T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Ne hınçmış ama!

ANAP'lı eski milletvekili Emre Kocaoğlu, "Politika sahnesinde yaşadığı birbirinden ilginç olayları kitap haline" getirmiş. Kocaoğlu, "Meclis'e ilk kez giren AKP ve CHP'lilere uyarı niteliği taşıyan kitapta, bürokrasi ve Meclis kulislerindeki tuzakları gözler önüne" sermiş... Bu bilgileri, 17 Aralık tarihli Hürriyet'te yer alan "Eski vekilden yenilere öğütler" başlıklı haberden öğreniyoruz. Habere bir de "Ankara baştan çıkarır" patlangaçı konmuş...

Belli ki yararlı bir kitap, Hürriyet muhabiri Nuray Babacan da kitabı o sınırlı hacim içinde iyi özetlemiş gibi görülüyor. Bizim haberden anladığımız, Emre Kocaoğlu, kitabını, "bürokrasinin başkenti" olarak Ankara'da milletin vekillerini ne tür tuzaklar beklediğini anlatmak amacıyla yazmış. Yani, aslında "siyasi" bir kitap bu. Nitekim Babacan, haberinin girişine, kitaptan şu can alıcı bölümü almayı uygun görmüş:

"Ankara sizi baştan çıkarır, dikkat. Size büyük ama sahte saygı gösterirler. VİP'lerden lojmanlara kadar herşey tuzak. Cambaz bürokrasi bu tuzağın ordinaryüsü..."

Kitaptan, Ankara'nın "baştan çıkarıcılığı" konusunda habere ara başlık olarak aktarılan bütün uyarılar da siyasi nitelikte: "Ankara fobisi", "vip tuzağı", "cambaz bürokrasi", "ekran büyüsü" vb...

Şimdi geliyoruz başlıkta zikrettiğimiz "hınç" mevzuuna... Nuray Babacan'ın derli toplu haberinin bitişiğine iliştirilmiş bir başka haber, yazıişlerinin bir tür "kuş kondurma"sı niteliğinde: "Skandalların ünlü ismi... Sebgatullah'ın hali örnek olsun ..." Tahmin edebileceğiniz gibi, Emre Kocaoğlu'nun kitabıyla Nuray Babacan'ın haberini "örneklemek" üzere oraya kondurulmuş bir haber... "Bağlantı", haberin girişinde şöyle kuruluyor: "Eski ANAP Diyarbakır Milletvekili Sebgatullah Seydaoğlu da, seçildikten sonra Ankara'da birçok olaya imza attı...."

Seydaoğlu'nun ne tür olaylara "imza attığını" da, kestirmeden, habere eşlik eden bir fotoğrafın altında yazan tek satırı aktararak anlatalım: "Antalya'da Rus kadınla diskodan çıkarken böyle yakalanmıştı."

Diyeceksiniz ki, "E, demek ki kitapta 'baştan çıkaran Ankara' denirken, bu tür baştan çıkarmalara da gönderme yapılıyormuş..." Yanılıyorsunuz... Biraz önce sözünü ettiğimiz alt başlıklar arasında, böyle bir göndermeyi haklı çıkaracak gibi görünen sadece iki alt başlık var ve onların altında da şunlar yazıyor:

"Sahte sevgi... Parti toplantılarında milletvekillerine aşırı saygı gösterisi vardır. Ama gerçek değildir. Teşkilat milletvekilini sever, ama yanında ister."

"Protokol aşkı... Bizdeki protokol anlayışında ilçe başkanından milletvekiline kadar bütün siyasi büyükler, sanki başka dünyadan gelmişler gibi toplumdan ayrı tutulur."

Gördüğünüz gibi, buradaki "aşk" ve "sevgi"nin, bitişikteki "Sebgatullah'ın hali örnek olsun" haberinde ima edilen "aşk ve sevgi"yle hiçbir ilgisi yok... Hürriyet'çiler "Uysa da uymasa da" demiş ve son bir kez "Sebgatullah haberi" yapmaktan kendilerini alıkoyamamışlar...

Hürriyet'in geçmiş yıllardaki "Seb-gatullah haberleri"ni bilenler, bilir...

Ne hınçmış ama... (A.G.)

Şimdi Ömer Çelik okuma zamanı...

  • "Milletvekili gazeteciler" olarak adlandırıIan grubun yabancısı değiliz. Tek Parti döneminde ortaya çıkmış bir grup bu. Zamanın tek partisi olan CHP'nin önemli gazetelerin sahip ve başyazarlarını (bazıları bu iki sıfatı birlikte taşıyorlardı) milletvekili seçtirerek (daha doğrusu seçerek!) partinin "ideolojik aygıt"ını güçlendirmeye çalıştığını biliyoruz.

  • Bu "gelenek" sonraki dönemlerde de devam etti. En son dönemden başlayarak hatırlayacak olursak, kaç milletvekilinin gazete köşeyazarı, ya da kaç gazete köşeyazarının milletvekili olduğunu siz hatırlayın... Bu "milletvekili gazeteciler" arasında bakanların bulunduğunu da hatırlayacaksınız. Açık konuşmak gerekirse güzel memleketimize özgü bu tuhaf durumun sağladığı yararlar da yok değildi hani! Mesela, kısa bir süre için olsa bile Dışişleri Bakanı koltuğuna oturmuş bir Mümtaz Soysal'ı hatırlayın. Soysal, bir taraftan bakanlık yaparken köşeyazısı kaleme almaya da devam ettiği için, Bakan'ın aklından neler geçtiğini tahmin etmek (aslında ne "tahmin"i, basbayağı "bilmek"!) hiç zor değildi.... Çok pratik, çok yararlı bir çözüm doğrusu...

  • Ancak burada, "milletvekili gazeteciler"in işlevlerine ilişkin olarak, iyi bir örneğini geçen dönem Nazlı Ilıcak'ın temsil ettiği farklı bir tarzı da hatırlamamız gerekir. Ilıcak, bu gazetenin okurları olarak sizin de hatırladığınız gibi, söz konusu grubun diğer temsilcilerinden çok farklı bir tarz seçmişti kendisine. FP listesinden Meclis'te bulunduğu kısa sürede, özellikle Meclis'te neler olup bittiğini aktarıyordu köşesinde. Doğrusu çok yararlı bir işti, çünkü gazetelerin "parlamento muhabirleri"nin çeşitli nedenlerden dolayı ulaşamadığı ya da ulaşmak istemediği birçok gelişmeden Ilıcak'ın köşesi sayesinde haberdar olduk.

  • TBMM'de bu dönemde de "milletvekili gazeteciler" eksik değil. (Biliyorsunuz, gazetemiz yazarlarından Resul Tosun da artık bunlar arasında.) "Milletvekili Albümü"nü önümüze koyup saymadık ama ilk bakışta görülen o ki, "milletvekili gazeteciler"in sayısı bu dönem daha az. Bunun da nedeni, tabii ki herşeyden önce, AKP listesinden Meclis'e girenlerin önemli bir bölümünün "gazeteciler" gibi tanıdık simalar arasından çıkmamaları, "yeni" olmaları.

  • İsterseniz, yazının başlığının işaret ettiği konuya gelmeden önce, "milletvekili gazeteciler"le ilgili genel kanaatimizi de söyleyelim: Bu "grup" (yoksa "sınıf" mı demek daha doğru!) söylediğimiz gibi bize "Tek Parti"den armağandır ve devamında da doğrusu hiçbir yarar yoktur. Bir kere herşeyden önce, bu kişiler "milletvekili gazeteci" mi yoksa "gazeteci milletvekili" olarak mı davranacaktır sorusuna cevap vermek gerekir. Bu iki sıfat ya da görevden (milletvekili-gazeteci) ikincisi bir meslek, ilki ise "meslek dışı" bir konum olduğundan, bağdaşmaları ya da bağdaştırılmaları çok zor, hatta imkansızdır. Yani "Herkes asli işinin başına!" demek en doğrusudur! (Burada kimi "medya grupları"nın "adamı" olarak Meclis'te yer aldığı söylenenlerin durumuna girmiyoruz.)

  • Gelelim Ömer Çelik'in "milletvekili gazeteci"liğine: Yeni Şafak'ta yıllarca yazıları yayımlanmış olan "Gazeteci Ömer Çelik"i muhakkak ki yakından tanıyorsunuz. "Milletvekili Ömer Çelik"i ise sadece siz Yeni Şafak okurları değil, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ı izleyen herkes tanıyor! Erdoğan hangi fotoğraf karesindeyse, Çelik de muhakkak orada... Çünkü biliyorsunuz, kendisi Erdoğan'ın uzun zamandan beri siyasi danışmanlığını yürütüyor. Dolayısıyla Erdoğan şu bir aylık süre içinde kimin elini sıktıysa (Berlusconi'den Bush'a), aynı elleri Çelik de sıktı; bütün "başbaşa" görüşmelerde Çelik de vardı. Erdoğan'ın yaptığı bütün konuşmalarda "siyasi danışman" olmasından dolayı Çelik'in de katkısı vardı. Çelik'in bir müddettir Star gazetesinin köşeyazarlarından birisi olduğunu da biliyorsunuz.

  • Bu hatırlatmaları, Çelik'in ülkenin tamamının Kopenhag'tan gelecek habere dikkat kesildiği 12 Aralık tarihli yazısına getirmek için yaptım. "Rutini işletmek ve ötesi..." başlıklı bu yazıda günün anlamına uygun olarak Türkiye-AB ilişkisi inceleniyor. Hemen söyleyelim ki, Çelik'in açıklamalarını ve analizini -ister istemez- Erdoğan'ı okuyormuşçasına değerlendirdik! Ne yapalım, bu bizim tercihimizden kaynak-lanan bir şey değil ki; gazeteci milletvekili olmuş, üstelik bu "milletvekili gazeteci" genel başkanının yanında çok önemli bir rol üstlenmişse, başka türlü nasıl okunabilir!

  • Çelik'in yazısı çok "problemli" bir yazı mı? Hayır, hiç de değil... Okurlarının iyi bildiği gibi, Çelik yine meseleye geniş açıdan, olabildiğince derin bakmaya çalışan, üzerinde çalışılmış bir yazı yayımlamış. Tamam, "çok problemli" değil ama hemen her yazının barındırdığı "problemler"den tamamen arınmış bir yazı da değil tabii ki... Mecburen biraz basitleştirerek söyleyecek olursak, Çelik'in bu yazısının merkezine, Türkiye açısından AB'nin değil de, AB açısından Türkiye'nin niçin "siyasi bir zorunluluk" olduğu fikri oturmuş... Türkiye açısından AB'nin niçin "siyasi bir zorunluluk" olduğu fikrini tabii ki -hakkını yemeyelim- Çelik de ifade etmiş; ancak yazının "sonuç" bölümü itibariyle vardığı tez ikinci "zorunluluk"un altının daha kuvvetli olarak çizildiği bir tez. Bu çerçevede mesela şu yorum: "Siyasi açıdan Asya derinliği olmayan bir Avrupa açılımı çok kolay sahteleşir. Asya derinliğini elde etmek de sadece Rusya ile bağlantı kurmakla olmaz. Bu noktada İslam kültürü eksenli jeo-politiğin içerilmesi de kaçınılmazdır. Bu nokta içerilirken, dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, İslam kültür havzası ile çağdaş değerler arasında sentez kurabilmiş siyasal çerçevenin içerilmesidir. Bu olmazsa, Avrupa'nın siyasi değerler temelinde bir büyüklük ve odak olması sahici olamaz. İşte bu bakımdan Türkiye Avrupa için stratejik bir siyasi zorunluluktur. Avrupa'nın Türkiye bakımından rutinin ötesine geçmesi gerekir. Aynı şekilde Türkiye de Avrupa siyasi değerleri perspektifinden kopmadan, kendi pozisyonunu çok eksenli bir dinamiğe oturtmalıdır."

  • Çelik'in bu yorumu -önceden de söyledik- tabii ki "çok problemli" değil; tam tersine, daha çok bir "dilek" etrafında geliştirilmiş olsa da, "Uygarlıklar (tabii ki çoğul) Tarihi" çerçevesinde yapılan makul bir yorum. Fakat bu yorum biraz fazla "teorik" değil mi? Aslında Çelik'in bu yorumu, kendisi "milletvekili gazeteci" olup "başbaşa" görüşmelerin çok az sayıdaki şahitlerinden birisi olmadan kaleme alımış bir yorum olsa, bu "fazla teorik" özelliğe de bir itirazımız (sadece "teorik bir itiraz" dışında) olmazdı. Ama bugün bu yorumu bu şekilde değerlendirmemiz doğru olur mu? Çelik artık madem ki sıraladığımız sıfatları da taşıyor, haddinden fazla "reel politik" yorumlar gerektiren Türkiye-AB ilişkisinin bu "fazla teorik" kaçan yorumu -az da olsa çok da olsa- danışmanı olduğu merkezi de bağlamaz mı? Yani lafın kısası, Çelik'in bu yorumuna ulaşabilen okurlar, bu "perspektifi" yazarının hesabına olduğu kadar Erdoğan'ın hesabına da kesmezler mi? Ayrıca bilinmez, belki de bazıları Çelik'in Star'daki yazılarını takip ederek "şifre"yi çözmeye çalışıyorlardır!

  • Sonuç olarak, herkesin "kendi işini" yapması herhalde en doğru yol olsa gerek... (K.B.)

    İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

    Zaman'dan Ekrem Dumanlı'nın "Dikkat, yorumlu haber, habersiz yorum dönemi kapanıyor" başlıklı yazısından (16 Aralık)...

    "Türk basını için yorumlu haber– habersiz yorum tarifinden daha öz bir tanım bulamıyorum. Halbuki her ikisi de taammüden okur öldürme nevinden cinayet sayılır bu meslekte.

    "Tahayyül edebiliyor musunuz, okuduğunuz herhangi bir haber, o gazeteyi çıkaran medya grubunun ticari menfaatleri uğruna bilgiyi eveliyor geveliyor, hatta çarpıtıyor, size öyle sunuyor. Sıradan bir okurun hadiseleri tam tamına anlaması imkansız. Haberleri doğru kavrayabilmek için bu ülkede, gazete sahiplerinin ve dahi rakiplerinin çetelesini tutmanız gerekiyor. O da yetmez, haberin hangi tarihte çıktığı da önemli. O tarihle çakışan diğer olayları da incelemek gerekiyor.

    "Yorum meselesi apayrı bir fecaat. İnsana şöyle bir his veriyor köşe yazılarının pek çoğu: Kıdemli bir gazeteci, geçmiş televizyonun başına ve ekrana yansıyan görüntüler üzerine düşüncelerini kaleme almış. Köşesinde ekran ya da sütunlara yansıyan haber kırıntılarının ötesinde zerre kadar bilgi yok. Konuyla ilgili küçük bir inceleme bile yapılmadığı besbelli. En azından bazı kaynaklara inilmesi, küçük çapta da olsa bir araştırma yapılması, konuyla ilgili kişilerle irtibat kurulması gerekmiyor mu? Heyhat! Türkiye hâlâ en basit meslek prensibinden yoksun...

    "Bir de haber ile yorumun ayrılması meselesi var. İnanın, bunun yapılmadığı kağıt parçasına gazete de–ni–le–mez! Tabloid diye adlandırılan magazin gazeteler apayrı bir kulvardır. O yolda yürüyene de saygım var; çünkü o tarz gazetelerin de toplumsal karşılığı var. Fakat ülke gündemini belirleyen asıl gazeteler tabloid aforizmalar olamaz. Gazeteciliğin kendi iç disiplinleri ve temel ilkeleri sanıldığı kadar gevşek değildir..." (A.G.)

    Öne çıkan iki 'hassas' gazete...

    Basın dünyamızda "Hassas sorunlar gazeteciliği" diye tanımlayabileceğimiz bir hübercilik türü var... Bu tür gaze-tecilikte, genellikle "hassas odaklar", "duyarlı çevreler"gibi sözcüklerle anlatılan sivil-asker bürokrasinin tabu-laştırdığı bazı alanlara ya hiç girilmez ya da bu çevrelerin bakış açısıyla ve "duyarlılığıyla" girilir... Bu alanların en başında da "Kıbrıs sorunu" gelir...

    Öyle diyoruz ama, son zamanlarda Kıbrıs haberlerine ve yorumlarına bir haller oldu... Kıbrıs, çok çeşitli bakış açısıyla artık ciddi ciddi gündemimizde... Rauf Denktaş aleyhine yığınla habere, yoruma rastlamak işten bile değil... Mesela, "Ne Türküm, ne Yunanlıyım; Kıbrıslıyım" pankartı taşıyan o genç kızın, "nötr" bir haberle Hürriyet'in sayfalarına sızması, çok değil, bir yıl önce mümkün müydü? "Ayşe artık tatile çıkmasın, evine dönsün" başlığıyla yazı yazdı diye, başına gelmedik kalmayan o öğretmenin Hürriyet gazetesi macerasını hatırlasanıza...

    Peki, günümüzde "hassas sorunlar gazeteciliği"ni sürdüren hiç mi gazete kalmadı? Kalmaz olur mu? Bu yazıyı işte size onları hatırlatmak için yazıyoruz: Star ve Cumhuriyet...

    16 Aralık'ta "Yalnız mücahit" manşetiyle ve sayfayı boydan boya geçen "mücahit Denktaş" fotoğrafıyla yayımlanan Star, haftalardır "o topraklar kanla sulandı, verilemez" yayınını sürdürüyor, çözümden yana olanları ağır bir dille suçluyor... Star, ertesi gün de (17 Aralık) "Ahlaksız teklif" sürmanşetiyle yayımlandı: "AB'yi arkasına alan Kıbrıs Rum Kesimi, kesenin ağzını açtı, KKTC'yi 'para' ile çökertecek. Kıbrıs Türkü'ne 'ambargo' kalkıyor, hemen pasaport, hemen iş!"

    Cumhuriyet, muhalefet liderinin Kıbrıs konusunda iktidarı suçlayan sözlerini büyüten tek gazete. Yan manşet şöyle düzenlenmiş:

    "Baykal'dan Yakış'ın Kıbrıs değerlendirmesine tepki: Ordumuz işgalci değildir... CHP lideri Baykal, Dışişleri Bakanı Yakış'ın Kıbrıs'ta 28 Şubat'a kadar bir anlaşma olmaması durumunda TSK'nın 'AB toprağının işgalcisi' konumuna düşeceği yönündeki açıklamalarını 'Büyük talihsizlik' olarak yorumladı. Hükümetin bu anlayışı paylaşmadığını ortaya koymasını isteyen Baykal, TSK'nin uluslararası anlaşmalarla güvenceye alınmış hakkını kullandığını söyledi..."

    Hassas sorunlar gazeteciliğinin temel özelliklerinden biri de bu: "Hassas odak" ya da "duyarlı odaklar" fikir değiştirmediği sürece, gazeteci de fikir değiştirmez; koşullar ne olursa olsun bu böyledir...

    Ama, dediğimiz gibi Kıbrıs konusunda bu tür gazeteciliğin son günlerdeki durumu pek parlak değil. Bu gözlemimizi kuvvetle destekleyen bir örnek de, yan manşetini Baykal'ın "köşeye sıkıştırıcı" sözlerine ayıran Cumhuriyet'te var. Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı, "Kıbrıs'ta savaşa doğru" başlıklı yazısında Türkiye'nin mevcut politikasını bakın nasıl değerlendiriyor:

    "Denktaş ve Türkiye'nin Kıbrıs politikasını izleyenler, Kıbrıs'ta Türkiye'yi yeniden savaşla burun buruna getirecek bir strateji izliyorlar. Ancak bu savaşta ülkemizin karşısında Kıbrıs Rumları olmayacak, Yunanistan ve arkalarında Avrupa Birliği olacak. (...) Denktaş'ı, Kıbrıs'ta Rumlarla yapılacak hiçbir anlaşmanın tatmin etmeyeceği açıklığa kavuşmuştur (anlaşma, karşılıklı uzlaşma ve taviz vermekse eğer!). Türkiye ve Denktaş'ın Kıbrıs politikasının özü taksimdir. Hedef, Türkiye'ye toprak kazandırmaktır. Yıllardır uluslararası konjonktürün buna elvereceği zaman bekleniyor. Heyhat ki zaman ve konjonktür tamamen bu politikanın tersine işliyor."

    Bursalı, bundan sonrasında muhtemel bir savaş senaryosu kuruyor ve yazısını şöyle bitiriyor: "Acaba 'Kıbrıs stratejistleri' bu durumda ne yapacak? Politikalarının sonuçları gereğince savaşacaklar mı? Yoksa geri adım atacak, başlangıç noktasına dönecek ve anlaşma mı yapacaklar? Kıbrıs politikamız özünde bir savaş politikasıdır. Bu politika Türkiye'ye durmadan kaybettirir. Hiçbir şey kazandırmaz. O çok sözü edilen 'Ulu-sal politika'mızın özünü tartışmalıyız. Ulusal olan nedir, ulusal politika nedir?"

    Gördüğünüz gibi, "Hassas sorunlar gazeteciliği"nde çok ciddi bir gedik niteliğinde Bursalı'nın yazısı... (A.G.)


  • 18 Aralık 2002
    Çarşamba
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED