T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kim "Yahudi" düşmanı, breh breh!..

"Milliyet"in bir haberi, her yeri allak-bullak etti. Tabii ki buna "haber" denirse... Hani şu "Osmanlı'nın 700. yılında, Osmanlı'da Sosyal Yapı ve İstanbul" adlı eserden bahs ediyorum...

Neymiş efendim, "birkaç ferman ve gravür ile, çoğu Hristiyanlar ve Yahudiler aleyhine" bir esermiş...

Külliyen yalan, külliyen iftira!.. Çünkü, eserde, 58 belgede, sadece ücü "Yahudi" ve ikisi "Hristiyan"dan bahsetmekte, diğerleri, "Müslüman tebayı" ilgilendiren belgelerden oluşmaktadır.

Gürültüyü koparan ve her tarafı baskı altına alan bir "haber" için, kamuoyunu aydınlatmak, bizim görevimiz ve "ilmî ve araştırmacı kimliğimizi" tahfif ve tenzil yollu bu yayını yapan "Milliyet"in genel yayın müdürünü, tarihin iflah etmez yargısına bırakıyoruz ve şu "Yahudi düşmanlığı" kimin eseri, bir nebze üzerinde durmak istiyoruz:

Önce, 1926 yılının ikinci ayında, "İstiklal Mahkemeleri" sürerken, "Cumhuriyet"te bir haber çıkar: (18/2/26. sh: 1)

"Yahudiler'den üçyüz kişi, (Şark Yahudileri)nin İspanya'ya karşı zeval bulmaz bir muhabbetle bağlı olduklarını bildirip, arz-ı ubudiyet ettiler."

Haham Recerano Efendi, "Haberimiz yok" demesine rağmen yine "Cumhuriyet" gazetesi bunu "Yahudi Nankörlüğü" ile sayfalarında yorumlamıştır. (Cumhuriyet, 19/2/926, sh: 1)

İşte bu olayı, Galata Bankalar Caddesi'nde, 1927'de bir Yahudi kızını sevip, sonra onu öldüren bir "Türk" Osman Ragıp Bey'in ne gibi bir sona muhatab olduğunu bilmiyoruz, amma Elza'nın cenazesi üzerine bir sürü genç, kendi dillerince bağırıp çağırmıştır.

Onu da, en iyi şekilde, Avram Galanti, "Türkler ve Yahudiler" adlı eserinde cevaplandırmaktadır. (İstanbul Tan Matbaası/1947, sh: 4-5)

Bunu da geçelim, ve size, bir ibret vesikası ile "Yeni Asır"ın yani bugünkü "Sabah"ın fikir ve para babalarının babası tarafından kurulup İzmir'de yayınına devam eden gazetede, "Türkçe konuş" konusunda yapılan telkinleri anlamak için Behzat Arif'in "Museviler ve Türkçe" başlığı ile yazdığı "makale"ye bakmak kafidir:

"Bu mesele hakkında söylenecek sözlerin hemen hepsi söylenmiştir. En ılımlısından en aşırısına kadar her türlü dil kullanılmıştır. Museviler'in hissiyatına, muhakemesine ve menfaatine hitap edilmiştir. Böyle olduğu halde biz yine bundan bahse mecbur oluyoruz. Zira yazılan ve söylenenlerin, maalesef, hiçbir tesiri olmamıştır. (...)

"Türkçe konuşunuz!" dediğimiz zaman ileri gelen bazı Museviler bize şu cevabı veriyorlardı:

"-Evet, Türkçe konuşmak isteriz, fakat bu bir günlük bir iş değildir. Türkçe'yi öğrenmek lâzımdır. Cebr ve zorla olmaz. Bizi serbest bırakınız. Bizim hüsnü-niyetimize itimat ediniz. Türkçe konuşmak bizim menfaatimizedir... lh." Sonra bilinen olaylar çıktı. Museviler'in İstanbul'da cenaze alayındaki nümayişleri umumî bir iğbirarla karşılandı. Gazetelerimizin şiddetli neşriyatı günlerce ve haftalarca Museviler'i ikaza çalıştı. Museviler 'İspanyolca'larının sesini biraz kıstılar. Fakat Türkçe'yi konuşmadılar.

Nümayişçilerin muhakemesi oldu. Hissiyata değil, kanuna tâbi olan mahkememiz Museviler hakkında adaletli, adeta müsamahakâr davrandı. Nümayişçiler beraat ettiler. Museviler de gördüler ki kendilerine karşı hükümet yönünden bir tazyik ne mevcuttur, ve ne de mevcut olabilir. Bu çok yüksek adalete Türkçe konuşarak mukabele edebilirlerdi. Bunu yapmadılar. Daha ne bekliyorlardı? Bilmiyoruz, fakat yine Türkçe konuşmadılar.

Edirne hadisesi oldu. Hükümet, Museviler'e karşı millî asabiyetleri galeyana gelen Türk gençlerini değil, Museviler'i himaye etti. Birincilerini mahkemeye verdi. Museviler'i gerçek vatandaşlar gibi telakki etmek büyüklüğünü gösterdi. Seyahatlerine konan tehditleri kaldırdı. Memleket içinde serbestçe dolaşmalarını kabul etti. Bu sayede Museviler en mühim ticarî işleri ellerinde tutuyorlar. Türkiye'de, Türk'ten çok fazla para kazanıyorlar. Bizim tarafımızdan gösterilen bu kadar iyiliğe, bu kadar semahata nasıl karşılık vermeleri lâzım geldiğini düşünmüyorlar mı? Kim bilir? Ancak hâlâ Türkçe konuşmuyorlar!..

"Cebr ve zorla olmaz" diyorlardı. (...)

Bu konuya tekrar dönmemizi zarurî kılan sebeb vapurda, tramvayda artık kayıtsız bir İspanyolca curcunasıyla karşılaşmakta olmamızdır. Türkçe bildiklerine kani olduğumuz Musevî gençleri görüyoruz. Bir dakika evvel bir Türkle selis Türkçe konuşurken bir dakika sonra kendi aralarında İspanyolca'ya dalıyorlar, Türkçe öğrenmek ve Türkçe konuşmak azmi bu olamaz. Buna, aksine, Türkçe'den kaçmak, Türkçe'yi istememek derler. Türkçe'yi istemeyen bir vatandaşın iyi bir Türk olabileceğini ise kimse aklına getiremez. (...)

Museviler'in, Türkçeyi ana dili olarak kullanmayı ahd edecek cemiyetlerini bekliyoruz. Vatandaşlık hukukunun rahat rahat para kazanmaktan ibaret olmadığını Musevî vatandaşlarımız daha his etmiyorlar mı? His ediyorlarsa böyle cemiyetler yapsınlar, his ediyorlarsa Türkçe konuşsunlar. Türkçe'yi az biliyorlarsa, güzel bilmek için hiç bilmiyorlarsa öğrenmek için konuşsunlar. Zorla olamayacağını söylüyorlardı. Kendi iradeleri olabileceğini görelim." (Yeni Asır (İzmir'de), 22 Haziran, 1928, sene: 33, sayı: 9568, sh: 1).

Tuncay Özkan, bir daha bu konulara girip, etrafı bunalım ve vehme sürükleyen yorum ve haberlerle "Milliyet"te yer verirken, bir de Eli Şaul'un anılarını içeren "Balat'tan Bat-Yam'a" adlı eserini, gözardı etmesin! Size bu kitaptan birkaç anektod:

"Kışlada ve orduda cinsi münasebet ve fuhuş" başlığından:

"Şark'ta gördüğüm bütün kazaların, istisnasız hiç birinde bir umumhaneye rastlamadım." (sh: 119, İletişim/2000). Özellikle de 119. sayfadaki "Gayrimüslimler amele taburlarını teşkil ederler" konusunu... O zaman görsünler kim Yahudi düşmanı!..


www.sadikalbayrak.com

5 Mayıs 2002
Pazar
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED