T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

'Aşk elektriğe benzer'

1960'lı yılların ikinci yarısında Millî Eğitim Bakanlığı'nın "İlim ve San'at Yayınları Bürosu"nda başkan olarak vazîfeliyim.. Aynı zamanda "Çağdaş Türk Yazarları Komisyonu" üyesiyim.. Komisyonun faâliyeti cümlesinden olarak Cumhuriyet Devri yazar ve şairlerinin eserlerini yayınlamaktayız.. Komisyon, şimdi çoğu rahmete kavuşmuş değerli yazarlar ve edebiyatçılardan teşekkül etmiş bulunuyordu.. Prof. Mehmet Kaplan, Nihad Sami Banarlı, Kenan Akyüz, Muharrem Ergin, Faruk K. Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Tarık Buğra, Kemal Or, Ahmet Muhip Dranas gibi ilim ve san'at adamları; bu edebiyat encümeninin asıl kadrosunu teşkil etmekte idi.. O günlerde henüz hayatta bulunan meşhur şâirimiz Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirleri bakanlıkça yayınlanmak kararı alındığı için, lüzumlu işlemler tamamlanmak üzere, İlim ve San'at Bürosu'na gelip gitmekte idi.. Her gelişinde şairimizi, hakkı olan bir itibar ve rağbetle karşılıyor, edebî sohbetlerini büyük bir memnûniyet ve haz içinde takib ediyorduk..

Yine bir sabah büromuzu teşrif etmişti.. Odacım Durdu'ya bir kahve yaptırdım. Dökülmüş ve ağarmış saçlarını taşıyan iri, dolgun başı, cüsseli vücudu ile tam bir uyum halinde, aziz şâirimize hâlâ heybetli bir manzara veriyordu.. O, koltuğuna yerleşmiş, kahvesini yudumlarken, bilmiyorum, nereden aklıma geldi, galiba, kendisine sorulacak en isabetli suâli tevcîh etmiş bulundum:

-Üstadım, dedim, siz ki bir aşk şâirisiniz, lirik şiirlerinizin yüzde sekseninde aşk denilen bu beşerî, ezelî ve ebedî hâdiseyi terennüm ediyorsunuz.. Sizce bu "aşk" denilen şey nedir? Kim, kime âşık olur? Hangi evsafta olanlar, hangi özelliği taşıyanlara sevdâlanır? Gözleri parlayan, aşk şâiri başını yukarı kaldırdı ve bir müddet öylece.. durdu.. Sonra da tane tane aynen şunları söyledi:

-Osman Bey, Osman Bey! O bir keşiftir.. Ruhlarının frekansı birbirine eşit olan iki insanın birbirini keşfetmesi hâdisesidir.. Bir insanın, ömründe ya iki yahut da üç defa başına gelir.. Dördüncüsü pek nâdir zuhur eder..

Sözünü kestim:

-Frekansların eşit olması ne demektir? Yani, hangi özellik ve sıfatların birbirine benzemesi lâzımdır? Yahut da, hangi özelliklerinin birbirine zıt olması lâzımdır? Aşk şâiri mukabele etti:

-Onları tesbit etmek çok zordur: Tarifi, tasviri, açıklaması mümkün değildir.. Aşk sadece mekâna ve zuhûra gelir, zuhûr eder, var olur, ama nedir, nasıl vukûa gelir, hangi şartlarda doğar, bunu bilmek kabil değildir.. Elektriğe benzer: eseriyle, ışığıyle, ateşiyle belli olur.. Kendisini elle tutamazsınız, açıkça târif edemezsiniz!.. Çamlıbel'in sözünü yine kestim.. ve.. aşk belâsına uğrayan her insanın hissettiği halde açıklayamadığı, târif edemediği şeyleri söylediği muhakkak olan şâire, insanlığın başına musallat olan bu tatlı belânın, insanoğluna ettiklerini de söyletmek istedim galiba ki yine sordum:

-Peki Üstadım, aşk sizce bir felâket midir, yoksa bir saâdet midir?

Aşk şâiri, evvelâ hazin hazin gülümsedi, sonra da ciddîleşti:

-Aşk, insanı bazen ateşlerde yakar, kül eder..

Bazan da; servetin, şöhretin, kuvvetin ve hiçbir devletin veremeyeceği şekilde bahtiyâr eder.. Ona müptelâ iken verdiği ızdıraba tahammül edemezsiniz.. Kurtulduktan sonra da, ondan mahrum kaldığınıza yanarsınız!..

İkimiz de susmuştuk... Fakat ben tekrarlamaktan kendimi alamadım:

- "Ey aşk sen nelere kaadirsin!.."



22 Ağustos 2001
Çarşamba
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED