T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

H A Y A T
Ölümün en soğuk yüzü

Peru'nun Nasca bölgesinde kilometrelerce karelik bir alana yayılmış bulunan antik bir mezarlık, binlerce yıllık uykularını toprağın üstünde sürdüren mumyalanmış cesetleriyle, bölgeyi ziyarete gelenleri dehşete düşürüyor.

1960'lara kadar Orta Peru'da kendi halinde bir kasaba olan Nasca, günümüzde dünya çapında tanınmasını İsviçreli yazar Erich Von Daniken'in "Tanrıların Arabaları" adlı kitabına borçlu. Bölge üzerinde yaptığı uçuşlarda ünlü "Nasca resimleri"nin fotoğraflarını çeken ve bunları da çok satan kitabında "antik astronotların uçuş pistleri" olarak lanse eden Daniken, hayli yoksul bir ülke olan Peru'yu o günden sonra adeta ihya edecekti. Daniken'in tetiklediği yoğun bir merak dalgası sonucunda her yıl milyonlarca turisti ağırlamaya başlayan İnkalar'ın ülkesi, günümüzde özellikle Nasca'ya gözünün içi gibi bakıyor. Bir turistin -yalnızca havadan görülebilen- Nasca çizgilerine tesadüfen de olsa ayağını basması, hele de bu çizgileri tahrip etmeye yeltenmesi, onun hayatının kararması için yeterli bir neden. Peru yönetimi, "birinci derece sit alanı" olarak ilan ettiği Nasca ovasına giriş çıkışları adeta askeri bir disiplin içinde yürütüyor. Ancak, uygulanan bu sıkı denetimin bir tek istisnası var; o da sözkonusu resimleri tüm dünyaya tanıtan yazar Erich Von Daniken. Peru fahri vatandaşı olan Daniken, yılın her günü dilediği gibi bölgeye girip çıkabiliyor ve araştırmalarını çok geniş bir hoşgörü altında sürdürüyor.

Açık havada tüyler ürpertici bir gezi

Nasca resimlerini ilerleyen haftalarda daha geniş ele almak üzere şimdilik bir kenara bırakıp, bu kurak çöl bölgesinin elli kilometre kadar daha güneyine indiğimizde, Paracas uygarlığından kalma dehşet verici bir mezarlık ile karşılaşıyoruz. En genci bin beşyüz yaşlarında olan yüzlerce mumyalanmış ceset, uçsuz bucaksız bir çölün ortasında derin bir sessizlik içinde ziyaretçilerini ağırlamaktalar.

Reenkarnasyona (yeniden doğuş) inanan Paracaslılar, ölülerini hayranlık uyandırıcı bir maharetle mumyalayıp, çölün ortasındaki açık hava mezarlıklarına bırakmışlar. İnanca göre, bir gün bu insanların hepsi yeniden canlanacak ve sevdiklerine kavuşacaklar. Mumyalama tekniği henüz tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte, araştırmacıların bazı cesetlerde reçine ve moya bitkisinden yapılmış bir karışımın izlerine rastlaması bu büyük sırra biraz olsun ışık tutuyor.

İşin sırrı sıcak iklimde

  • Dünyanın en kurak bölgelerinden biri olan Nasca çölüne, yılda en fazla 3-4 gün yağış düşüyor. Bu sırada toprağın aldığı toplam yağış miktarı da taş çatlasın metrekarede beş litre. Bilim adamları bölgenin bu olağanüstü kurak ikliminin cesetlerdeki suyu çektiğini, bu arada aşırı sıcağın da bedenlerdeki bozulmaları engelleyip zamanla taşlaştırdığını belirtiyorlar.

  • Nasca'nın ölüler ovasındaki manzara tek kelimeyle tüyler ürpertici. Bölgede yürüdükçe kimileri tamamen toprağın üzerinde, kimileri ise kuma kazılmış çukurların içilerinde oturur vaziyetteki yüzlerce cesetle yüzyüze geliyorsunuz. Bunların bir çoğunun saçları hala olanca diriliğiyle kafalarında. Bir kısmı zamanın ağır tahribatına uğramış olmakla birlikte, hatırı sayılır bir bölümünde da vücudu kaplayan kaslar yerli yerinde duruyor. Bir kadın cesedinin yanına yanaşıyoruz. Yüzünde acı dolu bir ifade var. Kucağındaki bebekten, muhtemelen doğum yaparken öldüğü ve bebeğiyle birlikte mumyalandığı kanısına varıyor Perulu arkeolog dostumuz.

  • Binlerce yıllık bir dokuma parçasını hatıra olarak yanımıza almak istiyorsak da bu fikrimizden kısa sürede vazgeçi-yoruz. Çünkü, yerel rehberler buradaki her türlü eşyanın lanetli olduğunu ve yerden ölülere ait en küçük bir eşya almanın bile insanı mahvedebile-ceğini söylüyorlar. Her ne kadar lanet korkusun-dan değilse bile ölülere olan saygımızdan dolayı, yaşlı bir adamın elbisesinden kopan o soluk dokuma parçasını yeniden yerine bırakıyoruz.

  • Ancak, görünen o ki, burayı daha önce ziyarete gelenler ölülere saygı konusunda hiç de bizler gibi duyarlı davranmamışlar. Bilimsel keşfi 20. yüzyılın başlarında yapılan bu mezarlığın sonraki yıllar boyunca dünyanın dört bir köşesinden gelen yüzlerce arkeolog tarafından acımasızca yağmalandığını anlatan arkeoloğumuz, bugün burada kalanların ise gerçek Paracas mirasının ancak onda biri olduğunu vurguluyor.

    Yeniden doğmayı bekliyorlar

    Mısır mumyacılığının aksine, bu bölgedeki mumyaların hepsinde iç organlar yerli yerinde duruyor. Bütün ölülerin bacakları, ana karnındaki cenin oturuşuna benzer bir biçimde karınlarına doğru katlanmış. Ölülerin üzerlerinde yaşarken en sevdikleri giyisileri ve takıları bulunduğu gibi, yanlarında da öte alemdeki hayatlarında ihtiyaçlarını gidermek üzere çeşitli taslar, bu tasların içlerinde de ağırlıklı olarak mısır ve buğday gibi yiyecekler bırakılmış.

    İnkaların akrabası olan bu kavmin hayranlık uyandırıcı el sanatı örnekleri ve tıbbi alanda elde ettikleri başarıların kanıtı olan mumyalar, günümüzde bir çok üçüncü dünya ülkesinin yaşadığına benzer bir biçimde Batı başkentlerinin o gösterişli müzelerini süslüyor. Bu kültürel mirasın sahiplerine ise -her zaman olduğu gibi- yağmalar sırasında zedelenmiş kalıntılar, yani bir anlamda "çer-çöp" bırakılmış.

  •  
    'Bana 'kocakafa' demeyin!'
    Öğrenciler arasında gözlenen lakap takma, çocukların incinmesine neden oluyor. Bu davranış biçimi, çocukların arkadaşlarından da soğumasına neden olabiliyor.
    'Kopya bebek yok, reklam yapıyorlar'
    İtalyan bilimadamları, ilk kopya bebeğin doğduğu şeklinde açıklama yapan Rael tarikatına bağlı olan Clonaid şirketini reklam yapmakla suçladı. Vatikan ise tarikatın açıklamasını "İnsanlık dışı ve delilsiz" olarak niteledi.
    KÜRTÇE İLAHİ KASETİ ÇIKTI
    İsmail Özdemir, ilk ilâhi okumaya bazı cemaatlerde arkadaşlarının arasında gerçekleşen sohbetlerde başlamış. Müzik eğitimi almamış ama sesinin ve tarzının beğenilmesi üzerine, gittiği her mekânda ilâhileriyle insanları dinlendirmiş. Amacının herkese ilâhi dinletebilmek olduğunu söyleyen Özdemir, "İlâhiler, insanın, ruhunu dinlendireceği en iyi yöntemlerden biridir" diyor.
    Yasaklarla çıkaramazdım
    Silvana Müzik'ten çıkan 'Çiyaye Erefate' kaseti 13 ilâhiden oluşuyor. İsmail Özdemir'in sesine kasetin tamamında ney ve def eşlik ediyor. "İlahiler, her kültürün unsurlarının biraraya gelebildiği, duygu yoğunluğunu yaşadığı bir merkezdir" diyen Özdemir, "Yasakların olduğu dönemde böyle bir ilahi kaseti çıkaramazdım" diye ekliyor.
    Kimse mahrum olmasın
    İlâhi dinleme zevkinden kimsenin mahrum olmasına gönlünün razı olmadığını ifade eden Özdemir, "İlâhiler manevi rahatsızlık çekenler için bir ilâç kadar tesir gücüne sahiptir. Bu yüzden herkesin ilâhiyi kendi diliyle isteme hakkına sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Sadece Kürtçe değil, diğer dillerde de keşke ilâhi okuyabilsem" diyor. İlâhileri okurken istenilen mesajı verememekten büyük bir endişe duyduğunu anlatan Özdemir, "Bu kasette ilâhilerin bende yarattığı o huzuru herkese verebilmek istedim. Bu mesajı veremeyeceğim diye çok korktum ve ağladım" dedi.
  • SEVDA ALKAN

  • 29 Aralık 2002
    Pazar
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Reklam Tarifesi
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED