|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Evet, cevap bekleyen soru bu: "Avrupa Birliği Türkiye'ye ne demiş oldu?" Cevabı da şu... Eğer, Avrupa'ya güveniyorsak 2004 çok olumlu, umut verici ve Türkiye'yi birliğin genişlemesi içinde gören iyi bir tarihtir. Ortada bunu ispatlayan pekçok malzeme vardır ve son olarak Genişlemeden Sorumlu Komiser Verheugen'in "Türkiye, Romanya ve Bulgaristan AB'ye girdikten sonra genişleme tamamlanmalı" sözü de bu istikamete doğru pozitif bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bunu destekleyen birçok şey Kopenhag'ta, zirve sırasında da oldu. Birlik içerisinde birçok ülke, Türkiye'nin genişleme halkası içinde olması konusunda iyimser bir tutum sergiledi. Birçoğu da onlar kadar istemese bile, Türkiye olmaksızın genişlemenin tamamlanamayacağını çok iyi bilmektedir. Cevaba devam edelim... Eğer Avrupa'ya güvenmiyorsak da birlik isterse yarın sabah için tarih versin, tam üyelik konusu hiçbir zaman gerçekleşmeyecek demektir, bu kadar basit.
Kopanhag sınavı
Birlik ile Türkiye arasındaki ilişkilerin standart bir güven temeline oturması şarttır. En azından öyle varsayılmadığı takdirde, ilişkilerin gelişmesinden söz edilemez. 2004 sonuna geldiğimizde AB Komisyonu, Türkiye ile ilgili bir ilerleme raporu hazırlayarak, bizim Kopenhag Krtirerleri'ne uyup uymadığımızı ölçecektir. Rapor olumluysa da en geç (bir görüşe göre en erken!) 2005'in ikinci yarısında, tam üyelik müzakerelerine başlanmış olacak. Tam üyelik müzakeresine başlamak, birlik müktesebatına doğrudan uyumla birlikte, fonlarından da yararlanmak, yani AB kasasından bizim kasamıza para akmaya başlaması demektir. Buna paralel tarama süreci de başlayacak ve onbinlerce kanun AB standartlarına uygun hale getirilerek mevzuat birliği sağlanacaktır. Bu takvim ve bu süreç, Türkiye'nin geri dönüşsüz olarak AB'ye dahil olduğunu gösterir. Çünkü, ölçü Kopenhag Kriterleri olduğuna göre, bunların yasalaşması ve uygulaması konusunda önümüzdeki iki yıllık dönemde pürüz kalmayacağını tahmin etmek güç değildir. Yani Türkiye, kısa bir süre sonra, hem AB standartlarında bir temel hak ve özgürlükler ülkesi hem de kendi bahçesini düzenlemeyi başarmış bir demokratik toplum olma trendine girmiş bulunmaktadır. AB'ye aday olmanın ve o standartları yakalama faaliyetine girişmenin temel faydası da burada saklıdır. Türkiye'nin tam üyeliği gecikecek olsa ya da bir şekilde bu hiç mümkün olmasa bile, bir kayıp sözkonusu olmayacaktır. Zira geride, kalitesi yükselmiş bir demokrasi kalacaktır.
Yeni bir profilin riski
Bununla beraber, Türkiye'nin AB yolunun artık dikensiz gül bahçesi olduğunu söylemek de en azından diplomasinin ve politikanın tabiatı gereği mümkün değildir. Bugün Türkiye'ye söz ve tarih veren liderler (Chirac, Schröder, Berlusconi, Blair, Aznar, Simitis vs..) nihayet seçimle gelen ve seçimle gidebilecek kişilerdir. Bugünkü Avrupa politik profili de sonuçta ulusal parlamento seçimleriyle şekillenmektedir. Yani, bugünün liderleri önümüzdeki 2,3,4 yıllık dönemlerde seçime girecek ve büyük ihtimalle bir bölümünün yerine yeni isimler gelecektir. Yani, en azından Türkiye'ye yüz yüze söz vermemiş yeni liderler.... Özellikle, Almanya'da Türkiye'nin üyeleğine kesinlikle karşı olan ve Ankara'nın "özel statü" ile yetinmesini isteyen CDU'lu Stöber liderliğindeki sağ birlik cephesi ile Schröder liderliğindeki kırmızı-yeşil koalisyonu arasındaki bıçak sırtı denge endişe vericidir. Bu endişe sadece, CDU'nun istikbalde iktidara gelebilme ihtimali için değil, bu partinin iç kamuoyunu kışkırtarak, SPD üzerinde baskı yaratma gücü açısından da dikkate alınmalıdır. Politik risk, elbette her zaman önemsenmesi gereken bir faktördür. Ancak Türkiye'nin AB üyeliği için sergileyeceği kararlılık, bütün riskleri bertaraf edebilecek etkili bir silahtır. Kendimizi yaralamadan, bu silahı tam üyeliğe doğrultabilirsek hedefi de 12'den vurabiliriz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |