T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Sivil irade'yi 'savaş'
kararında hatırladılar!

27 Aralık Cuma günü toplanan Milli Güvenlik Kurulu öncesinde toplantıya ilişkin olarak gazetelerde çıkan haberleri ve bazı yorumcuların o haberlere ilişkin yorumlarını ("Savaş kararını verme 'hak'kı sivil iradenindir") nasıl değerlendirmek gerekir? Yorum sahiplerinin ortak reflekslerini tanımlayabilecek bir kelime bulunabilir mi? Biz düşündük düşündük bulamadık, isterseniz gelin birlikte yeniden gözden geçirelim, belki sizin aklınıza bir şeyler gelir...

CNN Türk'ün başarılı haber programı Editör'de konuya nasıl yaklaşıldığıyla başlayalım... Gürkan Zengin, kanalın siyaset muhabirlerinden Kemal Yurteri'yle konuşuyor... Konu, ertesi gün yapılacak olan ve tabii ki muhtemel bir Irak Savaşı'nın ele alınacağı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı... Gürkan Zengin, toplantı öncesinde askerlerin eğilimlerinin ne olduğunu ve toplantıdan somut bir kararın çıkıp çıkmayacağını öğrenmeye çalışıyor Yurteri'den...

Muhabirden tuhaf bir cevap geliyor... Mealen, askerlerin hükümetten "siyasi direktif" beklediğini söyledikten sonra meseleye kendi yorumunu getiriyor; iktidarda uzun bir süredir ilk kez güçlü bir tek parti iktidarı vardı, dolayısıyla hükümet kararını vermeli ve bunu askerlere bildirmeliydi. Yurteri, bu çerçevede bir karma kurul olan MGK'dan somut bir kararın çıkmasını beklememek gerektiğini de ekledi sözlerine ve konuyu kapattı.

Ertesi günkü (27 Aralık) gazetelerde, gerçekten de MGK'nın asker kanadının, savaş kararı verme "hak"kının sivillere ait bir "hak" olduğuna inandığını gösteren haberlerle karşılaştık. Hepsini temsilen, bunu en net ifade eden gazetelerden biri olan Habertürk'ten okuyalım:

"SAVAŞ YETKİSİ... MGK, TAVSİYE KARARI ALMAYACAK... (...) ABD'nin Irak'a yönelik operasyonu, Türkiye'nin bu konuda izleyeceği politikalar ve ABD'nin taleplerine verilecek yanıtlar toplantıda tüm yönleriyle değerlendirilecek. MGK, Meclis'i vesayet altına almamak için Irak konusunda hükümete tavsiye kararı almayacak..."

Aynı tarihli gazetelerde, "savaş kararı verme hakkı"nın sivil hükümete ait bir "hak" olduğu konusunda epeyce yorum vardı. Hepsini temsilen, Cumhuriyet gazetesi yazarı Hikmet Bila'nın görüşlerini aktaralım:

"(...) Uygun adım savaşa gidilirken her kafadan bir ses çıkıyor. Amerika, dört koldan Türkiye'yi sıkıştırıyor. Ekonomiden, Kıbrıs'a kadar... 'Ya koşullarımı kabul edersiniz ya da ortalığı daha çok karıştırırım' dercesine. Sorumluluk siyasi otoritededir. Türk askerini 'yerel savaşçı' haline getirip getirmeme sorumluluğu da... "

Hürriyet'ten Bekir Coşkun da, "Hepimizin yüreğindeki, 'bir tarihi hata yapılır da ülkemiz daha beter günlere sürüklenir mi korkusu'nu" irdelerken, "devleti henüz tanımayan-acemi, ama bol zikzaklı bir kadronun elinde olmamızın riski"ne dikkat çekiyor...

Ne diyeceğimizi, yukarıdan beri aktardığımız bu tutumu nasıl tanımlayabileceğimizi hakikaten bilemiyoruz... Düne kadar türbanından YÖK'üne, Kürtçesinden tarikatlarına bütün "sivil" konularda MGK tavsiyesini selamlayan kalemler nasıl oluyor da pür "askeri" bir konuda kararın ve sorumluluğun tümüyle "sivil irade"ye ait olduğunu öne sürebiliyorlar...

Aralarından biri (Nuray Başaran, Akşam) daha geçtiğimiz hafta, İyi ki ülkeyi sadece siyasetçiler yönetmiyor, iyi ki devleti tanıyan kurullar var ve onlara anında müdahale ediyor diye yazmadı mı?

Ne oldu, "değiştirilemez devlet politikaları"na ne oldu, nerede onlar? Kırmızı Kitap nerede? "Sivil irade"nin toplumsal alana ilişkin bütün tasarruflarında bunları hatırlatan kalemler ne oldu da bu kez unuttular standart uyarılarını?

"Yetki ve sorumluluk" hükümetinmiş! Tayyip Erdoğan başına geleceğini biliyormuş... Boşuna vermemiş o "Genelkurmay ne derse biz onu yapacağız" mealindeki tuhaf demeci... (A.G.)

Muharip köşeyazarlarımızı tanıyalım

"Şurası kesin...

Bu defa savaş çok kısa sürecek.

(...)

Bu kadar kısa sürecek bir savaş için geleceğin büyük işbirliklerinin önünü kapatmamak gerekir." (Ertuğrul Özkök, Hürriyet, 26 Aralık)

"Kabul edelim Türkiye'nin ABD'ye hayır deme şansı yok. Ama şunu da görelim: Ankara evet diyerek hem uğrayacağı zararları hem de karşı karşıya kalabileceği tehditleri asgariye indirebilir, hem de Saddam sonrası Irak ve 'Büyük Ortadoğu'da etkin bir rol alabilir." (Erdal Güven, Radikal, 27 Aralık)

"Türkiye'nin ABD'ye destek vermesini istemeyenler, savaş sonrası için alternatif politikalar teklif etmiyorlar. (...) Türkiye'nin ABD'ye destek vermesi demek, savaşa yani sıcak çatışmaya dahil olması demektir. Psikolojik olarak, ekonomik olarak bu gerçeğe göre hazırlık yapmalıyız. Savaşı kimse istemez. Ama savaşsız bir dünya hiç olmadı..." (Hüseyin Gülerce, Zaman, 26 Aralık)

Bir haber, üç versiyon...

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Petrol Ofisi'nin, ana ortağı İş-Doğan Petrol yatırımları ile birleşmesi talebine ne cevap verdi?

SPK'nın 25 Aralık'ta verdiği kararı, dünkü (26 Aralık) gazeteler hangi başlıklarla haberleştirdi? Daha doğrusu, son aylarda tam bir kapışma içine giren iki büyük grubun (Doğan ve Karamehmet) gazeteleri, gelişmeyi nasıl haberleştirdi?

Önce meselenin özüne ilişkin küçük bir bilgi: Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), Sermaye Piyasası Kurulu'na 24 Aralık'ta gönderdiği bir mektupta, POAŞ'ın özelleştirmesinden doğan borcu hatırlatmış, ek teminat verilmemesi durumunda devletin alacağının tehlikeye gireceği gerekçesiyle, bu teminat alınmadan birleşmeye onay verilmemesi gerektiğini bildirmişti. SPK'nın vereceği karar, işte bu nedenle çok önemliydi. Şimdi bakalım, Akşam ve Doğan Grubu'nun üç gazetesi nasıl sunmuş kararı okurlarına...

Akşam: "SPK'DAN İŞ-DOĞAN'A TOKAT GİBİ KARAR... SPK, Özelleştirme İdaresi'nin alacağı kuruşu kuruşuna kapatılmadan İş-Doğan'la POAŞ'ın birleşmesine izin vermiyor. Bunun için İş Bankası ve Doğan Grubu'nun birbirlerine zincirleme kefil olarak ve derhal ek teminat sorununu çözmeleri gerekiyor..."

Hürriyet: "SPK'DAN, İŞ DOĞAN-PO BİRLEŞMESİNE ONAY... SPK, İş-Doğan ile Petrol Ofisi'nin birleşmesini onayladı. SPK, İş Bankası ve Doğan Şirketler Grubu'ndan ÖİB'nin isteyebileceği ek teminat ve belgelerin de yerine getirilmesini talep etti..."

Radikal: "PO'DA BİRLEŞMEYE SPK ONAYI... SPK, Özelleştirme İdaresi'nin talep edebileceği ek teminat mektubunun derhal yerine getirilmesi halinde İş-Doğan Petrol Yatırımları ile PO'nun birleşmesine onay verildiğini açıkladı..."

Milliyet: "POAŞ'IN İŞ-DOĞAN'LA BİRLEŞMESİNE ŞARTLI ONAY... SPK, Petrol Ofisi'nin, ana ortağı İş-Doğan Petrol Yatırımları ile devralma suretiyle birleşmesine, ÖİB'nin alacağına ilişkin teminatın garanti edilmesi şartıyla onay verdi..."

Hep söylüyoruz, gazetecilikte "başlık namusu" diye bir şey var. Buna göre, okur bir haberi yalnızca başlığından okuyup geçtiğinde, haberi en doğru biçimde algılamış olmalıdır. Başlık marifetiyle haberin eğilip bükülmediğine emin olmalıdır.

Bu kriterin eşliğinde bakarsak: Besbelli ki SPK ne Akşam'ın yazdığı gibi "izin vermeme" iradesini "tokat gibi" bir kararla bildirmiştir; ne de Hürriyet ve Radikal'in dediği gibi "onay"lamıştır... Doğrusu, Milliyet'in yazdığı gibi SPK'nın, birleşmeyi "şartlı olarak onay"ladığıdır.

Hürriyet'le aynı yere yerleştirdiğimiz Radikal'in hakkını yememek için belirtelim: Bu gazetemiz, haberin spotunda onayın "ek teminat" şartına bağlı olduğunu açık bir şekilde dile getiriyor. Buna karşılık Hürriyet, "ek teminat" istenebilme ihtimalinden söz ediyor. İhtimali mi kalmış, ÖİB bunu istemiş ve tek şart olarak SPK'ya bildirmiştir. (A.G.)

TRT'yi böyle mi eleştirmeliyiz?

Yeni Şafak'ta yayımlanmakta olan "Aile şirketi: TRT" başlıklı dizi bugün (27 Aralık Cuma) itibariyle 3. gününü geride bıraktı.

"TRT dosyası"nın hemen her hükümet değişikliğinde gecikmeden açıldığını biliyoruz. TRT gerçekten de büyük bir kaynağın hiç mi hiç rasyonel kullanılmadığı bir kurum. TRT'nin, birçok kişinin önerdiği tarzda, bir "özel kanal" gibi faaliyet göstermesini beklemek tabii ki doğru bir beklenti değil. Ama TRT de gerçekten yayınına kaynak dayanmayan çok "ağır" bir kurum... Yani özetle, TRT hakkında dile getirilebilecek çook eleştiri var.

Fakat gazetemizin sözünü ettiğimiz dizisinde TRT'ye yönelik öyle eleştiriler okuyoruz ki, şaşırmamak mümkün değil. Mesela dizinin birinci gününde TRT Genel Müdürü Yücel Yener'in yönetimine ilişkin şu başlık: "Baldız ve kızını da aldı". Bu çerçevede Yener'in TRT'de "büyük bir kadrolaşma harekâtı başlattığı"ndan bahisle şu örnekler veriliyor: "Yener'in Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde sekreter olarak çalışan baldızı Selma Özipek'i Genel Müdür Uzmanı olarak TRT'ye aldığı belirtiliyor. Yücel Yener'in eşinin ilk kocasından olan üvey kızı Selen Erdem'i de yapım ve yayın elamanı kadrosuyla TRT'ye yerleştirdiği belirtiliyor."

Görüyorsunuz, siz karar verin: Binlerce kişinin çalıştığı bir kurumda sadece iki kişinin (o da kesin değil; sadece "belirtiliyor") işbaşı yaptığına dair bu küçük bilgi, çerçevenin iddialı başlığıyla uyum içinde bir bilgi mi?

Mesela şu haber de problemli: "TRT'den tarih düşmanlığı"(!) Haberden, Mostar Köprüsü ile ilgili bir belgeselin çekimine izin verilmediğini öğreniyoruz. Verilen bilgilere göre, her şey hazırmış ama TV Daire Başkanı yine de bu izini vermemiş... Haber şu "karar" cümlesiyle son buluyor: "(Belgeselin reddedilmesi) TRT Genel Müdürü Yücel Yener ve ekibinin, Türk tarihine ve tarih eserlerine ilişkin takındıkları olumsuz tavrın bir göstergesi olarak değerlendiriyor."(!)

Bize sorarsanız, doğrusu yine olmadı! Yani TRT de "Türk tarihi"ne düşmanlık besliyorsa, pes doğrusu....

Ve nihayet üçüncü bir örnek: "CHP'ye özel önem"(!) Bu haberin ilk cümlesi şöyle: "TRT'nin devlet televizyonu olmasına rağmen muhalefet partisi olan CHP'ye özel önem göstermesi dikkat çekiyor. " Son cümle de şu şekilde: "CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın gezilerini TRT adım adım takip ederken, canlı yayınlara da AK Parti milletvekillerinden daha fazla CHP milletvekillerinin çıkaralması dikkat çekti."(!)

Kırılmasınlar ama, dizinin yazarları Ali Sali ve Bilal Çetin'e bizim önerimiz şöyle:

Eleştirilecek pek çok yönü apaçık ortadayken, "belirtildi", "değerlendirildi", "dikkat çekiyor" gibi bir metni daha başından itibaren "güvensiz" kılan ifadelerle örülmüş "Tarih düşmanlığı", "muhalefet yandaşlığı" ve "baldız" hikayeleriyle TRT'nin üzerine gitmenin kime yararı olabilir? (K.B)

Oya Berberoğlu eskiden de böyle mi yazardı?

Oya Berberoğlu da bir müddettir Akşam gazetesinde.. 26 Aralık tarihli köşesinde yer alan dört parça yazısını da Moskova'da açılan XV. Ramstore'un (özellikle romen rakamıyla yazıyoruz ki, altı üstü birer dükkan irisinden ibaret olan bu yatırımlar patronu gibi "firavunvari" bir hava kazansın!) açılışı dolayısıyla tertipleyen Rusya seferi izlenimlerini aktarmaya ayırmış. Yazılardan birisinin başlığı şöyle: "Koç artık votka seviyor". İşte size bu yazıdan bir bölüm: "(...) Bilenler bilir Rahmi Bey viskiyi sever. Orada öğrendik ki artık votka seviyor. Rusya'ya gidip gelmeye başladığından itibaren voktacı olmuş. Hangi tür votka? Esprilerle anlattı. Politbüro hangi türü içerdi diye sormuş, aynısını içiyor. Kristal Stolıchnaya... Bol buzlu, soda karışımlı ve limonlu. Yazın viski rahatsız ediyor. Üstelik viski üzerine yemekte şarap da içerseniz fena oluyor. Ama yaz olsun, kış olsun votkadan sonra şarap da güzel gidiyor... Karşılıklı votkalarımızı yudumlarken havyardan söz etmemek olur mu? (...) Rahmi Bey'e kalpağı uçaktan iner inmez veriliyor. O da kalpaksız dolaşmıyor...."

Yoksa biz mi yanılıyoruz? Oya Berberoğlu eskiden de hep bu türden sahneleri, yani "yaşam tarzı" sahnelerini mi aktarırdı? Yoksa bu âdet sonradan mı çıktı? Şimdi de Oya Berberoğlu'nun "Saray ve silikon" başlıklı denemesinden kısa bir bölüm: "Ömer Çelik'le AB turları, yorgunluk, uçak yemekleri üzerine konuşuyorduk. (...) Uçak yemeklerinden haz etmem. Mikro dalga ile ısıtılıyor, çok zararlı. Çelik de sevmezmiş. Bir anısını anlattı: Fransa'da büyükelçilikteki resepsiyona gitmiştik. Orada yaprak sarmaları görünce sürekli yemeye başladım. Tayyip Bey uzaktan bu halimi görmüş, bana seslendi: 'O kadar yeme birazdan uçakta yemek yiyeceksin' diye. Ben de 'Uçak yemekleri silikonlu kadın gibi tatsız' deyince...."

Yoksa biz mi yanılıyoruz? Oya Berberoğlu eskiden de hep bu türden sahneleri, yani "yaşam tarzı" sahnele-rini mi aktarırdı? Yoksa bu âdet sonradan mı çıktı? (K.B.)

'Kamusal nitelikli mevlit' de olur mu acaba?

"İşte Gül farkı" diyor Hürriyet gazetesi.

Sabah, "Bayan Gül'den türban duyarlılığı" demekle yetinmiş.

Vatan gazetesi de işin sevabını Bay Gül'ün hesabına yazmış: "Gül kriz istemedi".

Başlıkların neden söz ettiğini anlamışsınızdır mu-hakkak; Cumhurbaşkanı Sezer'in Askeri Şûra üyelerine Çankaya'da vereceği yemeğe, Başbakan'ın eşinin icabet etmemeye karar vermesi meselesi...

Bu üç haber içinde en "zengin"i Hürriyet'e ait olanıydı. Gazete, yeridir diyerek "kamusal alan" meselemizi de işin içine katmış:

"Sezer TBMM Başkanı'nın eşi Münevver Arınç'ın kendisini uğurlamaya türban ile gelmesi üzerine çıkan tartışmanın ardından, Anayasa Mahkemesi'nin ard arda verdiği kararlarla 'kamusal alanda türban takıla-mayacağını' net şekilde ortaya koyduğunu vurgulamıştı."

Peki iyi de, şimdi hiç mi hiç yeri değilken bu "kamusal alan" tartışması da yine nereden çıktı?

Cevabı yine Hürriyet'te:

"Sezer'in Çankaya Köşkü'nde Şûra üyelerine vereceği yemeğin de 'kamusal nitelikli' olduğu dile getirildi."(!) Kimin tarafından "dile getirildiği" haberde belirtilmemiş...

Ayrıca şu da var: "Alan"ın "kamusal"ına yeni yeni alışmaya başlamışken, bir de yemeğin "kamusal nitelikli" olanı mı çıktı?

Bu haberin yayımlandığı gün gazetelerde şu haberle de karşılaştık: "Gül'ün eşi İnönü'nün mevlidine çağrılmadı". Haydaaa.... Yoksa ortaya bir de "kamusal nitelikli mevlit" mi çıktı? Pembe Köşk'te İsmet İnönü için okutulan mevlide, başta Semra Sezer olmak üzere pekçok devlet adamının eşi çağrıldığı halde, Hayrünnisa Gül'e yine davet yok.

Biz "kamusal nitelikli mevlit" olur mu olmaz mı diye düşünürken Hayrünnisa Gül'e "kamusal alan"dan bir üçüncü veto daha gelmesin mi? Allahtan bu kez "kamusal alan" kurulmadan dağılmış da mesele büyümemiş. Genelkurmay Başkanı'nın eşinin Askeri Şûra toplantısı dolayısıyla Şûra üyelerinin eşlerine vereceği yemek, (biz gazetelerin yalancısıyız!) Başbakan'ın eşinin katılımı düşünülerek iptal edilmiş. "Kamusal alan kurulmadan", yani teşekkül etmeden "dağılmış" dememiz bu nedenden.... (K.B.)


29 Aralık 2002
Pazar
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED