T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i
Bilgisayar'da fiyatları indirdik

Y A Z A R L A R
"Allah sizleri dertsiz bırakmasın!"

Meşhûr bir kıssadır; dervişin biri diğerine sormuş: "Ne yapıyorsunuz, günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?" diye; öteki de cevap vermiş: "Ne yapalım, bulduğumuzda yiyoruz, bulamazsak sabrediyoruz." Bunun üzerine soruyu soran demiş ki: "Bunu bizim Horasan'ın köpekleri de yapıyor!"

Bu defa diğeri sormuş: "Peki siz ne yapıyorsunuz!"

Horasan dervişi fevkalâde ârifâne bir cevap vermiş: "Biz bulursak dağıtıyoruz; bulamazsak şükrediyoruz!"

Sanırım, bizim medeniyetimizden gayrı muhatablarına (hele hele 'dost' bildiklerine), "Allah sizleri dertsiz bırakmasın" diye dua edebilecek şefkatte güzîde insanların yetiştiği başka bir medeniyet, başka bir toplum çıkmamıştır bu yeryüzünde.

Laf olsun diye söylenmezdi bu söz... Amiyâne tabirle "kelime oyunu" filan yapmak niyeti de yoktu bu duayı yapmayı âdet edinmiş insanların. Gayet ciddi ciddi söylerler ve Hak'kın kimseyi dertsiz bırakmasını istemezlerdi; yürekleri insanların dertsizlik beliyyesine düçâr olmalarına tahammül edemez; Hz. İnsan'a şefkat ve muhabbetlerinden ötürü insanoğlunun dertsiz kalmasına razı olmazlardı.

Sanılmasın ki bu söz, güç ulaşılabilir birtakım kitaplarda kayıtlıdır sadece... Kitaplarda değil, bilakis yakın zamana kadar (!) halkın, halkımızın dilinde de dolaşırdı bu söz. Mânâsı bilinmeksizin uluorta kullanılmaz; büyüklerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz birbirleri için bu duayı bile isteye yaparlardı.

Bir gazete yazısının kaldırabileceği bir yük olmamakla birlikte ve belki biraz da saded haricine çıkmak tehlikesine rağmen, Ramazan'ın hatırına bu konuda bir iki husûsa işaret etmek isterim:

Bilmek, hayretle başlar; yani insan hayret etmedikçe bilemez; bilgisi hayretinin miktar ve keyfiyetine bağlıdır. Bilmek için şaşırmak, şaşkınlık nimetinden yararlanmak lâzımdır kısaca. Çünkü insanoğlu bildiği şeyler karşısında değil, bilmediği şeyler karşısında şaşırır. Şaşırmak ise farketmektir. Şaşırdığınız takdirde ancak, farketmiş olursunuz. Hayret (kabaca: şaşırmak veya farketmek) bu nedenle bilginin ilk adımı sayılır. Ehl-i Hayret olmadığı halde "ehl-i ilim ve marifet" olanına kim rastlamıştır bu dünyada?

Hayret'in mücerred 'şaşkınlık' (taaccüb) olmadığına bu vesileyle işaret etmeliyim. Çünkü taaccübün ya da tabir-i diğerle şaşkınlığın insanoğlunda ya korku ya da gülme hissi uyandırdığı, sözgelimi insanın bilmediği şey karşısındaki taaccübünün hemen hemen o an içerisindeki idrakinin seviyesine bağlı olarak kendisinin gülmesine veya korkmasına neden olduğu/olabileceği bilinir. Yine hayret'inin mahiyetine bağlı olarak, insan, bu defa kendisiyle karşı karşıya geldiği nesne ya da olguyu merak eder, onun ne olduğunu öğrenmek ister; en nihayet böylelikle nasibi derecesinde elde edeceği bilginin kendine özgü sahasına adımını atmış olur.

Peki hayret'in evvelinde ne vardır?

Hayret'in evvelinde seyr (görmek), seyrin evvelinde de devr (gezmek) vardır. Çünkü devretmeden (fikren gezip dolaşmadan, daha açıkçası mânen âlemi temaşaya çıkmadan); insan seyredemez, etrafını göremez. Bu bakımdan bilhassa tasavvuf edebiyatımızda, "Devran olalım, seyran olalım, hayran olalım" meâlinde binlerce mısra yazılmış, hayret için devr u seyrin önemine dikkat çekilmiştir. Herşey hayret içindir, hayran olmak içindir. Çünkü bilmek için hayret etmek, hayran olmak lüzûm, hatta mecburiyeti vardır.

İşte dert ve ızdırabın önemi de buradadır. Dertsiz/gamsız insan, gaflet içinde demektir; zihnen hareketsizdir ve bu nedenle hayran olmak şansını yitirmiştir. Izdırab, bir nevi titremek, için için sallanmak, hareket etmek demek olduğuna göre, nefsin ızdırabı da onun hareketidir. Nasıl ki eskiden hareket'ul-arz tabiri 'deprem' karşılığında kullanılıyorsa, nefsin hareketi için de ızdırap kelimesi kullanılır, daha doğrusu bu kelime bu mânâda istimal edilirdi.

"Allah kimseyi dertsiz bırakmasın!" sözü, dert ve ızdırabtan yoksun kalıp gaflete düçar olan nefsin devran olmasını temenni etmektir. (Çünkü hareketin en mükemmeli dairevî olanıdır. Kişi başladığı yere dönmeyi başarabileceği bir yola çıkmalı.) Devran olan nefis, ihtimal ki sadece hareket etmekle kalmaz, etrafını temaşa da eder. İşte hayret bu temaşının, ilim de bu hayret'in mahsûlü olacak ve böylelikle insan bilmediğini bilebilmek (marifet) imkânına kavuşacaktır.

Şehr-i Ramazan'ın asıl ehemmiyyeti de buradadır. Bu mübarek ayın müslümanları derd u ızdırap içinde ziyaret etmesi karşısında mahzûn olmayıp sevinmek icab eder.

Hâsılı, Allah hiçbirimizi dertsiz bırakmasın!

Bir bilseniz, şimdi bizlerin bu duaya ne kadar da ihtiyacımız var!?!


17 Kasım 2001
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED