|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dalila, Paris'te "Teleperformance" şirketinde çalışan 30 yaşında bir kadınmış. 2001 tarihinde telefonla anket yapmak üzere işe alınmış. Dalila işe girdiğinde de başörtülüymüş. Ama bu kıyafet o zaman şirket açısından problem teşkil etmiyormuş. Sonra Dalila'ya bundan böyle grubun yönetim merkezinde çalışacağı bildirilmiş. Ancak bu sefer, yönetim Dalila'nın başörtüsü ile çalışmasını kabul etmemiş. Gerekçe olarak da, Dalila'nın çalıştığı yerden çok sayıda müşterinin geçtiğini ve başörtüsünün şirketin vermek istediği "nötralite" imajını zedeleyeceğini ileri sürmüş. Dalila başörtüsünü çıkarmayı kabul etmeyince de, işten çıkarılmış. Fakat durun bekleyin, hepsi bu kadar değil: Dalila haklı olarak maruz kaldığı muamelenin "ayrımcılık"a girdiğini ileri sürerek iş mahkemesine dava açmış. Maddi manevi hiçbir tazminat talebinde bulunmadan, sadece işine tekrar dönmeyi arzu ettiğini bildirmiş. Mahkeme gecikmeden kararını vermiş: Dalila tekrar işinin başına dönecek! Duruşmada şirketin avukatı, şirketin vereceği "imaj" konusunda tek karar merciinin işveren olduğunu savunsa da, sonuç alamamış. Mahkeme kararı çok ufuk açacı bir karar; Dalila'nın, "fizik görünüşü ve dini kanaatleri nedeniyle" işine son verilmesinden dolayı "ayrımcılık kurbanı" olduğuna hükmetmiş. Dalila'nın avukatı karar sonrasında yaptığı açıklamada, "11 Eylül'den sonraki havaya ve ideolojiye iltifat etmeden" sadece "iş hukuku"na bağlı olarak verilen bu kararı selamlamış.... Görüyorsunuz, medeni ülkelerde hukuk, ortalığı birbirine katan bin türlü "ideolojik" gevezelik karşısında hiç taviz vermeden insanların hak ve özgürlüklerini nasıl koruyor. Davacı Dalila'nın yüzünde mahkemeden çıkarken çok belli edilmeyen ancak çok yoğun bir memnuniyet okunuyormuş.... Nasıl okunmaz; başörtüsüyle işinin başına dönüyor ve şirketinin "imajı"na fena halde kafayı takmış bir yönetime elindeki mahkeme kararıyla kendi çapında bir "özgürlük" dersi veriyor... Dalila'nın mahkemeden çıkarttığı karar bizi de yakından ilgilendiriyor. Tamam, bizde eline kalemi ve mikrofonu alan herkesin söylediği gibi "özel teşebbüs"te çalışmak kaydıyla başörtülü çalışanlara devletin bir şey dediği yok. Yani "özel teşebbüs" alanı "kamusal alan"dan sayılmıyor. Tekstil fabrikalarında başörtüsünü canının istediği gibi takıp, makina başında ömrünü tüketebilirsin! Fakat o kadar acele etmeyin; Paris İş Mahkemesi'nden Dalila lehine çıkan kararın bizi doğrudan ilgilendiren yanı da var: Dalila'nın mahkeme kararıyla işine iadesi, "özel teşebbüs"ün kendi alanında canının istediği kuralı koyamayacağının bir delili değil mi? Yani "özel teşebbüs"ün bünyesinde başörtülü çalışanlar bulundurması onun "hoşgörülü paşa gönlü"nün bir sonucu değil; o buna, yani çalışanlar arasında başörtüsünden hareketle "imaj"ı filan bahane ederek "ayrımcılık" yoluna gitmemeye mecbur. Peki acaba bizde "özel teşebbüs" kendisini bu "mecburiyet" karşısında ne derece mecbur hissediyor? (Görüyorsunuz, kamu kuruluşlarını filan bir kenara bıraktık, "özel teşebbüs"ü konuşuyoruz!) Bizim özel kuruluşlarımızda (diyelim bankalarda) bu "imaj" ve "mecburiyet" diyalektiği(!) acaba nasıl işliyor? Tamam, "Anadolu Finans" şubelerinde gişede başörtülü elemanla karşılaşıyoruz; peki ya diğer "laik" bankalarda niçin hiç karşılaşmıyoruz? Bu işyerlerinde açılan sınavlarda "başörtüsü yasağı" benzeri bir yasak var mı? Bir günden sonra başörtüsü takmaya karar veren bir çalışanın işten uzaklaştırılması gibi bir "imaj" problemiyle karşılaşılmış mı? Yoksa bizde şirketlerin "imajına", "Teleperformance"ın avukatının dediği (ve mahkemenin iltifat etmediği) gibi sadece işverenler mi karar veriyor? İşte size bugünlük birkaç soru....
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |