T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
R Ö P O R T A J 29 KASIM 2005 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Karikatür
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  Hayat
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hal bu ki
Fadime ÖZKAN

Türkiye Avrupa'nın baharatı

Kültürümüzle Avrupa Birliği içinde var olmamız gerektiğini belirten Amberin Zaman "Biz Avrupa'nın baharatıyız, onlara kendi ülkeleri çok yavan geliyor" diyor.

Amberin Zaman, yarısı ABD'de olmak üzere tüm dünyada bir milyon satan saygın haber dergisi The Economist'in ve Los Angeles Times'ın Türkiye muhabiri. Onun adıyla, yaptığı haberler Türk basınında yankı buldukça karşılaşıyorsunuz. Ama o kadar. Türk medyasına daha önce hiç konuşmadı çünkü. Bu, verdiği ilk röportaj.

İstanbul'da, Fransızca bilen gençler için verilen bir çay partisinde tanışıp evlenen, Notre Dame de Sion mezunu Türk anne ile Bangladeşli diplomat babanın iki kızından biri Amberin Zaman. Bir İngiliz ile evlenip İngiltere'de yaşamaya başlayan ve siyasetle de ilgilenen ablası, bir dönem belediye başkanlığı da yapmış aktif biri.

New York'ta doğmasına, babasının mesleği nedeniyle farklı ülkelerde büyümüş olmasına rağmen yaz tatillerini anneannesinin Caddebostan'daki evinde geçirmiş Amberin Zaman. Türkçe'yi mükemmel konuşuyor. Amerikan Büyükelçiliği Sözcüsü Joseph Pennington ile evli. Bir ayağı Türkiye'de, diğeri dünyanın her yerinde. Doğrusu ben de onunla Türkiye'de değil, geçtiğimiz aylarda Stockholm'de tanıştım. Ve tanıdıkça da, röportaj yapmaya karar verim.

Amberin'in Galata Kulesi yakınındaki evinde yaptığımız bu röportajda onu, işini nasıl yaptığını, ülkenin dünyada yankı bulan sorunlarıyla ve Türkiye'yi dünyaya tanıtan Türklerle ilgili düşüncelerini bulacaksınız.

Çok kültürlü, renkli, melez bir aileniz var. Bir yönüyle Türkiye'ye de benziyor sanki. Gerçekten de Türkiye artık eski, gri, baskıcı iklimden kurtuldu. Yeniden çok sesli, çok renkli ve benim gibi melez, 'araf'da olanları da içine sığdıran, kucaklayan bir ülke haline geldi.

Anneniz Türk, babanız Bangladeşli. Amerika'da doğdunuz, çeşitli ülkelerde büyüdünüz. Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?

Türkiye'ye. Türkiyeliliği seviyorum, üstüme rahat, eskimiş bir kot gibi giyiyorum. Müslümanım ve kendimi buraya her yönden çok ait hissediyorum.

Hangi konuyu haber yapacağınıza kim karar veriyor, siz mi, çalıştığınız yayın organları mı?

The Economist'e yüzde 99 ben teklif ediyorum. Ağırlıklı olarak siyaset yazsam da kadın hakları, kültürel konular, edebiyat gibi farklı konularda da yazabiliyorum. Los Angeles Times'a da daha çok ben öneriyorum haber konularını.

Müdahale ya da yönlendirme oluyor mu?

Hayır. The Economist'in şöyle bir özelliği var: Yayınlanan her yazı imzasız yayınlanıyor. Yani gazete tüm gücünü yazının arkasına koyuyor. The Economist akademik hayata en yakın yayın organı. Müthiş zihinler var. Elbette haberlerin doğru ve dengeli olmasına dikkat ediyoruz. Haberlerimizi de kartezyen bir usulle, tez, antitez ve sentez şeklinde yazıyoruz. Ama yazarın hangi görüşe yakın olduğunu hissettirmesine de sonsuz ehliyet veriliyor.

'TÜRKİYE AVRUPA'YA AİT' THE ECONOMİST'İN KESİN TUTUMU BU

The Economist'in Türkiye'yle ilgili temel tutumu ne?

Kesin olarak "Türkiye Avrupa'ya aittir". Böyle kapaklar da yaptık.

Türkiye kendini Avrupa'ya doğru anlatabiliyor mu sizce, gözlemleriniz nasıl?

Avrupa'ya ille de 'biz de çok moderniz, bakın bizim de sarı saçlı, kısa etekli hanımlarımız var' dememiz gerekmiyor. Kültürümüzle, geçmişimizle övünmeliyiz ve bu da oluyor zaten. İstanbul'a, edebiyata ya da müziğe bakın mesela. Çok özgün şeyler üretiliyor artık. Aylin Aslım mesela. Türkiye'deki değişikliği çok iyi anlatıyor ve Avrupalılar da bayılıyor buna. Çünkü biz Avrupa'nın baharatıyız. Onlara çok yavan geliyor kendi ülkeleri.

