T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Keşke şiirler bu kadar özgür, insan bu kadar zalim olmasaydı

45 yıllık ömrümün büyük bir bölümü barış ve özgürlük umutlarıyla geçti. Kendimi bildim bileli, dünyanın efendileri yani insan öldürme konusunda önemli maharetleri bulunan "süper amcalar", krallar, bilumum ölüm şekilleri konusunda "derin" ihtisas sahibi eli kanlı diktatörler durmadan konferanslar düzenlediler, insan hayatı üzerine anlaşmalar yaptılar ve geometrik haritalar çizerek dünyayı paylaştılar.

Ve de her seferinde, bütün bunları barış için, özgürlük için, demokrasi için yaptılar. Bütün savaşlardan, anlaşmalardan zaferle çıktı. Onlar, kaybettikleri zaman da kazandılar.

Ve her seferinde, onlar kazandıkça barış ve özgürlük kaybetti, mazlumların payına ise sadece "kan" düştü...

"Sonsuz özgürlükler", "küresel yalanlar" adına çıkılan bütün savaşlarda hep özgürlük kaybetti. Çünkü, tarih yüzyıllar boyu nefretten barış ve özgürlük çıktığına hiç tanıklık etmedi. Nefret büyüdükçe sevgi azaldı, insanlar haklarını ve özgürlüklerini biraz daha kaybettiler.

Nitekim, 11 Eylül sonrasında başlayan yeni "küresel nefret" dönemi, bütün dünya insanlarının daha az demokrasi, daha az özgürlükle yetinmek zorunda olduklarını çok trajik bir şekilde ortaya koydu.

Örneğin, yıllarca demokrasi ve hoşgörü efsanesinin merkezi olarak beynimize kazınan Amerika'da artık bundan böyle demokrasinin değil, "nefret"in kuralları geçerli olacak. Keza, demokratik kriterlerin mucidi olmakla övünen Avrupa'da da, demokratik kriterler değil, "global 28 Şubat" kuralları geçerli olacak. Sizin anlayacağınız "insan" kaybetti, demokrasiye elveda... Yaşasın nefret!..

Eğer bir gün bunca nefretin içinde kendinizle buluştuğunuzda, saçlarınıza keskin bir sızı gibi değen bu acılı zamanın kordan ellerini hissederseniz, güneş doğmadan bütün acılarınıza veda edin, ve bir bayram günü ünlü şair Sezai Karakoç'un Monna Rosa'sı ile yeni bir hayata el sallayın.

/Yağmurlardan sonra büyürmüş başak, / Meyveler sabırla olgunlaşırmış. / Bir gün gözlerimin ta içine bak: /Anlarsın ölüler niçin yaşarmış, /Yağmurdan sonra büyürmüş başak./

İşte o zaman belki de kızıl bir akşamüstü, zaman sizi terkettiğinde şiirlerin ne kadar özgür, insanlarınsa ne kadar zalim olduğunu göreceksiniz. Sezai Karakoç'un deyimiyle, yaşadığımız hayatta çoğu zaman payımıza azap düşse de, belki de zamanın "saklı bahçeleri"nin köşelerinde her zaman bizi bekleyen bir bülbül vardır.

/Aşk kadar nazlı saat kadar gerçek/ Bir bülbül bakıyor bana doğru/ Boş oda kadar tedirgin tehlike kadar güzel/ Bir bülbül içimde sedefle kaplanıyor/ Payıma korkarım eşsiz bir azap düşecek/

Hayat denen bu muhteşem maceranın farkında olmayanların, o macerayla mücadele edecek bir güce sahip olmaları ne yazık ki mümkün değildir. Böyle zamanlarda, insanlar genellikle kendi hayatlarının da, modern diktatörlerin de sessiz seyircisi olurlar.

Keşke, gerçekten hayatın bize ait olan "gizli yüreği"ndeki özgürlükleri, aşkların içindeki bereketli ırmakları, İsrail kurşunlarıyla solan karanfillerine yanan annelerin acısını paylaşmayı, bize dayatılan anlamsızlıklara başkaldırmayı, aynalarda kendimize gülümsemeyi becerebilseydik.


17 Aralık 2001
Pazartesi
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED