|
|
ironinin has ustası Bürokrasi kokulu, melon şapkalı caddeleri ve resmi gri havasını "CHP mebusu" babası ile birlikte soludu Ankara'nın; Maarif Koleji'nden deniz kokulu, martılı ve mavi atmosferiyle İstanbul'a geldi. İTÜ İnşaat Fakültesi'nde "mütayitçocukları" ile bir sıralarda beton, agrega, statik, vektör vesaire okudu; bitirdi ama ne "mütayit" oldu ne "müendis"; yapabileceği tek şeyi yaptı ve İstanbul Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi inşaat bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. (Zaten "iş hayatına" atılamayacağı daha sonra anlaşılacaktı.) Bütün bunlar "Tutunamayanlar"dan önce oldu... İçinden konuştuklarını bir gün yazdı ve TRT 1970 Roman Ödülü, Tutunamayanlar'ı dünya aleme ifşa etti. Roman, "doğal olarak" ancak iki sene sonra basılabildi. Fakat bunu "Tehlikeli Oyunlar / roman" ve "Korkuyu Beklerken / hikayeler" izledi. İTÜ'den hocası Prof. Mustafa İnan'ın (1911-1967) hayatını anlattığı "Bir Bilim Adamının Romanı"nı da bunlara ekledi. "Oyunlarla Yaşayanlar" adlı tiyatro eseri Devlet Tiyatroları'nda sahnelendi. Bunlarla yetinmedi, bu kez "Turkiye'nin Ruhu"nu yazmaya koyuldu. Tüm bunlar sadece 5 yılda olmuştu. Çünkü o "başlamazsa ancak durdurulabilirdi" ve bir kere başlamıştı. Ancak kitaplarına sinen "tutunamama" salgını insanlık için tehlikeliydi. 1977'nin 13 Aralık'ında yani 25 yıl / çeyrek asır önce bugün, insanlık bu "tehlikeli" adamdan kurtuldu. ... sanıldı... Ona tutunan çok oldu "Tutunamama" modası ülkeyi etkisine aldı. Tutunamayanlar'a tutunanlar, edebiyat çevrelerinde makam elde ettiler. Kitabı izm'lere tutundurma çabası, Batılılaşma "sorunsalı" ve modern-postmodern tartışmaları çok edebiyat eleştirmeninin santimsütun değerini arttırdı. Tutunabilenler, tutunamayanlar akımının en hızlı üyeleri oldu. Hatta bir umum müdürün Maçka parkında, kahverengi bir çınar yaprağına bakakaldığı için sabahki yönetim kurulu toplantısına birbuçuk dakika geç kaldığı sosyetede haftalarca konuşuldu; umum müdüre gıptayla bakıldı... TRT, bu kitaba ödül vermiş olmasının cılkını, onlarca programda yüzlerce saat ve binlerce dakika boyunca çıkardı. Bu sırada tutunamayanlar, foyaları meydana çıktığı için mağaralarına çekilmiş, unutulmayı; daha doğrusu hiç hatırlanmamış olmayı umarak furyanın geçmesini bekliyordu. T.Ö ve T.S hayatlar Bütün bunlar ben Tutunamayanlar'ı okumadan önce oldu. Ben, yani hayatı "Tutunamayanlarıokumadanönce" ve "Tutunamayanlarıokuduktansonra" diye ikiye ayrılabilen, içindekileri yüzüne vurmasına karşın aynı satırları defalarca okuyan, bu ve benzeri ifadeleri sonsuza kadar çoğaltabilecek durumda olan herkes... Aynı zamanda, rafta bir "vicdan" gibi duran bu kitabı hiç okumamış olmak isteyen herkes... Ama asla unutamamış olan herkes... Zaten o "hiç okunmamış olunsa ancak unutulabilirdi"... Beceriksizlik değil mi? Edebiyatçı olarak kişiliği ve eserleri üzerinde, çok şey bilen adamların / kadınların bol paranteziçili yazılarını bu hafta pekçok dergide okuyabilirsiniz. Berna Moran, "Tutunamayanlar, anlatım tekniği bakımından Türk romanında gereken ilgiyi görmemiş bir aşamadır demek yanlış olmaz sanırım" diyorsa da bunun "ikinci bir kişi tarafından daha becerilemediği" için olduğuna inananların sayısı hayli fazla. Tutunamayanlar'dan... ... Kimse, onların varlığıyla tedirgin olmayacaktır. Bir gün öldükleri zaman arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. Hayattan çıkarı olmayanların ölümden de çıkarı olmayacaktır. Herkesin mezarında güller ve menekşeler büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. Cennetteki muhallebici ve garson onlarla ilgilenmeyecektir. Ağız tadıyla bir keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır... Hayattan çıkarı olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur; gelişip yayılmaması icin gerekli her türlü tedbir alınacaktır. "Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun icin "babamı bile tanımam" diyeceksiniz. Kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!.. Sanat esnafına sert yumruk
Oğuz Atay'ın sanata bakışını Recep Bilginer'e (Şimdi ne yapıyorlar / Politika Gazetesi, 1976) söylediği şu sözlerinden anlamak mümkün: "Romanı, hikayeyi, tiyatroyu bir esnaflık olarak benimseyenler bile, son zamanlarda sanatın başına bir devrimci sıfatının getirilmesinin artık yetmeyeceğini anlamış görünüyorlar. Ama bu sadece, bir görüntü. Bu yeni akımın geçerliliğini hissettikleri için, bunu da, kimseye kaptırmamak niyetindeler galiba. 'Sanat gerekliyse onu da biz yaparız' diyorlar. 'Şimdiye kadar devrimciliği, nasıl, kimseye kaptırmamışsak, bunu da kaptırmayız.' Ama inanıyorum ki Bülent Ecevit'in dediği gibi, politikacılarımız, nasıl insanımızın gerisinde kalmaya başladıysa, onlar da geride kalacaktır. ... Halka doğruyu söyleme iddiasında olanlar, onlara güncel başarılar sağlıyacak küçük hesaplar peşinde koşarlarsa önce halkın karşısında saygınlıklarını yitirirler. Sanatçının vazgeçilmez bir tutkusu saydığım özgürlüğü, böyle küçük çeteler içinde yitirmeyi hiç anlamıyorum."
|
|
|