BENİ 'SOYKIRIM İNKAR MAKİNESİ' DİYE NİTELENDİRDİLER

Haberleriniz nasıl yankı buluyor?

Ermeni konusunu işlediğimde şöyle bir problem yaşadım. 'Akdamar Kilisesi harabe halinde, mutlaka bir şeyler yapılmalı' yazdığımda bile, Ermeni diasporasından müthiş tepki geldi. Soykırımı yazılarımda tartışılmaz bir olgu olarak niye tarif etmiyorum diye kampanyalar açtılar. Beni gazeteden kovdurmaya çalıştılar. Benim için 'soykırım inkar makinesi', 'Türk devletinin papağanı' gibi ama çok daha ağır laflar var suçlamalarında.

Ermeni meselesinin Türkiye'de aşılması mı daha zor, dünya kamuoyunda aşılması mı?

Aslında tartışıldıkça, kendimizi anlattıkça aşılacağına inanıyorum ben bu konunun. Ermeni Konferansı'nı çok faydalı görüyorum. Bir çok akademisyenin özellikle Müge Göcek ve Halil Berktay ile Hrant Dink, Etyen Mahçupyan başta olmak üzere buradaki Ermeni cemaatinin önemli katkıları var. Birbirimizi dinledikçe, anladıkça inşallah birbirimize yaşattığımız acılar bağışlanır, bütün bu önyargılar yok olur.

Ermeniler açısından durum nasıl?

Ermenistan'a gittiğimde onların acılarını bize, Türklere anlatıp, bizim de canımızı acıtmak ihtiyacı duyduklarını fark ettim. Empati kurmamız gerekiyor o yüzden. İlginçtir Erivan'da Ararat filmini izledik Atom Egoyan'ın. Ben korktuğum kadar kötü şeyler görmedim, bu yüzden Ermeniler de tatmin olmadı.

AB müzakere sürecinde bu mesele Türkiye'yi ne kadar zorlayacak? Türkiye ikna edebilecek mi Avrupa kamuoyunu bu konuda?

Baskılar yoğunlaşacak. Batı entelijansiyası bu konuyu yeni oyuncağı haline getirdi çünkü. Ama bundan asla ürkmemeliyiz. Tanım dayatmalarını bir kenara koyup tartışmalı ve geçmişte neler olduğunu öğrenmeliyiz. Türkiye böyle bir sürece de girdi ve şok etkisi de geçmeye başladı. Bu konuda yıllardır ağır eleştirilere maruz kaldık ama bağışıklık da kazandık. O yüzden gelecek eleştirileri büyütmemek gerek. Avrupa kamuoyuna kendimizi sevdirmeye çalışalım, bunun ayıbı yok.

Bu iki yönlü işlemesi gereken bir süreç değil mi? Ermenilerin de adım atması gerekmiyor mu?

Evet, elbette. Ermeni lobisi Avrupa'da çok etkili. Kürt diasporası da gittikçe güçleniyor. Yazdıklarını okuyunca dehşete kapılıyorum. Buradaki olumlu değişiklikleri hem kendileri görmezden geliyor hem de göstermek istemiyorlar. Ve bazıları açıkça yalan söylüyor. Biz de bunu anlatmakta yetersiz kalıyoruz.

Gazetecilik beni insan kılıyor

Gazetecilik sizin için ne anlama geliyor?

Beni daha çok insan kılan bir meslek gazetecilik. Ancak gazeteci kendisini yazdığı konudan daha ilginç bulmaya başladığı noktada mesleği derhal terk etmeli bence. Ki bu deformasyon sıkça görülüyor, maalesef.

Gazeteciliğe nasıl başladığınız?

Lausanne ve New York'da siyaset bilimi okudum. 1990'dan bu yana gazetecilik yapıyorum. Profesyonel anlamda mesleğe New York'da BusinessWeek dergisinde borsa muhabirliğiyle atıldım. Körfez Savaşı başlayınca 'ben burada ne yapıyorum' dedim kendi kendime ve Türkiye'ye döndüm. Kuzey Irak, Karabağ dahil bir çok çatışma bölgesinde bulundum. Güneydoğu'ya en civcivli döneminde defalarca gittim.

Adınız bu yüzden 'Kürtçü'ye çıktı!

Özellikle o yıllarda ülkenin en can alıcı konusu buydu. Çok kutuplaşmıştı ülkemiz. Çok şükür Kürtler ve Türkler günlük hayatlarında herhangi bir problem yaşamasalar da, kamuoyunda derin bir uçurum vardı ve benim bir Türk olarak, insan hakları ihlallerini çıplak bir anlatımla yabancılara teşhir etmem tepki uyandırdı. Kimlik sorunu, ilk kez kendi içimde de bir soru işareti doğurdu. Ama zamanla düşüncelerim de çok değişti benim bu konuda. Artık zaten 'konuşursam başım derde girer mi' diye düşünmüyorum. Daha öncesinde, hep tedirgindim.

Tedirginliğe sebep olacak neler yaşadınız?

Epey baskı gördüm, gözaltına alındım. Bir keresinde bir Basın Yayın Genel Müdürü beni "Memleketten sürerim seni" diye ulu orta tehdit etti. Bir keresinde de o zamanın Başbakanı Tansu Çiller, yabancı basın mensupları için bir basın toplantısı düzenlemişti ve ben daha salona girmeden bir Dışişleri yetkilisi beni kenara çekip "Hele ters bir şey sor, ben sana ne yapacağımı bilirim!" demişti. Beni 'Persona non grata' ilan etmek istemişler. Yabancılar persona non grata ilan edilebilir oysa. Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.

Atatürk Türkiye'nin en iyi 'marka'sı

Türkiye'nin dünyadaki marka isimleri kimler sizce?

Atatürk Türkiye'nin en iyi markası. Bangladeş'te bile Kemal Atatürk Bulvarı var, düşünün artık.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan?

Erdoğan Türk siyasetçisi imajını inanılmaz ölçüde değiştirdi. Avrupalılar karşılarında kendine güvenen, canlı, hoş, dinamik bir adam gördüler. AKP iktidara gelen gerçek anlamda ilk sivil hükümet ve son üç yılda ne kadar çok şey değişti Türkiye'de. Yabancı dil bilmeyen ve yurt dışında yaşamamış biri olduğu için ilk başta benim de kaygılarım vardı. Hatalar yapmadı mı, tabii ki yaptı ama şimdi dış politikamıza bakınca o iniş çıkışlı dönemi arkamızda bıraktığımızı, pek çok şeyin rayına oturduğunu görüyoruz. Erdoğan Müslüman ülkelere de cesaret verdi bence. Daha önceki hükümetler döneminde Türkiye pek sevilmiyordu. Daha çok Amerikan uşağı, İsrail piyonu, Batı taklitçisi gibi şeyler deniyordu. Bu bakış Erdoğan iktidarıyla değişti. Abdullah Gül'ün de katkısı çok büyük.

Sanatçılarımız, yazarlarımız da yakından iyi takip ediliyor dünyada...

Çağdaş yazarlarımızdan ilk defa kendinde İngilizce yazma cesareti bulan ve Türkiye'ye müthiş bir prestij sağlayan Elif Şafak'ı saymalıyız. Ben İngilizce basımından okudum Araf'ı. Elif İngilizce kelimeler, konseptler, kavramlar yaratmış. Coşku, mistisizm, enerji ve baharat enjekte etmiş, gençleştirmiş İngilizce'yi. İnanılmaz bir başarı bu. Bunun dışında Ferzan Özpetek, Atıl Kutoğlu, Mercan Dede, Fatih Akın, Rıfat Özbek, Yaşar Kemal, ve tabii ki Orhan Pamuk. İmaj açısından Birleşmiş Milletler'deki yeni göreviyle Kemal Derviş'in de büyük katkısı olacağına inanıyorum.

Eşim CIA ajanı değil

Amerikan Büyükelçiliği sözcüsü Joseph Pennington ile evlisiniz. Kamuoyunda Amerikan aleyhtarlığının yükseldiği bir dönemde, bir kariyer diplomatla evli olmanın zorluğunu yaşadınız mı?

Yaşadım elbette. Hem topluma karşı hem kendi içimde, Irak savaşına son derece karşıydım zira. Ama ABD aleyhtarlığı yükselişe geçmeden dahi, Amerikan diplomatlara her zaman şüpheyle bakılmıştır. Özellikle de eşim gibi iyi derecede Türkçe ve Rusça konuşuyorlarsa. Bu yüzden sürekli eşimin CIA ajanı olmadığını söyleme ihtiyacını duyuyorum, aslında çok saçma.

Eşinizle gelecek planınız ne?

Türkiye'ye yerleşmeyi düşünüyoruz. Kuledibinde tarihi binada bir dairemiz var. Annem asayiş nedeniyle çok karşı çıkıyor ama ileride Allah nasip ederse orada yaşayacağız.

- BİTTİ -

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi