Yeni Safak Online...
T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
ABD'nin truva atı olarak mı AB'ye gireceğiz: Önce biz bir karar verelim

11 Eylül'den sonra şekillenen yeni uluslararası sürecin kalıcı olacağından hareketle, İslam dünyası-Avrupa ilişkilerinin geleceği hakkında nasıl bir öngörüde bulunulabilir? Amerika'nın İslam dünyasına yönelik yeni sömürge harekatından, Müslümanlar'ın siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel aydınlanmasını kontrol altına alma planlarından ve Soğuk Savaş sonrası özellikle Almanya ve Fransa'nın önderlik ettiği Avrupa Birleşik Devletleri vizyonunun Atlantiğin iki yakası arasındaki ittifaka huzursuz günler yaşattığından hareket ederek, İslam dünyası ile ilişkiler bakımından bir Avrupa-Amerika ayrışması tartışması erken mi olur?

Türkiye'nin AB'ye tam üyeliğinin bu denli gerilimli olması, AB'nin Avrupa'nın doğal sınırları içinde genişlemesini sıkıntısız sürdürürken, Türkiye'nin üyeliğinin, Türkiye için olduğu kadar, Avrupa için dönüm noktası olarak görülmesini nasıl algılamalıyız? Yaşanan süreç, hem İslam dünyası, hem Türkiye, hem Avrupa Birliği ve hem de Amerika için çok önemli bir tarihi kavşağı işaret ediyor.

ABD'nin küresel ekonomik, siyasi ve bunların garantörü olarak askeri hegemonya operasyonu, dünyanın tek "patron"u olarak tek yanlı hareketlerle bütün toplumları boyunduruk altına alma girişimi, İslam dünyasını, Rusya'yı ve Çin'i olduğu kadar Avrupa'yı da kuşatıyor. Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Güneydoğu Asya'yı Avrupa'ya kapatarak, Birleşik Avrupa projesini sabote ediyor.

Almanya ve Fransa'nın 11 Eylül sonrası ABD'ye verdikleri desteği geri çekmeleri, Irak harekatına bu denli karşı çıkmaları, "terörle mücadele" yöntemlerinden Ortadoğu politikalarına ABD'yi açıkça eleştirmeleri ve bir çok alanda rekabete girme eğilimi göstermeleri bu kuşatmayı kırma amacına yöneliktir. Irak'tan sonra Ortadoğu'nun diğer bölgelerinde, Irak-Suriye-Lübnan-Filistin hattına yönelik ABD-İngiltere-İsrail müdahalelerine Alman-Fransız dayanışması çok daha şiddetli tepki gösterecektir. Yeni üyelerle siyasal bütünlüğü için dev bir adım atmış olacak olan Avrupa, bu üyelerle siyasi ve ekonomik entegrasyonunu sağladıktan sonra büyük oranda askeri alana yönelecektir.

AB Komisyonu'nun ticaretten sorumlu temsilcisi Pascal Lamy'nin AB Kopenhag zirvesini tarihi "Yalta Konferansı'nın rövanşı" olarak nitelemesi, Avrupa bütünleşmesine projesine dışarıdan yapılan müdahalelere çok sert karşılık verilmesi, ABD'nin Türkiye için yaptığı baskılardan duyulan rahatsızlığın açıkça hissettirilmesi, ABD'nin AB içindeki sözcüsü İnglitere'nin her hareketinin Berlin ve Paris'te reaksiyon uyandırması, ABD-Avrupa ilişkileri, Türkiye'nin üyeliği konusundaki gerilimi anlama konusunda önemli göstergeler.

Fransa Sanayi Bakanı Nicole Fontaine, Jacques Chirac'tan Türkiye'nin AB üyeliği için destek isteyen Bush'un, Avrupa'nın kararına karışmaya hakkı olmadığını söyleyerek "Avrupalıların alacağı karara müdahil olmak Amerikan başkanının işi değil" dedi. AB Dönem Başkanı olan Danimarka basını, Başbakan Anders Fogh Rasmussen'in, "Bush'un talebi karşısında boyun eğmemesi"ni den gururla aktardı. AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda "Bu bir evliliktir. Eşimizi kendimiz seçmeliyiz. Amerikan tarafından Türkiye için güçlü açıklamalar duyuyoruz, ancak bu bir Avrupalı kararı olmalı. Çünkü bu bir evliliktir ve karımızı ya da kocamızı kendimiz seçmeliyiz" dedi. Bu tarz açıklamaları daha önce Fransız ve Alman siyasi çevrelerinden çok kez duyduk. Fransa Cumhurbaşkanı Jacqies Chirac Kopenhag'da, Türkiye'nin istediği tarihin verilmesi durumunda, AB'nin Türkiye için baskı yapan ABD Başkanı George Bush'un baskısına boyun eğdiği izlenimi doğacağını söyledi.

Yeni küresel aktör Avrupa

ABD'nin, İngiltere'den sonra Türkiye'yi de bir truva atı olarak AB içine sokmaya çalışmasından endişe eden Kıta Avrupası, İngiltere ve Türkiye üzerinde birliğin merkez konumunun Washington tarafından zayıflatılmaya çalışıldığını düşünüyor. Türkiye'den sonra Fas ve Rusya'nın bile AB'ye üye olabileceği tezini işleyen İngiltere ve ABD, birliğin genişlemesini mümkün olduğunca teşvik ederek Avrupa'nın küresel güç olma projesini sabote etmeye çalışıyor.

ABD'nin Türkiye'ye verdiği destekle, hem bu amaçlarına ulaşmaya çalışıyor hem de bir model olarak Türkiye'nin Batı klübü içinde yer almasını garanti altına alarak, Ankara'nın, şimdilik zor da görünse, alternatif arayışlara girişmesinin önüne geçiyor.

Türkiye'nin tam üyeliğinin Avrupa için bu denli stresli yürümesinin en önemli nedeni, Avrupa'nın doğal sınırları içindeki siyasi entegrasyonunu tamamlama kaygısı, 'Birleşik Avrupa' vizyonu konusundaki tereddütlü durumu, ABD ve İngiltere'nin küresel projeleri için AB'yi yönlendirme girişimlerinin ortaya çıkardığı endişedir. AB'nin Doğu Akdeniz'e yönelik planları kapsamında değerlendirilmesi gereken Kıbrıs anlaşmazlığı, Kopenhag kriterleri veya ekonomik göstergeler kesinlikle ikinci derecede engellerdir.

Türkiye'nin tam üyeliğine yönelik Avrupa kararı, AB'nin kendi doğal sınırları içindeki siyasi entegrasyonunu tamamladıktan sonra rahatlıkla ele alınacaktır. Almanya ve Fransa, Türkiye'nin üyeliğini bu nedenle Avrupa bütünleşmesinin tamamlanması sonrasına bırakmak istiyor. Avrupa, AB'nin bir Avrupa gücü olarak mı kalacağını yoksa küresel bir aktör olarak mı kalacağını bu aşamada netleştirecek. Bu karar da Türkiye'nin kaderiyle şekillenecek.

Türkiye önce bir karar vermeli

Türkiye'nin siyasi karar mekanizmaları, Avrupa'nın bu yöndeki endişelerini görmezden gelerek, pazarlık gücünü ikincil engellerden hareketle yürütmesi rasyonel değil. Avrupa'nın genişleme perspektifi konusunda vereceği radikal karar kadar Türkiye'nin de öncelikle gerçekten bir AB ülkesi olmak isteyip istemediği veya AB'ye Amerika'nın bir truva atı olarak girme misyonu konusunda bir tavır belirlemesi gerekiyor.

Bu gerekçelerden bakınca, Kopenhag'da Türkiye hakkında verilen tarih Avrupa'nın kendi bütünleşme tutarlılığı açısından hiç de yadırganmamalı hatta radikal ve cesur bir adım olarak algılanmalı. Karar, Avrupa Birleşik Devletleri'nin küresel güç olma özleminin işareti, AB-İslam dünyası dayanışmasına giden yolun başlangıcı, eğer 2004'de müzakere tarihi verilir ve 2005'de müzakereler başlayıp tam üyelik süreci sağlam adımlarla ilerlerse, Avrupa ile İslam dünyası arasında yüzyıllardır süren gerilimli tarih için büyük bir dönüm noktası olarak görülmeli.


14 Kasım 2002
Cumartesi
 
İBRAHİM KARAGÜL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED