T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bulmaca gibi yazılar

Geçen gün, burada, "Sadettin Tantan şifreleriyle beni fıtık edecek" diye yazdım; bir okurdan "Sen de bizi yıllardır kendi şifrelerinle fıtık ediyorsun" mesajı ulaşmakta gecikmedi. Önce, tabii kendi kendime, "Yok canım" dedim, ardından tespit üzerinde biraz düşününce okura hak vermeden edemedim. Gerçekten de, şifrelerde bazen ileri gittiğim oluyor.

Akıllı okuru, gri beyin hücrelerini çalıştırmaktan hoşlananı sevdiğim bir gerçek. Bu yüzden, herkes aksini iddia etse de, sözgelimi daha düz yazan, mesajını daha doğrudan veren Fehmi Koru'nun yazıları kadar okunmadığını biliyorum Kulis'in... Çünkü Kulis daha fazla kafa yormayı gerektiriyor; oysa insanların çoğunun yorulmaya mecâli kalmadığı gibi, vakit zenginliği de yok... Şifrelerin bir bölümü, benim, "Çözsünler bakalım" diye düşünmem yüzünden...

Bazen de şifreyi muhatapları iyice zıvanadan çıkartmamak için özellikle kullanıyorum. Okurun, "Sen de bizi fıtık ediyorsun" dediği yazımdaki Gümüşsuyu ile ilişkili iki politikacı sözgelimi... İçişleri bakanının kast ettiği kişilerin onlar olduğunu düşünmediğimi yazıda belirttiğim halde, o iki politikacının adını kendi elimle sansür ettim. "Sansür ettim" deyişimin sebebi şu: Yazıyı ad vererek yazdım, ilk baskılara o iki politikacı adlı adınca girdi; gecenin bir saatinde gazeteye telefon edip o tiplerden söz eden paragrafı şifreli hale soktum... Bunu yapmamda, "Adamlar benim kendilerine ölümüne düşman olduğumu sanıyorlar, o zanları pekişmesin" düşüncesi rol oynadı...

Toplum içerisinde yaşıyorum ve hakkında yazı yazdığım kişilerle sıkça biraraya gelmem gerekiyor. Dönem çalışmalarını İstanbul'da yapan Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi'nin başkanı Lord Russell-Johnston bir grup gazeteciye geçen hafta başında İstanbul'da yemek verdi. Bakın hangi meslektaşlar vardı o yemekte: Hürriyet'ten Oktay Ekşi, Milliyet'ten Hasan Cemal ve Sami Kohen, Dünya'dan Zafer Atay, Akşam'dan İzzet Sedes, CNN-Türk'ten M. Ali Birand... Hal hatır sorduk, birbirimizle şakalaştık...

Bir bölümü haklarında sık sık yazı yazdığım meslektaşlar bunlar. Ben, "Şakalaştık" dediğimde pek çok kişi şaşırıyor; sanki ben Ekşi ile, Cemal ile veya Birand ile şakalaşamazmışım gibi... Oysa, M. Ali Birand, "Nasıl gidiyor?" soruma "Kafama takmıyorum" cevabını verince, ben "Takmadan olur mu?" dedim, Oktay Ekşi de "Sen birilerine takmadan yaşayamazsın tabii" deyiverdi. "Vallahi" dedim, "Takmadan yazmayı kabullenseydim içinizde en tuzu kuru ben olurdum..." Beraberce gülüştük... Oktay Bey'e, ertesi günkü yazımın, Taha Akyol'la sürdürdüğü 'DP dönemi tartışması' üzerine olacağı haberini de oracıkta verdim...

Bana çok batan, dolayısıyla kalemimin acıtacak biçimde çalıştığı bir yazısı üzerine tepki verirken, müsaade edin de, biraraya geldiğimizde şakalaştığımız meslektaşların adları yerine şifreler uygulayayım... Bazı politikacılar, bürokratlar ve gazetecilerle ilgili yazılarımda uyguladığım şifrelerin bir sebebi de bu işte: Sosyalliği sürdürme ihtiyacı duymam...

Bir de, kendilerine hiç yakıştıramadığım, rahatsız olunca soluğu mahkemede alanlar var... Ben zaten ip cambazı gibiyim, yazılarım olabildiğince hesaplı-kitaplı... Üstelik, bana gönderilen her açıklama ve düzeltmeye burada yer veriyorum. Öyle gelişeceğine yüzde yüz inandığım olayları bile sanki küçük bir ihtimalmiş gibi ve bunu özellikle belirterek buraya aktarıyorum. Bir kanaldan kulağıma geleni başkalarına da doğrulatıyorum. Her ileri sürdüğüm iddianın yazılı bir belgesi olmasına dikkat ediyorum... Buna rağmen, anlayamadığım sebeplerle, soluğu mahkemelerde alanlar çıkabiliyor...

Kendi vaktimi savunma hazırlayarak, mahkeme takip ederek geçirmeme mi yanayım, gazetenin avukatlarını meşgul ettiğime mi? "Benim okuyucum ferasetlidir" güvencesiyle, pimpirik tipler hakkındaki yazılarımı kodlayıp şifreleyip yazdığım da oluyor...

Şifre yüzünden, bazen çok garip, hiç ummadığım tepkiler de alıyorum... Sözgelimi, bir meslektaşın vaktiyle kullandığı 'minik kuş' ile ilgili olarak, "Şimdilerde dini duyarlığı olan bir kanalda program yapıyor" diye yazmıştım, muhtemelen hatırlamışsınızdır. Bir okurdan o yazı üzerine şu mesaj geldi: "6 Şubat 2001 tarihli 'Emin'e yeni soyadı' başlıklı yazınızda andığınız Çölaşan'la yolları ayrıldı dediğiniz 'minik kuş' İlnur Çevik mi acaba? Aydınlatırsanız sevinirim." Evet tamam, ben de suçluyum ama, herhalde bu okur biraz daha mantıklı olabilirdi...

Kimseyi fıtık etme gibi bir derdim yok benim; o içişleri bakanı Sadettin Tantan'ın tercihi... Ağzından çıkan her şifreli söz ve "Arşivlerde var" uyarısı üzerine haldır haldır arşiv karıştırıyorum. Bazen bir yerlere kaydettiğim küçük bir not, bazen satır aralarından çıkardığım bir anlam hareket noktam oluyor. Ara sıra bir bilen arayıp hatırımı sormasa doğru yolda mıyım, değil miyim, bunu bile bilemeyeceğim...

Bu durumun sadece bize özgü olduğunu sanmayınız. McCarthy döneminde muhalif yazarlar da şifre kullanırlardı ABD'de; Demirperde ülkelerinde makale okumak bulmaca çözmek keyfi verirdi okurlara... Bizde de, 'sağlıklı bilgiye ulaşma' kolaylaşıp basın özgürlüğü en geniş anlamıyla uygulanmaya başlayana kadar gerçekleri ara sıra şifreli okumak zorundasınız...

Yoksa, bulmaca çözmeyi sevmeyenlerden misiniz?


27 Mayıs 2001
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED