T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ankara'da Zapatista olamamak...

İsmi üzerinde odaklanmış umutlarla bir haftadır beklenen "ekonominin başkomutanı" Kemal Derviş, Pazar gecesi uzun bir yoldan, Amerika'dan gelmiş, başkente girmişti. Kendisini kalabalık bir gazeteciler topluluğu karşıladı. Aynı dakikalarda, saat farkı nedeniyle aynı dakikalarda, çok uzaklarda Meksika'nın başkentindeki tarihi Zocalo Meydanı'na da, yanında 23 Zapatista komutanı, başlarında kısa harfleriyle EZLN'nin yani Zapatista gerillalarının lideri Subcommandante Marcos girdi. Meydanı dolduran coşkun 100 bin kişinin tezahüratının uğultusu arasında.

Subcommandante Marcos'la birlikte Zocalo Meydanı'na girenler arasında uluslar arası camiadaki sempatizanları da vardı. Bizim basın sadece Danielle Mitterrand'dan söz etti ama Nobel edebiyat ödülü sahibi yazar Jose Saramago, rejisör Oliver Stone, aktör Robert Redford da onunla birlikteydi. 1914'te Meksika Devrimi'nin liderlerinden, efsanevi isyancı Emiliano Zapata'nın geldiği yoldan, Guatemala sınırındaki Chiapas eyaletinden çıkıp, başkente kadar 3000 kilometre katederek gelmişti.

Geldi ve kendisini bekleyen 100 bin kişinin karşısına çıktı: "İşte buradayız" dedi. "Biz, bu ülkenin unutulmuş yüreğiyiz ve biz, isyanın onurunu temsil ediyoruz." Her zamanki gibi başında sadece gözlerini açık bırakan bir kar maskesi, onun tepesinde rengi kaçmış bir kep ve kar maskesinin açık bırakılmış ağız yerinden çıkan kocaman bir pipo. Bir elinde eski model bir makinalı tüfek, diğerinde uydu telefon. O, çağdaş dünyanın, herhalde Yasir Arafat'tan sonra gördüğü en medyatik, en karizmatik ve en gizemli kişilik. Mexico City'ye "barışçı yürüyüşü"yle girerek, Cumhurbaşkanı Fox ile "tarihi barışma"yı gerçekleştirmeyi amaçlıyor.

Bu kez talihim beni terketti. Son çeyrek yüzyılda, kah şans, kah önsezi, kah bilinçli tercihle, tarihin ilginç anlarında tam yerinde bulunabilmiştim. Berlin Duvarı yıkıldığında Doğu Berlin'de, Sovyetler Birliği'nin çöküşünü getiren darbede Moskova'da, İsrail Mısır'ı boşaltırken Sina'da, Lübnan işgalinde Beyrut'ta vs. Şunun şurasında birkaç ay önce, tam o Zocalo Meydanı'nda, meydanı ve orta yerindeki dev Meksika bayrağının tam karşısındaki bir otel odasında, tarihi Katedral'i, Başkanlık Sarayı'nı ve Cortes'in "conquistadores" ile birlikte Aztek başkentinde ilk yerleştiği binanın yanıbaşındaydım. Vicente Fox, üç çeyrek yüzyıldır süren tek parti iktidarını sona erdirerek henüz Cumhurbaşkanı seçilmişti. Subcommandente Marcos ve Zapatista komutanlarının Zocalo'ya o "tarihi giriş" anını görebilmek için neler vermezdim...

Türkiye ile Meksika arasında, binlerce kilometrelik uzaklığa rağmen, çok ortak yanlar ve yönler var. Samuel Huntington, o ünlü "medeniyetler çatışması" tezinde "kimlik bölünmesine uğramış üç ülke"den söz eder. Türkiye, Meksika ve Rusya. Octavio Paz'ın dev eseri "Yalnızlığın Labirenti"ndeki Meksikalı kişiliğinin otopsisini okurken, aklınız sık sık Türk kişiliğine gider. Meksika, NAFTA'nın Amerika ve Kanada'nın yanındaki "yoksul ve sorunlu üyesi"dir. Biraz abartmalı bir karşılaştırmayla, Türkiye-AB irtibatına benzer bir durum söz konusudur.

Zapatista ayaklanması, ülkenin "güneydoğu"sunda, Maya kökenli kızılderililerin ayaklanması olarak, Meksika'nın NAFTA'ya katıldığı 1 Ocak 1994 günü başlamıştı. Maya köylülerinin askeri açıdan, Meksika ordusu karşısında hiçbir şansları yoktu. Zaten amaçları "tanınmak" ve böylelikle yani "özgün Maya kızılderili kimlikleriyle Meksika ulusu içine dahil edilmek" idi. Subcommandente Marcos'un diliyle, Zapatista ayaklanması "unutulmaya karşı belleğin mücadelesi" idi.

Subcommandante Marcos'un akademisyen (felsefeci) kökenli olduğu sanılıyor. Zapatista hareketini. "küreselleşme süreci"ne karşı kimliği ile uluslararası boyutlardaki önemine taşıdı. Şöyle diyor:

"Berlin Duvarı'nın çöküşünden sonra, neo-liberal politikalarla yeni bir süperdevlet ortaya çıktı. Soğuk Savaş'ın -ki, bunu üçüncü dünya savaşı diye adlandırabiliriz- büyük galibi Amerika'dır, yeni bir güç onun da üzerinde belirmeye başladı ve bu, yani bir süpergüç, küresel direktifler vermeye başladı. Genel anlamında küreselleşme dediğimiz budur. Küreselleşmedeki ideal odur ki, dünya tek bir iş alanı haline gelecek ve IMF, Dünya Bankası, OECD, Dünya Ticaret Örgütü'nün üyeleri olacağı, Amerika'nın Başkanlığı'nı yapacağı bir yönetim kurulu oluşacaktır. Bu durumda, diğer ülkelerin hükümetleri, bu yönetim kurulunun temsilcileri, yerel acentaları gibi görev yapacaklardır."

(Le Monde Diplomatique, Mart 2001, Ignacio Romanet'nin yazısı)

İşte Türkiye'deki hükümetin anlamadığı, "Kemal Derviş fenomeni"nin hükümete ve tüm Türkiye'ye anlatmaya çalıştığı budur. Küreselleşme dinamiklerine ters düştükleri ve direnecek güçleri kalmadığı için yıkılıp gideceklerdir. Subcommandante Marcos ve Zapatistalar'dan farkları, küreselleşmeye direniş biçimlerinden kaynaklanıyor. Arkalarında halk yok. Onlar, bu ülkenin "unutulmuş yüreği" değiller; tersine; yolsuzluklara batmış "hatırlanmak istenmeyecek yükleri"onlar... "Halk isyanının onuru"nu değil, küreselleşmeye de sırt çevirerek, yerel rantların talanına dayalı bir çapulculuğu temsil ediyorlar.


15 Mart 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED