AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'Çıktık açık alınla...'
Şaka değil, bu dize de
Formula 1'e manşet oldu!

İstanbul Grand Prix'sini konu edinen köşe yazılarından bir "potpüri" oluşturduk. Okuyalım, bakalım köşe yazarları ''Çıktık açık alınla..." manşetiyle servis yapılan bu organizasyon hakkında ne yazıp çizmişler.

Şaka değil, başlığımızdaki dize gerçekten de medyamızın Formula 1 için uygun gördüğü manşetlerden birisiydi...

Aklımızda kalan iki Formula 1 manşetini daha aktaralım da, işin önemi (daha doğrusu "vahameti") daha iyi anlaşılsın:

"Burası Türkiye" ve "10 üzerinden 10".

Formula 1 İstanbul'un şampiyonu belli olduğu gün (biraz da "popülizm" yapalım!) Çamlıhemşin'den gelen bir toprak kayması haberinin fotoğrafı da gazetelerde yer alıyordu. Şöyle bir fotoğraf: Görebildiğimiz kadarıyla, 4 kişinin "diri diri toprağa gömüldüğü" (bu da gazetelerden) heyelan 5 otomobilin neredeyse tamamını yutmuş...

Yani bir bakıma, bu da Karadeniz'in bu güzel bölgesinde iyiden iyiye "kronikleşen" bir başka Formula 1 sonucu...

Beleşçiler çevreye mevzilenmiş!

Biz, ülkemizi hilafsız bir hafta meşgul eden Formula 1'in İstanbul ayağına ilişkin en dikkat çekici haber olarak şunu seçtik:

"Formula beleşçileri çevreye mevzilendi"(Akşam)

Bu haberi ilginç kılan ayrıntı ise şuydu:

"Formula 1 pisti manzaralı evlerde de büyük heyecan vardı. Evlerde oturanlar balkon ve bahçelerinden yarışa tanık olmanın keyfini çıkardı. Ancak ev sahiplerinin tanıdıkları kendileri kadar değildi. Çünkü yarış başlamadan günler öncesinde Jandarma Formula 1 yarışları süresince eve giriş çıkış yapacakların isimlerini kaydetti. Yarışların başladığı gün ise yollarda nöbet tutarak, yabancıları içeri sokmadı. Bu nedenle ev sahipleri akrabaları dışında pek kimseyi misafir edemediler..."

Görüyorsunuz, Formula 1'i bayağı ciddiye almışız... Jandarma, "beleşçiler"e engel olmak için etraftaki evlere giriş çıkışları kontrol altına almış... Dua edelim de, pistin ikinci kez kullanılışında İstanbul'da "sıkıyonetim" filan ilan edilmesin! İyi vallahi; Gökkafes'in "roof"undan Beşiktaş Stadı'ndaki maçlara temaşa eden "beleşçiler"e bir şey diyen yok, ama Formula 1 seyri için eve (evine) canının istediği ahbaplarını davet etmek yasak...

Trafik Bo Derek sayesinde açıldı!

Formula 1'i çok (hem de pek çok) sevdiğimiz muhakkak. Allah'tan yarışan otomobillerin hızı saatte 300 kilometreyi aşıyor da, bu gürültülü yarış erken bitiyor... Yoksa "Kürt sorunu"nu tartışmayı bile yarış sonrasına erteleyebilirdik...

Formula 1'e ilişkin haberler arasında şu da çok "anlamlı"ydı: "Trafik, Bo Derek sayesinde açıldı".

Yani: "İki ünlü sanatçıyı (Bo Derek'in yanında eskilerden Ursula Andress de var) havalimanına yetiştirmek isteyen Renault yetkilileri, Türkiye Motorsporları Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Nuri Çolakoğlu ve OYAK Holding Genel Müdürü Coşkun Ulusoy'un girişimleri sonucu iki ünlü sanatçı trafikten kurtardı. Coşkun Ulusoy, çareyi OYAK Yönetim Kurulu Başkanı Yıldırım Türker'i (Emekli Korgeneral) aramakta buldu. Türker'in uyarısıyla jandarma, pistin altından geçen alternatif yolu açtı. İki sanatçıyla birlikte VİP misafirleri de pist alanından çıkabildi."

Ne hizmet ama.... Ursula Andress ve Bo Derek bu iyiliğimizi unutmazlar umarız... Bu iki ünlü sanatçıyı Hürriyet'ten Reha Erus da yalnız bırakmamış. Önümüzdeki haberde, birini sağına diğerini soluna alarak Türk misafirperverliğini sergileyen Erus, Derek ve Andress'e "Yaşasın Türkiye" dedirtiyor...

220 milyon dolar, saatte 300 kilometre hız yapmış!

Duymamış olmanız mümkün değil; bu Grand Prix'i bize (yani Türkiye'ye) bayağı pahalıya patladı. Yarışma pisti için başta 20 milyon dolarlık bir harcama öngörülürken, bu nasıl bir hesapsa (ve kim hesaplamış ise) sonuç itibariyle tamı tamına 220 milyon dolar saatte 300 kilometreden fazla bir hız ile uçup gidiverdi... (Bakıyoruz da, Türk medyasında bu gibi durumlarda âdetten olduğu gibi, "Bu para ile şu kadar hastane, hapishane vs yapılırdı.." türünde hiçbir araştırma yok!)

Formula 1'in götürdükleri konusunda herkes hem fikir ama getirdikleri konusunda rivayet muhtelif. Kimi 50 bin yabancı turistin geldiğini söylüyor, kimi bu rakamı çok çok abartılı buluyor. Bazılarına göre yabancı turistler ülkeye 100 bin dolar bıraktı, bazılarına göre ise bu mümkün değil.

Formula 1'in "tribün geliri" de tartışmalı. Daha doğrusu, bu konuda manşete fırlayan rakamlar yanıltıcı. Tamam ortada 20 trilyonluk bir "tribün geliri" var ama, bildiğiniz gibi, bunun yarısına yakını Formula 1'in organizatörü tarafından daha baştan el konuluyor. Geri kalan yüzde 55'lik paya ise "Formula İstanbul Yatırım A.Ş." (FİYAŞ) giriyor. FİYAŞ'i oluşturan kuruluşlar da şunlar: Yüzde 35'lik eşit paylarla İTO ve TOBB, yüzde 15'lik pay ile İstanbul Belediyesi ve yüzde 10'luk pay ile İstanbul Valiliği. Yani sonuç olarak hemen hepsi bir biçimde devlete bağlı kurumlar bunlar. Formula 1 için yapılan ve bu yarış olmasıydı hiç de öncelik tanınmayacak (tanınmaması gereken) yatırımların hesabı ise henüz çıkmış değil. Ayrıca önemli olarak, İstanbul Grand Prix'sinin Türkiye'nin tanıtımı açısından sağladığı yararın dolar bazında karşılığının hesaplanması meselesi de karışık. Bu konuda "iyimser" kesim bu organizasyon sayesinde Türkiye'nin karşılığı 5 milyar dolara varan tanıtımının yapıldığını iddia ederken, "kötümser" kesim "Bunların dünyadan habere yok!" diyerek kıs kıs gülümsüyor...

Sanki yıllardır Formula 1'le yatıp kalkmışız

Bu arada şu küçük bilgiyi de verelim: "Türk medyası"nın (sanki yıllardır Formula 1 ile yatıp kalkarmış gibi) kendisini tamamen İstanbul Grand Prix'sine kaptırdığı günlerde (hatta yabancı basında neler yazılıp çizildiğine biz de baktık. Hatta bunun için (hem de şampiyonun belli olduğu gün) Fransızların ünlü spor gazetesi L'Equipe'i bile karıştırdık. Gazete tabii olarak Formula 1'e geniş yer ayırmıştı. Ama tabii ki, konuya ilişkin bütün haber ve yazılar yarışa ilişkin teknik bilgilere ve onların analizine ayrılmıştı. Yani ortada -bazılarının iddia ettiği gibi- "Yaşasın Türkiye! Yaşasın Formula 1'i İstanbul'a taşıyarak Türkiye'ye çağ atlatan yenilikçi zihniyet!" türünden onlar için "folklorik" sayılabilecek ifadelerden eser yoktu... Doğrusu da tabii ki buydu.

Sonuç olarak "birer sivil toplum örgütü olan"(!) bu TOBB ve İTO'dan korkulur azizim... Kafalarına koyduklarını yapıyorlar gerçekten. Neyse bu kez yine de ucuz atlattık sayılır; ya önümüzdeki yıl için de "Amerikan Futbolu olmadan medenileşemez, dünyaya entegre olamayız! Bir an önce bunun için bir stadyum inşa etmeliyiz!" diyerek ortaya çıkar ve tuttururlarsa ne yapacağız?

Unutmadan: Biliyorsunuz, İstanbul Grand Prix'si dolayısıyla karşılaştığımız önemli şahsiyetlerden birisi de bir ara rakibinin kulağını ısırarak kopardığından (ve bu arada hakkında bir kız çocuğuna cinsel tacizde bulunduğu iddiası ortaya atılan) dolayı adından sıkça söz edilen çokça boksör Mike Tyson'dı. İstersiniz bu konu hakkındaki yorumların önde gelen ikisini de Radikal'den Hakkı Devrim'in "Başbakan'ın omuzundaki el" başlıklı değerlendirmesinden aktaralım:

"(...) Bitmedi. Para terazisinde tartılamaz bir mesele daha var. Ege Cansen tarifini veriyor: Pazusunda Mao dövmesi bulunan hapishane düşkünü boksör eskisi Başbakan'ın koluna girip, aldığı parayı hak etmek için diyor ya. Bize o da yeter de artar bile. Cansen'in bıraktığı yerden Hıncal Uluç devam ediyor: «Mike Tyson, yarışma yapılsa, dünyanın en onursuz adamı seçilir. Rezil bir özel yaşam... İş hayatı daha rezil.. İler tutar tarafı yok. Baktım, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın omuzuna elini atmış, yürüyor. Herifteki laubaliliğe bakın... Cesarete bakın... Ve bu sahneye izin verene bakın... Verenlere bakın lütfen! (Sabah, 24 ağustos).

*

Başbakanın, daha doğrusu başbakanların... danışmanları, yakın yardımcıları ve hele hele akıl hocaları meselesi... Meseleler arasında bir müzmin meselemizdir...."

Bu durumda biz de oturduk ve İstanbul Grand Prix'sini konu edinen köşe yazılarından bir "potpüri" oluşturduk. Okuyalım, bakalım köşe yazarları 'Çıktık açık alınla..." manşetiyle servis yapılan bu organizasyon hakkında ne yazıp çizmişler. Eğer ilginizi çekiyorsa bu konu da salı günü yayımlanacak sayfamızda. (K.B.)


Ortaöğretimin bir raconu eksikti!

Türk Eğitim-Sen, ortaokul öğrencilerinin eğilimlerini belirlemek amacıyla 15 ili kapsayan bir anket yapmış. Sonuçlar vahim, tüyler ürpertici ve korkunç: Öğrencilerin yüzde 21'i mafya, yüzde 19,5'i komedi dizilerini seyrederken sadece yüzde 5,6'sı eğitici-öğretici dizilere ilgi duyuyor.

Bir Tom Miks kitabında mı daha çok adam öldürülür, yoksa Türk usulü bir mafya dizisinde mi? Bu sorunun cevabı yüksek ihtimalle "Türk usulü mafya dizisinde" şeklinde olacaktır. Bu elbette milli gurur vesilesi olarak göremeyeceğimiz hususlardan biri. Aramızda bu gibi şeylerle de gururlanabilen bir kısım insan var, bunu biliyorum. Ancak şunu hemen ifade edeyim ki, çatlaklığın bu kadarını hiçbir istatistiğin midesi kaldırmaz. O sebeple şirazeyi şaşırmış bu gibi eşhası konunun selameti bakımından cümlelerime dahil etmiyorum. Belli bir akıl ve sağduyu vasatı yakalamadan birbirimizle anlaşma şansımız olmaz. Biliyorum ki bu satırların yazarı da, okuyanları da o vasata sahiptir ve bu bütünün içinde abuk sabuk şeylerle gurur duyabilen türden tek bir tip bile bulunmaz.

Öğrencilerin yüzde 21'i mafya dizisi izliyor

Gelelim sadede... Türk Eğitim-Sen, ortaokul öğrencilerinin eğilimlerini belirlemek amacıyla 15 ili kapsayan bir anket yapmış. Sonuçlar vahim, tüyler ürpertici ve korkunç (abartılı ifadeler kullanıyorum ki sağır sultanlar da uyanabilsin)!.. Meğer uzmanların gençleri şiddete teşvik etmekle suçladığı mafya dizilerine bu ülkenin ortaokul seviyesindeki öğrencileri büyük ilgi gösteriyormuş. Anket sonuçlarına göre ortaokul öğrencilerinin seyrettiği dizilerin yüzde 21'i bu türden karanlık ilişkileri konu alan mafya dizileriymiş. Durumu değerlendiren cümle psikologlar, mafya dizilerinin kolay para kazanmayı ve insan hayatını değersiz görmeyi özendirdiğini belirterek, toplumsal bütünlüğümüz ve geleceğimiz açısından tehlike çanlarının gürültülü bir şekilde çalmakta olduğunu beyan ve ifade eylemişler.

Bunu böyle masal gibi anlatmak mümkün, ama artık uyanmak gerekiyor. Toplumsal manzara bu! Ve bu ülkede hali hazırda bu manzaraya gözlerini kapatıp şiddet içerikli film ve bilgisayar oyunlarının toplumdaki şiddet eğilimini arttırmadığını iddia edebilen köşe yazarları var. Pes diyeceğim ama, pes etmenin sırası değil! Çünkü manzara gerçekten kaygı verici. En azından bana fena halde kaygı veriyor.

Anketin söylediği bu kadarla da kalmıyor üstelik. Türkiye'nin farklı sosyal özelliklere sahip yedi ayrı bölgesinde yaşayan 1136 öğrenciye sorulan sorulara verilen cevaplar bir başka önemli gerçeği daha ortaya koyuyor. Şiddet kültürüyle yoğrulan mafya dizilerine yüksek oranda ilgi gösteren ortaöğrenim kuşağı, eğitici-öğretici dizilerle neredeyse hiç ilgilenmiyor:

"Öğrencilerin yüzde 21'i mafya dizilerini tercih ederken, aynı öğrencilerin eğitici-öğretici film izleme oranı ise yüzde 1. Dinî film izleme oranı yüzde 0,6, belgesel seyretme oranı 2,6'da kalıyor. Öğrencilerin seyrettiği dizi türleri de filmlerden çok farklı değil. Yüzde 21'i mafya, yüzde 19,5'i komedi dizilerini seyrederken sadece yüzde 5,6'sı eğitici-öğretici dizilere ilgi duyuyor. Öğrencilerin eğitici filmlerden 23 kat daha fazla mafya dizisi seyretmesi bilim adamları tarafından kaygıyla karşılanıyor."

Evet, şundan emin olun ki son zamanlarda okuduğunuz en önemli haber bu! Neden gazetelere manşet, TV haberlerine ilk haber olamadığını da oturup siz düşünün! (G.Ö.)


28 Ağustos 2005
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Sağlık | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED