T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Konsolidasyon

Bütçenin personel maaşı ile borç ve faiz ödemelerine bile yetmez hale geldiğini, faiz fazlası peşinde koşulduğunu hemen her gün yetkili ağızlardan ve medyadan işiterek öğreniyoruz. Uzunca bir zamandan beri maliye idaresi, "yüksek fazile borçlanma, alınan para ile –üretim ve zorunlu devlet hizmetleri yatırımı yerine– onu faiz, ana para ve maaş ödemelerine harcama, sonra yeniden daha yüksek faizle rantiyelerden borç alma" şeklinde yapılıyor. Dış borçlanmalarda da "alınanın, kamu yararı bakımından en faydalı ve verimli bir şekilde sarfedilmesi" yerine bir mânada çarçur edilmesine ve giderek dış borç yükünün büyümesine şahit oluyoruz. Bir Allah'ın kulunun çıkıp da bu iç ve dış borçların ne zaman ve nasıl ödeneceğini, zamanında ve makul şekillerde ödenmediği takdirde ülkemizi nelerin beklediğini açık, seçik, samimi bir şekilde anlattığını ben duymadım.

Genç bir iş adamı ile yapılmış bir röportajda, zaman zaman dile getirilen "konsolidasyon" meselesine temas edildiğini gördüm. İş adamı şöyle diyordu: "Konsolidasyonun 'k'sını bile ağzınıza almayın. Bir kere konsolidasyon haksızlıktır. Bir alacaklınıza 'sana ödemiyorum' diyorsunuz..."

Bu iş adamımız da konsolidasyona gidilmediği takdirde borcun nasıl ve ne zaman ödenebileceği, devletin daha doğrusu milletin bu faiz sarmalından nasıl kurtulacağı konusunda bir şey söylemiyor. Konsolidasyona asla gidilmemesi gerektiğini söylerken de "bunun; yani alacaklıya borcu ödememenin haksızlık olduğunu" söylüyor, devletin bazı vatandaşlarına borcunu, fertlerin veya şirketlerin birbirlerine olan borçlarına benzetiyor. İşte benim bazı çekincelerim bu iki nokta ile alakalı olacaktır.

Devletin ihtiyacı ve borcunu fertlerinkine kıyas etmek doğru değildir. Devlet, zorunlu hizmetlerini ifa için istimlak yapar, vergi alır, askere alır.. ama bunları fertler başkalarına yapamazlar.

Hem fertler hem de fert ile devlet arasında faizle borç alma ve verme –İslam'a göre– caiz değildir. Böyle borç alındığında borçlunun ödeme ile yükümlü olduğu meblağ faiz değil, borcun aslıdır. (Buna enflasyon farkı dahil edilir.)

Vergi, geçimden aciz asgarî ücretliden ve vasıtalı olanı göz önüne alınırsa, zorunlu ihtiyaçlarını satın alan fakir fukaradan bile alınmakta, böyle toplanmaktadır. Devlete, tahvil alarak borç verenler ise yoksullar, muhtaçlar değil, borç verecek kadar fazlası olanlardır. Bunlara toplanan vergiden faiz verildiğinde yoksuldan zengine servet aktarılmakta, fazlası olanlar daha fazlayı elde ederken yoksullar daha da yoksullaşmaktadırlar. Devletin vazifesi bu değildir, tam aksine adil dağılımı, sosyal adaleti sağlamak, zorunlu hizmetleri fazlası olanlardan vergi vb. alarak yerine getirmektir.

Bütün dinlerde ve sistemlerde "zaruret", yani çaresizliğe, dara düşmek, bazı kuralların devreye girmesi için yeterli sebeptir. Normal şartlarda devlet fertlere borcunu öder. Olağanüstü durumlarda ise erteler, başka bir değerle karşılar, vergi koyarak takas eder... Vaktiyle MEYAK kuruldu, memurlardan milyarlarca lira toplandı, sonra vazgeçildi, toplanan paralar pul olduktan sonra ödendi. Zorunlu tasarruf kesintileri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Memurun alın teri, göz nuru ile elde ettiği alacağına –çaremiz, imkânımız yok denerek– bunlar yapılıyor da faizle alacağı şişmiş rantiyelere sıra gelince "k"sını bile ağzımıza alamıyoruz öyle mi?

Ya makul bir süre içinde devletin ve halkın menfaatine en uygun bir şekilde devletin borçlarının ödenmesinin yolu, usulü, çaresi bulunur veya zaruret kuralları devreye girer; o zaman konsolidasyon da pek ala uygulanabilir.


30 Haziran 2002
Pazar
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED