T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sizi kim savunu(yo)r?

Kendini 28 Şubatın muhatabı ve mağduru olarak gören siyasal çevrelerde bu sürecin en belirgin etkisi kendi değer yargılarına olan itimatlarının kaybolması şeklinde özetlenebilir. Yenilgi duygusunun harekete geçirdiği geçmişi sorgulama süreci öz eleştiriye ve içeriği doldurulmamış sloganlara muhteva kazandırmaya iteceği yerde, değer yargılarından şüphe etmeyi beraberinde getirdiği şimdilerde daha iyi görülüyor.

Her şeyi sığ siyasala indirgeyen kolaycı tutum sahibi siyaset ve medya erbabı postmodern darbenin etkilerini en ucuz yoldan atlatabilmek, dahası kendilerini savunabilmeleri için ithal kavramlara sığındılar. Zamanla içselleştirilen fakat içeriğinden habersiz kalınan bu kavramların gölgesinde belaları def edebileceklerini düşündüler. Bu stratejinin sonucunda kendilerini meşrulaştırmak için konjöktürel ortaklıklara gitmek gibi bir kurnazlığı keşfetmekte gecikmediler: siyasal ve medyatik avukatlara ihtiyaç duyuldu. Müslüman-cı-lık avukatlığını üstlenen bu nev zuhur, gerçekte dinozor zevat bu ihaleye balıklama atladılar: hatta zamanla kendilerini avukatlığını yaptıkları davanın sahibi görmekte tereddüt etmediler.

Kendi davalarını bu avukatlara emanet edenler de durumdan hiç de rahatsız görünmüyorlardı doğrusu. Kendi yapıp dillendiremediği muhalefeti bu nev zuhur zevat yürütüyor hem de sistem karşısında meşruluk görüntüsü kotarılmış oluyorlardı. Zaman zaman kullandıkları dil ve geliştirdikleri argümanlar rahatsızlık verse de bunu katlanılması gereken bir zaruret olarak görüp sineye çekmeyi tercih ettiler.

Doğrularından şüpheye düşenler kendileri adına kavgalarını ihale ettikleri zevatın argümanlarını ve geliştirdiği kavramsal çerçeveyi, dahası sundukları yeni değer yargılarını gözü kapalı benimsemekte fazla tereddüt etmediler. Ya da dönüştürülmekte olduklarını fark etmediler bile.

Bu yeni siyaset avukatlarının savunma taktikleri hayli ilginçti doğrusu. Müslüman-cı-lık yapar görünerek onlar üzerinden yeni bir siyaset geliştirerek dönüştürmeyi, eklemlemeyi, yaşama hakkı karşılığında tüm değerlerinden vazgeçmeyi: bir tür rahip karşısında tövbe ettirmeyi başarıyla yürüttüler. İnancından, tutumundan dolayı horlananları, mağdur edilenleri, siyasetten el çektirilenleri ateşli bir şekilde savundular. Savunma iki temel üzerine kuruluydu. Savunurken onlara yeni bir kimlik benimsetmek, bu kimlik üzerinden muhalif mağduriyeti (merkez nezdinde) meşrulaştırmak, savunmak; diğer taraftan müvekkilinin üzerinden kendi davasının kavgasını yürütmek.

Biraz açalım. Bir tür "Jan Dark"lığa soyunarak, herkesin sus-pus olduğu dönemde cesur çıkışlarla muhalefet yürütüldü. Muhalefetin şiddeti muhalefetin muhtevasını ikinci plana atmıştı. Böylece, konjöktürel söylem içselleştirilmeye başlanmış oldu. Bu avukatlar, iki tarafa çalışan ajanlar gibi (double agent) hem mağduru savunuyor, hem de savunurken değerlerinin içini boşaltıyor; uğrunda mağdur olunan kutsalı, değerleri, adına dava denilen ne varsa tümünü iğdiş etme, iğfal etme operasyonunu başarıyla yürütüyorlardı. Şövalyeliğe soyundukları mağdura yeni bir kimlik giydiriyor, ve (aslında kendini inkar demek olan) bu kimliği benimsemenizi, içselleştirmenizi dikte ediyor; bu şartla savunmanızı yapacağını da açıkca söylüyorlardı. Yani kendi safına çekerek, kendisine benzeterek, kendi kavgalarını "mağdur" üzerinden veriyorlardı aslında.

Yürütülen muhalefetin şiddeti, bunaltıcı baskı karşısında bir çıkış, kurtuluş yolu arayanların kavramlarının içeriksizleştirildiğini, daha doğrusu davalarının dönüştürüldüğünü fark ettirmedi bile. İçeriksizleşme değerlerinden şüpheyi getirmişti; artık dönüşebilirlerdi.

Müslüman-cı-lık savunmasının ihalesini alanların kazancı çok daha fazla idi kuşkusuz. İlkin çıkar ilişkilerinden dolayı dışlandıkları "çevreler" ve taraflara karşı basamak yapabilecekleri bir taban bulmuşlardı. Kirlenmiş ilişkilerinin kavgasını masum taleplerin, kutsal davaların üstünde yürütmüş merkezde tükenen itibarlarını, konumlarını kitleler nezdinde yeniden kazanmışlardı. 28 Şubatın mağdurlarını alternatif olmaktan (bunu kimileri tehlike olmak şeklinde okur) çıkarırken, onların sahip olduğu meşruiyet serveti üzerinden kendilerinin pazarlık gücünü artırmayı denemek. İkinci strateji, Türkiye'de merkez-çevre ilişkisinin hiç de yeni olmayan yeni versiyonundan ibaretti aslında: aynı dünyanın insanları olmaları hasebiyle hesaplaşma bittikten sonra geri dönecekleri "dünyaları" adına; savundukları davalıyı (aslında muhaliflerini) sürüngenleştirecek, muhtevadan yoksun bırakacak dönüşümü de gerçekleştirmiş olacaklardı.

Geri dönüp bakıldığında meşhur sürecin varsa eğer bir başarısı, buralarda yani herkesin kendisinde araması gerekir.

Bu oyunu bozacak olan ikbal hırsından uzak, kutsalın, özgürlüğün, onuruyla ayakta durmanın anlamını ve değerini kavramış kitlelerin duyarlılığıdır. Bu duyarlılığa yaslanan birikimdir.


15 Mart 2001
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED