T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i
Bilgisayar'da fiyatları indirdik

Y A Z A R L A R
"Türkiye için seve seve..."

"Türkiye için seve seve..." bir kampanya. Bir çok alanda dibe vurmuşluktan kurtulmak için herkesi kendi gücü ölçüsünde katkıda bulunmaya çağıran bir kampanya.

Böyle bir kampanyanın en çok yankı bulacağı ülkelerden birisi Türkiye'dir, dense yanlış olmaz. Çünkü bu ülke insanı, vatan deyince gerçekten varını yoğunu seferber edecek bir adanış duygusuna sahiptir. Can isteyin canını versin.

Versin ama, gene ifade etmeliyiz ki insanları fedakârlığa çağıran bu tür kampanyalar, duygu zenginliği ile yürüyebilir ve bu zenginlik de ancak duygu zemini sağlıklı korunabildiği ölçüde var olabilir. Buradan çıkan diğer sonuç da şudur ki, bir toplumda yoğun duygu yaralanmaları varsa böyle kampanyaları başarılı kılmak hadi mümkün değildir, demeyelim ama fevkalade zordur.

Türkiye'de böyle bir kampanya için belki de en elverişli ortam Din'in en çok toplumsallaştığı, insanın en çok diğergâm duygularla dolduğu Ramazan iklimidir. Çünkü Ramazan, Din'den yola çıkıp toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz eden bir duygu bütünleşmesinin vasatıdır.

Hep yazıyorum, Türkiye sancılı bir ülke.

İnsanların derin duygu kırılmaları yaşadığı bir ülke.

Sizin bir kalemde gündemden düşürdüğünüz başörtüsü olayı bütün bir toplumun yüreğinde kalıcı kırılmalar meydana getiriyor. "Türkiye için seve seve..." dağ başındaki bir köyün sağlık ocağında doktorluk yapabilecek, okullarında birincilikler almış, genç bayan tıb öğrencileri, sırf başörtüleri sebebiyle okullarından atıldılar, şimdi bir kısmı dünyanın başka ülkelerinde tıp tahsili yapmak için çırpınıyorlar, yarın diplomalarını alıp gene buraya gelecekler ve "seve seve..." vatan hizmetine koşacaklar... Biz onlara "Gelin, tam da sizi bekliyorduk, memleketin sizin hizmetinize ihtiyacı var..." diyecek bir yürek genişliğine sahip miyiz? Hemşireler, öğretmenler sırf başörtüleri sebebiyle işlerinden atıldılar... Vatan hizmetine adanmış nice insan, sırf eşlerinin başörtüsü sebebiyle işlerinden atıldı... Hadi bunlara "Kan içtiniz kızıl şerbeti yudumladık" sayın ve hizmete koşun desek, biz içimizdeki barikatları kaldırdık mı? Onlar "seve seve" koşsalar, bizim kapılarımız hizmet için açık mı? "Topyekün savaş" konseptlerini bir kenara bıraktık mı? İnsanlardan beklediğimiz onların topyekün savaş karşısında boyun eğdiklerini kabul etmeleri mi, yoksa bu ülkenin onurlu, eşit insanları olarak ülkeye katkıları mı?

Orada İlâhiyatlı öğrenciler var. (Belki 12 ilde...) Kapıda bekliyorlar. Kimileri yağmurun altında... Bunlar bu ülkenin çocukları. Onlara "Hadi yavrum, sizleri yağmur altında epeyce ıslattık... Artık seve seve memlekete hizmet edin" diyecek yüzümüz var mı? Asya'ya, Balkanlar'a, Kafkasya'ya, hatta tüm İslâm coğrafyasına "Türkiye üslûbunda İslâm"ı anlatalım, ihraç edelim diyoruz. Kim taşıyacak bu misyonu? Bu çocuklar değilse kim? Bedri Baykam mı, Emin Çölaşan mı? Duyguları üzerinden duygusuz baskılar geçmiş insanlar kendilerini hangi iç enerji ile motive edecekler, öncelikle bunun cevabı bulunmalı değil mi?

İçimizde sermayenin renk farklılıkları yaşıyor mu, içimizde siyasî alan hâlâ "akreditasyon" sancısı taşıyor mu, içimizde hâlâ hukukta siyasallaşma ve çifte standart sendromları var mı, içimizde hâlâ, konseptimizle uyuşmayanın kafasını bir biçimde kopartırız öfkesi yaşıyor mu? Ya da yaşamıyor mu? "Seve seve..." bir sevgi iklimi gerektirir? Üzerimizi örten çatı bu toplumun tüm fertlerini kuşatacak bir sevgi potansiyeline sahip mi?

Ben, 15 yıl süren ve "düşük yoğunluklu savaş" diye nitelenen gerilimden sonra Doğu-Güneydoğu'da bir duygu inşası noktasında herhangi bir adım atılmadığını düşünüyorum. Orada meselenin "kuvvet kullanarak isyanı bastırmak"tan ibaret olmadığını, bizzat operasyonu yürütenler ifade ediyor. Bir duygu inşası... "Türkiye için seve seve..." bir coşku arıyorsa, o coşkuya denk düşecek bir duygu inşası... Geride "yenilmiş insanlar" bırakmak değil, vatanın ayağa kalkma heyecanına katılan insanlara ulaşmak... İstenen bu ise, buna ulaşılmış değil.

İlginç bir şey, ekonomik bunalım, bu ülkenin işçi ve işverenlerini, geniş anlamda sivil toplum kuruluşlarını bugüne kadar hiç olmadığı biçimde duygu ve beklenti olarak birbirine yaklaştırmıştır. Ve ilginç bir şey, siyaset alanı toplumla duygu bağını önemli ölçüde yaralamış bulunuyor. Siyaset alanı, özellikle de iktidar kadroları ne yazık ki hiçbir alanda topluma bir kampanya heyecanı taşıyacak kapasiteye sahip bulunmuyor.

İlginç bir şey daha var ki, sivil alan, en azından birbiriyle konuşabilecek, uzlaşma zemini geliştirecek, sonuçta ortak sevgiler üretecek bir performans sergileyebileceğinin ipuçlarını veriyor. Depremde böyleydi bu, bugün ekonomik dibe vuruşta da böyle. İnsanların hele bugün, Ramazan ikliminde, birbirini anlamak, acıları paylaşmak ve olabildiğince düşeni ayağa kaldırmak noktasındaki gayretleri, ancak derinden akan bir sevgi damarı ile izah edilebilir. Siyaset ne yazık ki burada da toplumla bir duygu iletişimi içinde değil. Oysa toplumun coşkusunu ülkenin ayağa kalkma cehdine kanalize edecek olan müessese siyasettir. Eğer ortada Şenol Güneş'le 11 dev adam olmasa, stadlardaki millî coşku hiçbir zaman zafer üretmeyecek. Stadda coşku uyandırmak, evet, ama sonra o coşkuyu cephedeki adam için motivasyon haline getirecek bir önderlik... Türkiye'de toplumsal planda yaşanan şeyler, coşku üretiminin önünde ciddi bir engel oluşturuyor, bir, coşku olsa bile onu kinetik enerjiye dönüştürecek liderlerden yoksunuz iki... Bu iki alanda iyileşme olmadan atılacak sloganların toplumda yankı bulması mümkün değildir.


17 Kasım 2001
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED