T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 2 ARALIK 2005 CUMA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Karikatür
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Ali Murat GÜVEN

İki poster, bir de güzel hatun…
İşte sana sinema programı!

Önce, sinema tarihine mâlolmuş birkaç ünlü filmin afişi en yakındaki bir duvara özenle yapıştırılır (Ama bunlar arasında "Casablanca" ve "Matrix" olmazsa, inanın ki kahrımdan ölürüm!).

Ardından, bu posterlerin tam karşısına bir kamera kurulur ve onun da önüne alımlı bir "hatun kişi" dikilir.

Bu hatunun sinema tarihi ve terminolojisine, "film analizi" denilen işin kültürel donanımına gerçekten vâkıf olup olmadığının ise zerrece önemi yoktur; sunucu olarak seçilmesinde gözetilen ilk ve tek ölçüt "güzel" olmasıdır.

Ve nihayet aynı hatun kişi, film dağıtım şirketlerinden gönderilen tanıtım kasetlerinin arka arkaya yapıştırıldığı bir programda, aralara "cut" kurguyla dört ya da beş kez girerek, o şirketlerin basın bültenlerinden aynen alınma cümleleri "prompter" cihazından monoton bir ifadeyle okur. Sunumunu yaparken sürekli anlamsız anlamsız sırıtması, duruşunun bir manken edâsında olması ve kollarını kavuşturup objektife yan açıdan bakması, hazırlanan bu müthiş gösterinin olmazsa olmaz kurallardandır.

Öte yandan, sunucunun sesinin mikrofonik olup olmamasına da hiç dikkat edilmez. "Tiki" modundaki yeni ergen kızların sıklıkla detone olan o aceleci ses tonuyla dakikalarca kafamızı ütüleyebilir bu hatunlar. Ama dedim ya, böylesi olumsuzlukların hiçbir önemi yok. Yeter ki adayların endâmı hoş olsun!

İşte, Türk televizyonculuğunda ideal bir sinema programı formatı, uzun yıllardan bu yana, saydığım bu iki-üç temel unsurun bileşiminden meydana geliyor. Bir de "upgrade" edilmiş versiyonu var sözkonusu formatın. O versiyonda da kızımız yine güzel, dahası tercihen "sarışın" olmak zorundadır. Ama kendisine erişilmez bir entellik görüntüsü ve gizemli bir hava verebilmek için, bu defa cümlelerini biraz daha uçuk ve karmaşık olanlardan seçmesi gerekir. Konuşmalarında bolca devrik cümle kurar, garip vurgular yapar ve seyircinin beyninde bilinçli olarak bir "anlaşılmazlık karmaşası" yaratmaya çalışır. Bizlerden ise bütün bu karmaşanın sonucunda ekrandan çıkarmamız istenen temel mesaj şudur: "Zavallı avam takımı! Sinema öylesine seçkinlere özgü, öylesine sıradışı bir ilgi alanıdır ki, bu alanın seçkinleri olarak bizler işte böyle sıradan insanların hiç anlayamayacağı özel kodlarla konuşuruz. Siz de bu konuşmalara ekran başında bön bön bakarsınız. Söylediklerimden tek kelime anlamasanız bile, bu programı her gördüğünüzde bana ve burada kurduğum elit dünyaya gıptayla bakıp alabildiğine saygı duymalısınız!"

Tabiî, sinemayla ortalamanın üzerinde ilgili birçok seyirci gibi benim de sektörde geçirdiğim onca yıldan sonra artık bu tür ucuz numaralara, televizyon gibi güçlü bir iletişim aracını böylesine hovardaca kullanarak yapılan kişisel tatmin gösterilerine fazlasıyla karnım tok. Fakat, bizler sunulanı ister yiyelim ister yemeyelim, gidişâta ciddi bir tepki gösteren çıkmayınca bu ucube format da son yıllarda televizyonda sinema programcılığının âdeta değişmez nitelikteki şablonuna dönüştü. O yüzden, şirketlerin gönderdiği basın bültenlerini papağan gibi tekrarlamaya dayalı bir sunum tarzının Türk sinema seyircisine film izleme bilinci anlamında ne kazandırdığını sorgulama zamanının çoktan geldiğini ve hattâ geçtiğini düşünüyorum.

Film eleştirmenleri (ki çağımızda artık buna televizyonda sinema programları hazırlayan editörler de dahil) ile film dağıtıcısı şirketler, dostça bir işbirliği içinde görevlerini yürüten, buna karşılık nihai hedefleri çok farklı olan iki "taraf"tır. Dağıtıcılar filmlerinin olabildiğince geniş bir medya havzasında ve mümkün olan en pozitif biçimde tanıtılmasını arzularlar. Bu da liberal bir ekonomik düzende onların en doğal hakkıdır.

Ama gazete, dergi ve internet ortamında yazılar kaleme alan film eleştirmenlerinin ya da aynı işi televizyon ekranında yapan programcıların öncelikli görevi ise halka dürüst, gerçekçi ve anlaşılır film tanıtımları sunmaktır. Bir eleştirmen, kendisini okuyan/izleyen herkesi "birinci sınıf sinema uzmanı" olarak görme lüksüne sahip değildir. Okurunu/izleyicisini fırsat bulabildiği her satır arasında dozu iyi ayarlanmış bir didaktiklikle aydınlatmak, onu sinemanın tarihçesi, teknolojisi, estetiği ve ideolojisi üzerine inceden inceye bilgilendirip karşısına çıkabilecek sinemasal parazitler karşısında "uyanık tutmakla" yükümlüdür. Bu noktada iki tarafın çıkarları zaman zaman birbirleriyle tam olarak örtüşmeyebilir. Sözgelimi, dağıtıcı şirketin büyük paralar ödeyerek Türkiye'ye getirdiği ve gösterime soktuğu bir film, geniş kitleler açısından ahlâkdışı sayılabilecek çarpık ilişkilerle dolu bir öyküyü anlatıyor olabilir. Ya da filmin hiçbir sahnesi müstehcenlik içermiyordur ama, çocukların ve gençlerin körpe beyinlerini yoldan çıkaracak ölçüde yoğun bir şiddet taşıyıcılığı ya da üçüncü dünyaya yönelik kaba saba bir emperyalist yaklaşımın sözcülüğünü yapıyor olabilir. Böyle durumlarda programcı ya da eleştirmen bir yandan kendi vicdanının sesini dinleyip diğer yandan da ülkesinin kültürel iklimini dikkate alarak o filmi "kendi bildiği gibi" tanıtacaktır. Bunda her iki taraf için de kırılacak ve gücenecek bir durum olamaz. Zaten işimiz karşılıklı gücenme üzerine kurulu olsaydı, çoğumuz bunca yıldır film tanıtımı yapamazdık!

Özetle, sinemacılık sektöründe normal olan eleştirmen-dağıtıcı ilişki biçimi budur.

Fakat, günümüzde aynı arenada bir de "borazanlar" var. Yani, şirketlerden gelen bültenleri, öylesi daha kolayına geldiği ya da bunlara ekleyecek özgün bir bakış açısına sahip olmadığı için tek satırına bile dokunmadan yazılarında/programlarında aynen kullanan ve buna da utanmadan "film tanıtımı" diyenler…

Böyle bir borazanlığın günümüzde televizyon kanallarındaki karşılığı ise şu: Dağıtıcı şirketten fragmanlarla dolu bir betacam kaset gelir. Bazılarının dinlerken âdeta zevkten ölüp bittiği yayvan bir Amerikancayla bezeli bu fragmanlar, üstüne hiçbir dublaj ya da altyazı eklenmeye gerek duyulmaksızın dakikalarca ekrana yansıtılır. Böylelikle, bizler, yani üçüncü dünyanın zavallı insanları da "A man…And a woman" diye söze giren davudî sesli James Earl Jones amcamızın (kendileri fragman dublajında rakipsiz kabul edilen ünlü bir siyahî Amerikan aktörü olurlar) o karizmatik vurgularıyla huşû içinde ekran başına çakılırız. Ne de olsa Amerika'dan gelen herşey ayrıcalıklıdır. Fragmanlardaki adamın "Fuck you!" diye bağırışı bile birer üçüncü dünya vatandaşı olarak kulağımıza bir başka güzel gelir.

Ne, tanıtılan filme ilişkin (dağıtıcı şirketin sübjektif yaklaşımlarından bağımsız) tek bir özel eleştiri cümlesi; ne o filmin olası teknik ve estetik kusurlarıyla ilgili dürüstçe bir değinme; ne içerdiği yoğun şiddete, argoya ya da açık saçıklığa yönelik hümanist bir uyarı mesajı…. Varsa yoksa "Sinemaseverlerce kaçırılmaması gereken bir görsel şölen" edebiyatı!

Ayartıcı kurgulara sahip Amerikanca fragmanları bıktırırcasına ekrana dayamak, evlerde tıpkı sinema salonlarına benzer "havalı" bir ortam oluşturuyor ya, bu da bizim -ucuzculuğun kitabını yazmış- program yapımcılarına her açıdan fazlasıyla yetip artan bir sonuç anlamına gelmekte. Çünkü böylelikle hem program şık görüntülerle bezeniyor, hem hazırlanan bölümlerin kurgusu çabuk bitiyor, hem de dağıtıcılarla ilişkilerde ne şiş ne de kebap yanmış oluyor.

Bunlar kolaycılık adına gayet iyi güzel de ürkütücü bir bölümü yoksul, eğitimsiz ve kafası karışık olan doğulu bir toplumda böyle sinema programı olmaz. Çünkü bu programları zaten rafine bir zevk ve bilgiye sahip sinema profesyonelleri tüketmiyor. Onlar, neyi, ne zaman ve nerede izleyeceklerini güzel saçlarını sağa sola savuşturarak sunum yapan sinema cahili genç kızlardan öğrenecek değiller. (Geçtiğimiz haftalarda bu tayfadan birinin, sinema tarihinin en ünlü bilim-kurgu filmlerinden biri olan "Alien"ın DVD'sini tanıtırken, filmin adını ağzını yaya yaya -aynen yazıldığı gibi- "Aliyen" diye okuyuşunu mutlaka görmeliydiniz!) Bu programların asıl tüketicileri, sinemayla ortalama ya da zayıf bağları olan, beyinleri her türlü "derin darbe"ye açık durumdaki geniş halk kitleleri. Özellikle de çocuklar ve gençler böylesi baştan savma yapımlardan gelebilecek zararlı ve eksik yönlendirmeler karşısında bütünüyle savunmasız durumdalar...

Hatırlayanlar mutlaka olacaktır; bundan 15-20 yıl kadar önce, benim de öğrenci olduğum yıllarda Türk tiyatro ve sinemasının değerli aktör-yönetmeni Haldun Dormen'in tek kanallı TRT için hazırladığı bir sinema programı vardı. Ki ben sözkonusu dönemin gayet sınırlı teknik koşulları içinde hazırlanan o programın bile içerik açısından bugünkülerden çok daha zengin ve tarafsız olduğunu hatırlıyorum şimdi. Dormen, izleyiciye tanıttığı filmlere "dağıtıcıların gözlüğü"nden değil, kendi "uzman cephesi"nden bakardı. Gösterime yeni giren filmlere ilişkin bir sürü özgün gözlem ve eleştirisini aktarır, aralarda sinema tarihinden hoş bilgiler verir, nitelikli filmleri ve yönetmenleri bizlere hiç bilinmeyen yönleriyle tanıtırdı. O tarihten bu yana da sinema programcılığı alanında "gelişmek" şöyle dursun, fersah fersah geriye gittik.

Özel kanalların değerli yetkilileri, sizler de kabul edersiniz ki bir sinema programından ne yaparsanız yapın "yüksek rating" çıkmaz. Bu tür programlar ancak kültürü ve sanatı desteklemek adına sürdürülür. Seyircileriniz olarak bizler de eğer ihtiyaç hissedersek, dolambaçlı cümlelerle konuşan güzel tiki kızları ekrandaki başka yapımlarda rahatlıkla bulabiliriz. Hem bu iş için paparazzi programları ne güne duruyor!

Bundan böyle bize lütfen sinemadan gerçekten anlayan, fikri ve vicdanı hür kişilerin hazırlayıp sunduğu, "sahibinin sesi" rolünü üstlenmeyen, içeriği daha zengin programlar yaptırmayı deneyin.

Kısacası, çoktandır vermeyi unuttuğunuz birşeyi istiyorum sizden: "Bilgi"…


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi