegan'ın deyişiyle "tarihte tatile çıktık", zamanın ruhuna özne olarak müdahale etmemizi mümkün kılacak özgüvenimizi de, kök-paradigmalarımızı da, enstrümanlarımızı da yitirdik.

Yeni-İslâmcılık söyleminin –ki ortada gerçekten teorik çerçevesi iyi çizilmiş bir söylem de yok aslında-, dün laik elitler tarafından "laikleştirilmeye" çalışılan (ama başarılamayan) İslâm'ın bu kez "İslâmcı" elitler ve aydınlar eliyle veya üzerinden "laikleştirilmeye" çalışılan İslâm'ı Protestanlaştırma Projesi'ne su taşıyacak bir projeye dönüştürüleceğini düşünüyorum. Bu konuyu Çarşamba günkü yazıya bırakıyorum...


24 Şubat 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED