AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Yılbaşı çılgınlığı ya da ruhunun çalındığını haykırmak!

Türkiye'de laikliğin algılanışı, yorumlanışı ve uygulanışı, aslında bizim hem düşünce dünyamızın, hem de genelde "hayat-dünyamız"ın sefaleti konusunda yeteri kadar ipucu veriyor olsa gerek!

Cins kafalardan biri olan Ernest Gellner, 1960'larda yazdığı bir makalesinde, "Türkiye'de laikliğin din hâline getirildiği" saptamasında bulunmuştu. Gellner, elbetteki boş yere konuşmuyordu. Daha düne kadar bu ülkede laiklik hakkında entelektüel tartışmalar yapan insanlar hapishaneleri boyluyordu!

Oysa anavatanı olan Batı'da bile laiklik hâlâ en yoğun tartışma alanlarından biridir. Batıda sekülerlik konusunda kafa patlatan sosyal teorisyenler, laikliğin Batı'da ruhsuz, duygusuz, bencil, çıkarcı bir insan ve toplum tipi ürettiğinden şikayet ediyorlar. Son 5-6 yıldan bu yana Batı'da akademyada sekülerliğin, müslüman toplumlarda "despotluğa, otoriteryen söylemlerin meşrulaştırılmasına aracılık eden bir aygıt"a; insan haklarını, özgürlüklerini sakatlayan bir ruhsuz bir makina'ya dönüşmeye yüztuttuğu vurgulanıyor.

John Keane'den Peter Berger'e, John Milbank'tan Robert Bellah'a ve Roland Robertson'a kadar önde gelen sosyal teorisyenler, artık "seküler aklın ötesi"nden, "post-seküler felsefe"den sözetmeye başlamış durumdalar.

Türkiye'de laiklik çalışmalarına önemli katkılarda bulunan sosyal teorisyenlerimizden Nuray Mert, Türkiye'de sekülerliğin, hem "Marksist", hem de "İslâmcı" aydınlar tarafından "tepeden inmeci" bir proje olduğu gerekçesiyle "salt şekli özellikleriyle" algılanıp tartışıldığını, bu yaklaşımların sekülerleşmenin muhtevasını tartışmayı da engellediğini belirler. Ve "laiklik" kitabında Türkiye'de (Cumhuriyet'in birkaç yıl öncesinde) İsmail Hakkı'nın 1915 / 1916 yıllarında Darulmuallimin öğrencileri arasında yaptırdığı ilginç bir anketten sözeder. Ankette, Darulmuallimin öğrencilerinin 90'ından 89'unun "ya dinle hiç ilgisi olmadığı, ya da dinde reform yapıldığı zaman dine olumlu bakacakları" saptanmıştır! Bu sonuç, anketörümüz İsmail Hakkı'yı da, dönemin intelijensiyasını da yeterince ürkütmeye yetmiş ve bu durumun düzeltilmesi için acilen bir şeyler yapılması sonucuna götürmüştür.

Bugün gelinen noktada, sekülerleşmenin, siyasal bir mücadele ve hegemonya aracı olarak kullanılmaya devam edildiği sürece sürgit ciddi ama yapay bir gerilim, kutuplaşma ve kavga alanı olmayı sürdürdüğünü görüyoruz.

Ancak (siyasi) güç ve (ekonomik) çıkar çevreleriyle; ülkemizde medyayı, bu güç ve çıkar çevrelerinin söylemlerini yeniden üretme, meşrulaştırma ve yaygınlaştırma konusunda tam da tıpkı Hitler'in propaganda bakanı Goebbels'in Alman medyasını "psikolojik savaş makinası" gibi kullanmasından hiç de geri kalmayacak şekillerde kullanmakta bir sakınca görmeyen Türk medyatörleri tarafından laiklik veya sekülerlik, ülkemizde türbülans üstüne türbülans (alt-üst oluş) üreten bir "psikolojik savaş makinası"na dönüştürülmüştür.

Türk medyasında tam bir yılbaşı çılgınlığı enjekte ve propaganda ediliyor. Ve hayatın her alanını (insanın hem iç, hem de dış dünyasını) aynı anda kuşatan, anlamlandıran kapsamlı bir dünya tasavvuru olan Müslümanlık, Müslümanlığın şekillendiği anlam haritalarımız, kültürel değerlerimiz lime lime ediliyor.

Öyle ki, artık yılbaşı kutlamaları kutsanmaya, Batı'da bile örnekleri görülmeyecek kadar göbek ve dans seremonilerine dönüştürülmeye başlandı. Televizyon dizilerinde, reklamlarında yılbaşı temaları, Noel Baba figürleri "gırla gidiyor"; yayınlanan yabancı filmlerin yılbaşı eksenli filmler olmasına özen gösteriliyor. Ama aynı sözümona "yerli" dizilerde nedense Ramazan veya Kurban Bayramı temalarına asla yer verilmiyor; eğer İslâmî gündemler veya bayramlar işlenecekse makaraya sarılacak, alaya alınacak şekilde işleniyor!

Burası neresi arkadaş! Batı'da bile hiçbir ülkede bu denli zıvanadan çıkmış bir yılbaşı çılgınlığına rastlamak mümkün değilken, bize ne oluyor; ne yapmak istiyor bizim medyatörlerimiz? Yöneticimiz uyuyor mu? Bu toplumun temel değerlerini, dinamiklerini teker teker topa tutarak, yerle bir ederek bu toplumu ruhsuzlaştıranlara, sığ Batılı seküler değerlere kölecesine uyumlamaya çalışanlara "dur" diyecek bir Allah'ın kulu neden çıkmıyor acaba? Bu ülkenin ve milletin sahibi yok mu?

Güç ve çıkar çevrelerinin de, bunların has kapıkulları medyatörlerin de hayatlarında İslâmî değererin, dinamiklerin, anlam haritalarının yeri olmayabilir ama bu kişiler, toplumun kahir ekseriyetinin hayatında bu değerlerin büyük bir yeri olduğunu bilmiyor olamazlar. Zaten bilmiyor olsalardı, her fırsatta müslümanlığın anlam haritalarını parçalama, tahrip etme gayretkeşliği göstererek, sekülerliğin en sefih, en bencil, en primitif tezahürü olan yılbaşı kutlamalarını bu denli kutsamazlardı!

Müslümanlığı olumsuzlamanın, sekülerliğin en sefih, en primitif ("barbar") ve pagan tezahürü olan yılbaşını ise kutsamanın toplumda ne denli türbülanslara (alt-üst oluşlara) yol açtığını; bu toplumun altını oyduğunu göremiyor olamazsınız!

Toplum, bu yapay ve zoraki olarak icat edilen ve üretilen türbülanslar, aynı hızla icat edilmeye ve üretilmeye devam edildiği sürece "ruhunun çalındığını" haykırmayacak mı sanıyorsunuz? Kaldı ki, yılbaşı çılgınlığı, ruhu çalınmak istenen bir toplumun, başka bir düzlemde, ruhunun çalındığını haykırması değil midir?


29 Aralık 2004
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED